Mescid-i Aksa, 21 Ağustos 1969 günü Avustralyalı fanatik Hristiyan Michael Dennis Rohan tarafından kundaklanmış, Mescid’in güney kesimindeki Kıble Mescidi’nde meydana gelen yangında, İslâm yâdigârı pek çok eser kısmen ya da tamamen yanıp kül olmuştu. Bu iç acıtıcı olay geçtiğimiz hafta, 55. yıldönümü olan 21 Ağustos’ta gayret sahibi STK’larca ülke genelinde, Kıble Mescidi’nin ateşe verilmesinin 55’inci yıldönümü ismi verilen programlarla yâd edildi, daha doğrusu protesto edildi. Bu protestolar, aynı yangında büyük hasar gören ve daha sonra restore edilerek eski yerine konulan Selahaddin’in Minberi’ni hatıra getirdi. 
***
Kudüs’ün Hz. Ömer’in halifeliğinde Müslümanlarca ilk defa fethedilmesinin ardından, Kudüs’teki her sokak, her köşe ve her ev İslâm medeniyetinden bir iz ve bir eserle donatılmıştır. İsrail işgalinden itibaren bu eserler, Müslüman mezarlıklarına varana değin, sistematik bir şekilde ortadan kaldırılmaya, yok edilmeye çalışıldı. Bu topraklardan adeta fışkıran İslâm medeniyetine ait eserler karşısında duyduğu tahammülsüzlük, İsrail’i öteden beri onları yok edecek gizli ve açık projeleri harekete geçirmeye itti. Siyonist zihniyetin ortadan kaldırmaya yeltendiği nâdide İslâm eserlerinden birisi de ilginç bir hikâyesi olan ve tarihe “Selahaddin’in Minberi” olarak geçen Mescid-i Aksa’daki minberdir.
İslâm’ın ilk kıblesi Mescid-i Aksa, hikâyenin yaşandığı sıralarda Tapınak Şövalyeleri’nin elindedir.
Bağdat’ın ünlü bir marangozu bu duruma çok içerlenerek, bu hususta ne yapabilirim? diye düşünür dururmuş.
En sonunda, “Ben bir marangozum, en iyisi ben bugüne kadar kimsenin görmediği güzellikte bir minber inşâ edeyim. Benim elimden ancak bu gelir.” demiş ve dur durak bilmeden gece gündüz çalışmaya koyulmuş.
Marangoz’un, bütün hünerini ortaya dökerek el emeği ve göz nuruyla inşâ ettiği minber, bütün ömrü boyunca uğraştığı zanaatinin en şaheser numunesi olup çıkmış. O kadar alımlı bir minbermiş ki bu, her gören dönüp bir daha bakıyormuş minbere. Kakmaları en kıymetli fildişi ve sedeflerden, ahşap kısımları da ceviz ve sedirdenmiş. 12 bin parçadan oluşan ve kundekârî tekniğiyle bir araya getirilmiş bu minberin üzerinde Kur’an ayetleri ve tarihî kitabeler de işlenmiş. Bütün bu işlemeler, İslâm kaliografisinin en muhteşem geometrik şekillerinden ve stilize edilmiş hayvan ile bitki motiflerinin en görkemli örneklerinden oluşuyormuş.    
Minberin dillere destan güzelliği günden güne yayılmaya başlamış, şöhreti diyarları aşmış. Marangozhane, yakın uzak demeden her gün minberi görmeye gelenlerle dolup taşmaya başlamış. Çevre beldelerden gelen zengin tüccarlar, kudretli emirler ve hatta hükümdarlar, “Şu minberi bize sat da falanca camiye koyalım.” diyerek büyük hazineler teklif ediyorlarmış bizim marangoza. Fakat marangoz, gayet kararlı bir şekilde bütün o cazip teklifleri reddediyor, “Bu minberi Mescid-i Aksa için yaptım” diyormuş. Bunu duyanlar şaşırıp ustayı alaya alıyor ve “İyi, güzel diyorsun da, Kudüs Haçlı işgali altında, minberi oraya nasıl koyacakmışsın bakalım!” diyorlarmış. Marangoz ise gayet inanmış ve kararlı bir şekilde yüksünmeden, “Ben bir marangozum, yapabileceğim en iyi minberi yaparak vazifemi ifâ ettim. Bir babayiğit de çıksın Mirac’ın gölgesi olan Kudüs’ü özgürleştirsin ve minberi alıp oraya koysun” diyerek karşılık veriyormuş.
Küçük Selahaddin, bu minber yapıldığında henüz yedi veya sekiz yaşlarındadır. O da herkes gibi minberin hikâyesini duymuş fakat o, herkesi etkileyen minberin eşsiz güzelliğinden çok onu yapan marangozun vasiyetinden etkilenmiştir. Marangozun vasiyetini gerçekleştirmek daha o yaşlarda, onun hayatının biricik mefkûresi hâline gelir. Bir gün gelecek, Kudüs’ü fethedecek ve o minberi Mescid-i Aksa’ya, yani ait olduğu yere kendi elleriyle yerleştirecekti. Ömrü boyunca bu idealin peşinden sürüklenen Selahaddin, 1187 yılında o marangozun vasiyetini yerine getirecek ve o minber tarihe  “Selahaddin’in Minberi” olarak geçecektir.
