“Her tercüme ters serilmiş bir halı gibidir, şekilleri görünür ama renkleri görünmez” şeklindeki genel kanaatin doğruluğuna bir itirazımız yok.

Ancak bu genel kanaatin, kendi dil özellikleri ve grameri korunarak Arapça ve Farsçadan müştereken inşa edilmiş Türkçe için pek geçerli olduğunu söyleyemeyiz.

Zira ilmî düşünce -tefekkür- iletişim / sokak diliyle değil ancak mefhum, ıstılah, mecaz ve istiarelerle… yapılabildiğinden bunların mezkûr dillerdeki asılları ya da ilgili metindeki kullanılışları günümüz okuruna birlikte verildiğinde, okurun metne nüfuzu çok daha fazla sağlanmış olmaktadır.
 

Elimizde, İmam Gazzâlî’nin (rahimehullah) dilimizde çok sayıda tercümesi bulunan el-Munkız mine’d-dalâl ve’l mufsıh bi’l-ahvâl’den (benzerleri ve sayıları gün geçtikçe artan) iki güzel örnek var.
Birincisi, Dalâletten Kurtuluş alt başlığını taşıyan, Mahmut Kaya – M. Cüneyt Kaya imzalı “neşir – tercüme ve inceleme (Klasik Yayınları, İstanbul 2022).
İkincisi ise Hakikat Arayışı alt başlığını taşıyan, Abdurrezzak Tek imzalı “Bakışımlı Metin” (Ketebe, İstanbul 2023).
Kaya’larca yapılan tam tercümesiyle adı “Dalâletten Kurtaran ve Yaşananları Açıkça Ortaya Koyan Kitap” olan ve yaygın olarak el-Munkız şeklinde kısaltılan eserin Gazzâlî’nin hal tercümesini, şüphelerden kurtulma ve hakikatle buluşma anlamında tefekkür süreçlerini ve vefatından yaklaşık iki yıl önce (1108-1109) yazılmış olması bakımından da görüşlerinin nihayetini birlikte vermesi bakımından değerli olduğu malumdur.
 

En özet söyleyişle Gazzâlî, el-Munkız’ında, duyuların etkisindeki aklî bilgilerin hakikatle irtibatında derin bir şüpheye düşerek, iktidar çatışmalarının kimi olumsuzluklarına doğrudan muhatap olmanın da etkisiyle zihnî bir krize girerek, Şam’da yaklaşık iki ay uzlete çekilmesini takiben, Allah’ın hakikatin hakikatine dair kalbine attığı bir nur ile nasıl kurtulduğunu anlatır. Şüphenin Allah’tan uzak kalmaktan kaynaklandığını söyleyen Gazzâlî, el-Munkız’ını şüpheye düşme, hakikati arama ve kurtuluşa erme üçlüsü üzerine şahsi tecrübeleri ve son tahlilde sıhhate kavuşan kanaatleri doğrultusunda yazmıştır.
Eserinde, kendilerini hakikate ermenin yolu olarak takdim eden kelâmcıların, Bâtınîlerin, felsefecilerin ve sûfîlerin yol ve yöntemlerini kat ederek sûfîlerde karar kılan Gazzâlî, kelamın yetersizliği, felsefenin tutarsızlığı, Bâtınîliğin temelsizliği ve tasavvufun kurtarıcılığı esasındaki araştırmalarından elde ettikleriyle bizzat ulaştığı sonuçları aynı zamanda hakikate erişmeye dair nihâî bir yöntem olarak da tesis etmiştir.

Dolayısıyla o el-Munkız’ında zikrettiğimiz hususların tümünü içine alan mefhum, ıstılah ve mecazlar… eşliğinde özel bir dil kullanmıştır ki, eserini yazdığı dil ve ondan yapılacak tercümeler de bu dille olan irtibatlarıyla önemli hale gelmiştir.
 

Günümüzde, yeni yetme kimi ilahiyatçıların el-Munkız’ı “Gazzâlî metafiziğinin kurucu eseri” olarak nitelemelerindeki tutarsızlıktan kurtararak okumanın ve doğru anlamanın yolu da onun Arapça metnini Türkçe tercümesiyle iç içe ya da yan yana veya Abdurrezzak Tek’in Batılı simetrik yerine kullandığı kelimeyle bakışımlı olarak) okumaktan geçmektedir.
Bu bağlamda, zikrettiğimiz ilk tercümesindeki “neşir – tercüme ve incele” üçlüsü de eserin çok sayıdaki el yazmasından aslına en uygun olanının neşredildiğini ve Türkçe tercümesinden hareketle incelendiğini göstermesi bakımından başlı başına bir değer ifade etmektedir.

Nitekim bu usulde, daha baştan Sokrat, Platon ve Aristo’nun bile kullanmadıkları, Türkçe bir lûgata ise ancak 1952 yılında girdiği bilinen metafizik vb. kavramların, Gazzâlî tefekkürü bakımından yersizliği ve yetersizliği, onun felsefeye karşı çıkarken de kaynakları itibariyle dinî bilgilerde musır olmayı seçtiği hemen anlaşılacaktır.
 

Mahmut Kaya – M. Cüneyt Kaya ikilisiyle (Klasik), Abdurrezzak Tek’in (Ketebe) yaptıkları el-Munkız tercümeleri, neşir (yayım) ve tercümenin hakkını birlikte vermeleri, tercümelerini Türkçe gibi Arapça ve Farsça ile ortaklaşan bir dilde yapmış olmaları, eserin gereğince anlaşılmasını sağlayan faaliyetler cümlesinden güzel neşir ve tercümenin de yetkin örnekleri olmaları bakımından emsallerinden farklılaşmaktadır.

Gazzâlî’nin eserlerinin tercümesinde ve kitaplaşmasında ciddi gayretlerine tanık olduğumuz Büyüyenay, İnsan ve İz yayınlarının da zikrettiğimiz usulü izlemeleri temennimizdir.
Böylece hem Gazzâlî eserlerinin hakkı tam verilmiş olunacak hem de Arapça, Farsça ve Türkçe’den oluşan Osmanlı Türkçesi’nin iletişim maksadıyla sokağın diline indirgenmendeki siyasi artniyetle doğrudan mücadele edilmiş olunacaktır.