Kendisini Kürtlerin temsilcisi olarak gösteren "Diakurd" isimli oluşum, Türkiye'nin bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması'nın iptali ve self determinasyon hakkı için BM'ye başvuru yaptı.

BM'ye başvuran avukatlar "Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Kürtlerin hükümeti olma özelliği taşımadığını" öne sürdü.

Klik adına konuşan ve Hişyar Özalp “Başvurumuzda, Lozan Antlaşması'nda Türk heyetinin Kürtlerin Türklerle aynı haklara sahip olacağı ve Türkiye'yi birlikte yönetecekleri vaadinde bulunmasına rağmen, Cumhuriyetin kurulmasından sonra bu vaatlerin yerine getirilmediğini belirttik. Kürtlerin karar alma süreçlerinde yer almadığını ve kolektif haklarının tanınmadığını, ayrıca asimilasyon ve imha politikalarıyla karşı karşıya kaldıklarını iddia ettik” dedi.

Türkiye'de etki ajanlığı faaliyetleriyle bilinen Deutche Welle, Türkçe hesabından "Birleşmiş Milletler Kürtlerin Lozan Antlaşması başvurusunu kabul etti. Başvuru Kürt Diaspora Konfederasyonu tarafından yapıldı 'Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının uygulanmadığını' iddia ediyorlar" şeklinde bir paylaşımda bulundu. DW, sözde Kürt Diasporası oluşumunu peşinen Kürtlerin temsilcisi olarak kabul etti. 

Odatv Image 100 A886F64E91B74D

Klik adına başvuru yapan iki avukatın Diyarbakır Barosu'na bağlı Hişyar Özalp ile Rıdvan Dalmış olduğu öğrenildi.

Hukuk ve Fikir Platformu Başkanı Avukat Faruk Keleştimur'a söz konusu başvuruyu sorduk. Keleştimur, başvurucuların uluslararası hukuka aşina olmadığını ve büyük bir siyasi oyunun piyonu nezdinde olduklarını belirterek başvurunun siyasi saiklerle yapılması hasebiyle reddedileceğinden kuşku duymadığını belirtti.

faruk keleştimur

Hukuk ve Fikir Platformu Başkanı Avukat Faruk Keleştimur

"Türk milleti de tarihi boyunca sömürgecilik yapmamıştır. PKK terör örgütünün "Güneydoğu Anadolu'da sömürge rejimi vardır" argümanı uluslararası hukuk önünde anlamsız bir terör kaynağından başka bir şey değildir. Üniter bir yapı olan Türkiye Cumhuriyetinde bu hakkın kullanılmasının talep edilmesi abesle iştigal etmektedir" diyen Keleştimur'un değerlendirmeleri şu şekilde:

"LOZAN'DAKİ TÜRKLÜK ETNİK BİR ANLAMI AŞMAKTADIR"

Lozan Barış Antlaşması, İstiklal Harbi neticesinde Türk devletinin varlığını devam ettireceğinin dünyaya ilanı niteliğindedir. Söz konusu antlaşma çerçevesinde bugünki Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan her Müslüman, Türk kabul edilerek böyle muamele görmüşlerdir. Bu çerçevedeki Türklük, etnik bir anlamı aşmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu unsuru olma niteliğini ifade etmektedir. Bu durum bütün siyasi, iktisadi ve içtimai haklar çerçevesinde mezkur unsurların tamamının eşit olacağını ortaya koymaktadır.

"KÜRT KARDEŞLERİMİZİN HERHANGİ BİR HAKTAN MAHRUM KALDIĞINI SÖYLEMEK ABESLE İŞTİGAL ETMEKTEDİR"

Mısır Çarşısı bunu hak etmiyor! Polis noktasına ikinci katı çıktılar... Mısır Çarşısı bunu hak etmiyor! Polis noktasına ikinci katı çıktılar...

Nitekim etnik Türk unsurlarının sahip olduğu bütün haklara diğer etnik unsurlar da sahiptir. Etnik Türk unsurlarının sahip olmadığı hiçbir hakka da sahip değildir. Seçme ve seçilme, mülkiyet edinme, eğitim gibi hakların tamamı Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana etnik fark gözetilmeksizin kullanılabilmektedir. Bu bağlamda etnik Kürt olan kardeşlerimizin de herhangi bir haktan mahrum kaldığını ifade etmek abesle iştigal etmektedir. Zira devletimizin önemli bakanları arasında bugün dahi anadili Kürtçe olan Türk vatandaşlarının olduğu bilinmektedir.

"SELF-DETERMİNASYONUN KULLANILMASI İÇİN ORTADA BİR SÖMÜRGE REJİMİ YAHUT FEDERAL YAPI OLMALIDIR"

Self-determinasyon noktasına gelindiğinde ise kendi kaderini tayin hakkı olarak bilinen bu hakkın keyfe keder kullanılamadığı uluslararası hukukun temel kabullerinden birisini teşkil etmektedir. Kendi kaderini tayin hakkı, Birleşmiş Milletler sisteminin en temel kurallarından birisi olan toprak bütünlüğü ilkesini ayaklar altına alacak şekilde kullanılamaz. Kaldı ki, Toroslardaki Yörüklere tanınmayan bir hakkın Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Kürtlere tanınması da mümkün değildir. Self-determinasyon, ayrı karakteristikler yaşayan her toplumun "devletçikler" kurması için meydana getirilmiş değildir. Dekolonizasyon süreciyle ilişkili bir kavram olan self-determinasyonun kullanılması için ortada bir sömürge rejimi yahut federal yapı olması gerekmektedir. Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti uluslararası toplumun demokratik ve şerefli bir üyesidir. Türk milleti de tarihi boyunca sömürgecilik yapmamıştır. PKK terör örgütünün "Güneydoğu Anadolu'da sömürge rejimi vardır" argümanı uluslararası hukuk önünde anlamsız bir terör kaynağından başka bir şey değildir. Üniter bir yapı olan Türkiye Cumhuriyetinde bu hakkın kullanılmasının talep edilmesi abesle iştigal etmektedir.

"BAŞVURUCULAR ULUSLARARASI HUKUKA AŞİNA DEĞİL, BAŞVURUNUN AKIBETİ EN BAŞINDAN BELLİ"

Son olarak başvurucuların uluslararası hukuka aşina olmadıkları ve büyük bir siyasi oyunun piyonu nezdinde oldukları kullandıkları kavramlardan da anlaşılabilir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 15 Mart 2006 tarihinde 60/251 sayılı kararıyla kurumsal statü kazanarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyine dönüşmüştür. Konsey, siyasi saiklerle gerçekleştirilen başvuruları reddetmektedir. Bu başvurunun da aynı akıbeti yaşayacağından kuşkumuz yoktur. Başvurucuların söz konusu adımlarını hangi siyasi saiklerle kullandıklarını ve BM organlarını nasıl itibarsızlaştırdıklarını ilgili makamlara ileteceğimizi ilan ederiz."