***
Minberle ilgili böyle bir rivayet anlatılıyor olsa da daha güçlü rivayetlere göre söz konusu minber, 1168 yılında Nureddin Zengi tarafından yaptırılmıştır. Kimin tarafından yapılırsa yapılsın, o minber, Mescid-i Aksa’da tam 762 yıl boyunca konulduğu yerde Kudüs’ün fethinin yegâne simgesi olur; ta ki 55 yıl önceki 21 Ağustos’ta yaşanan o uğursuz hadiseye kadar.
Avustralyalı fanatik bir Evanjelist olan Michael Dennis Rohan, İslâm’a girmiş biri gibi davranıyor, hiç aksatmadığı vakit namazlarını kılmak için Mescid-i Aksa’ya gelip gidiyordu. Her gelişinde yanında küçük yanıcı malzemeler taşıyor ve Minber’in görünmeyecek yerlerine gizliyordu. Nihayet 21 Ağustos 1969’un sabah namazı vaktinde o habis niyeti için elverişli zamanın geldiğine kanaat getirip mescidi ateşe verecek kıvılcımı ateşler. Daha sonra vereceği ifâdesinde amacını “Tanrı’yı tahrik edip büyük dinler savaşını başlatmak!’’ şeklinde açıklayacaktı. Çıkan bu büyük yangında Mescid-i Aksa büyük zarar görmüş, güzelliğiyle ve hikâyesiyle dillere destan olan Selahaddin’in Minberi yanmıştı. O hadiseye kadar Kudüs’ün fethinin sembolü olan minber, artık Siyonist işgalin de sembolü olur.

Mescid-i Aksa’nın kundaklanmasının üzerinden belli bir süre geçtikten sonra minberin tamir edilmesi gündeme gelir. Restorasyon işlemlerinin yürütülmesini Ürdün Kraliyet Ailesi üstlenir. İlk iş olarak, minberden geriye kalanlar, Amman yakınlarındaki İslâm Sanatları Enstitüsü’ne taşınır. Ardından sıra, eserin restorasyonunda kullanılacak ahşap malzemenin tespitine gelir. Bu iş için en uygun ağaçlar, Türkiye’nin Irak-İran sınırına yakın bölgelerinde bulunur. Bu ağaçların restorasyonda kullanılıp kullanılamayacağına Ürdün, Irak, İran ve Türkiye’den katılan uzmanlardan oluşan bir uzman heyet karar verir. Fildişi malzemeler ise Sudan’dan temin edilir. Heyet daha sonra, bu işten anlayan ustaları bulmak için arayışa girer. Minberin yapımında Türkiye, Endonezya, Ürdün, Mısır ve Suriye’den özel olarak  getirtilen 30 usta çalışır. Minber için Ürdün Kralı İkinci Abdullah 1,5 milyon dolar para harcar.
Restorasyonu 4 yıldan fazla süren Selahaddin’in Minberi, nihayet tamamlanır. 38 yıllık bir aradan sonra tekrar ait olduğu yere nakledilmesi için her şey tamamdı. 2017 yılında 6 kamyona yüklenen minbere ait parçalar, geniş güvenlik önlemleri altında Mescid-i Aksa’daki eski yerine yerleştirilir.
***
Minber ile ilgili araştırma yapıldığında Selahaddin Eyyubi’nin fetihten sonra yaptırdığı iki farklı minberin daha var olduğu anlaşılıyor. Meğer Selahaddin, fetihten sonra Mescid-i Aksa’ya yerleştirdiği minberin aynısından bir tane daha yaptırıp Filistin’in El-Halil şehrindeki Harem-i İbrahim Cami’sine koydurmuş. Bu minber, Selahaddin’nin getirttiği üç minber arasında, günümüze kadar orijinalliğini koruyan tek eser ve onca katliam, savaş ve siyasi yıkıma rağmen bin yıla yakın bir süredir ilk hâliyle dimdik ayakta duruyor.
Harem-i İbrahim Camisi yöneticisi Hıfzi Abosneyni’nin Anadolu Ajansı’na verdiği bir mülakattan, Selahaddin’in yaptırdığı diğer bir minberin de Şam’daki Emeviye Camisi’nde olduğunu öğreniyoruz:
Selahaddin Eyyubi'nin yaptığı hizmetler içinde minberlerin ayrı bir yeri var. Selahaddin Eyyubi, Nureddin Zengi'nin Mescid-i Aksa için yaptırdığı minberin aynısından iki tane daha yaptırıyor. Bunlardan birini Harem-i İbrahim Camisi'ne, diğerini de Şam'daki Emevi Camisi'ne getirtiyor. Aksa'daki yakılıyor, Emevi Camisi'nin bombalanması ile minberinin de zarar gördüğü ya da tamamen yıkıldığı tahmin ediliyor fakat Harem-i İbrahim Camisi'ndeki minber hiç zarar görmeden ilk günkü orijinalliğini koruyor.