Kudüs, 26 Ekim 1929 günü tarihi ânlarından birini yaşıyordu. O öğleden sonra, tamamı Filistinli Arap kadınlarından oluşan 80 araçlık bir konvoy, kornalar çalarak şehrin sokaklarında dolaşıyordu. Giderek yükselen alkış ve tezahüratlar eşliğinde bir süre daha Kudüs sokaklarında dolaştıktan sonra varmak istedikleri noktaya yani İngiliz Yüksek Komiseri’nin evinin önüne varmışlardı nihayet.

Kudus Un Hattati Abdulkadir Es S

300 civarında kadın, aralarında 5 kişiyi temsilci olarak seçmişlerdi. Yüksek Komiser’le görüşmeyi onlar yapacak, diğerleri ise araçların başında kalarak gösteriye devam edeceklerdi. Komiser’in evinde de bir telaş vardı, toplantının haberini önceden almışlar ve kadınlardan oluşan bir konvoyun Kudüs sokaklarında dolaştığını elbette duymuşlardı. Yüksek Komiser aslında huzursuzdu ancak araçların evinin önünde durduğunu gördüğünde, İngilizlere has soğukkanlılığını takınmıştı bir ânda. Küçümser bir ifadesi de vardı ancak bunu çok belli etmek istemiyordu. Şimdiye kadar nelerle mücadele etmişti, birkaç tane Arap kadınla başetmek onun için çocuk oyuncağıydı. Geldiklerini görünce, sakinleştirmek için bir şeyler söyler, sonra da başımdan savarım nasıl olsa diye geçirmişti içinden hemen.

Filistinli kadınlar kapıya geldiklerinde, onları sahte bir dostluk gösterisinde bulunarak içeri buyur etti. Ancak hiçbirisi bu misafirperverliğe kanmış gibi görünmüyordu. Soğuk ve mesafeliydiler. Öyle ki teklif edilen kahve ikramını hiç düşünmeksizin geri çevirdiler. Kahve içip sohbet etmeye gelmemişlerdi sonuçta. Söyleyecekleri söyleyip hemen terk edeceklerdi orayı. Kahve teklifinin geri çevrildiğini gören Yüksek Komiser, bozulduğunu gizlememişti bu kez. Doğu toplumlarında, ikram edilen bir şeyin geri çevrilmesinin ne anlama geldiğini biliyordu.

Kadınlar böyle yaparak, açıkça aralarındaki mesafeyi belli etmiş oluyorlardı. Daha sonra ise korkusuzca konuşmaya başlamışlardı. Yaptıkları konuşma, sabah konferansta üzerinde durdukları konuların bir özetiydi aslında. Yani İngilizlerin Burak Duvarı olaylarında gösterdikleri yanlı tutum, Siyonist çetelerin kışkırtmaları, artan Yahudi göçü… Ayrıca eğer şimdiye kadar tutuklanan Filistinli gençler derhal serbest bırakılmazsa, mücadelelerine devam edeceklerini söylemişlerdi. 

Yüksek Komiser’in canı sıkılmıştı, uğraşması gereken onca meseleye bir de bu eklenmişti şimdi. Kadınlar, söyleyeceklerini söyleyip gururlu bir ifadeyle yanından ayrıldıklarında, öfkeyle bakmıştı arkalarından. Hele birisi vardı ki, en fazla 25-26 yaşlarında gösteren bu ufak tefek kadın, konuşurken gözlerini hiç kaçırmadan nasıl da dik dik bakmıştı yüzüne.  Üstelik hitabeti de sinir bozucu derecede güçlüydü. Tehlikeliler listesinin ilk sıralarına girmeyi hak ediyordu.

Bu genç kadın, Filistin’in ilk kadın direnişçilerinden Züleyha eş-Şihâbî’den başkası değildi. Ve Kudüs’ün köklü ailelerinden eş-Şihâbi’lerin kızı olan Züleyha, bu muazzam inadı ile tıpkı babasına ve amcasına benziyordu. Babası, Osmanlı döneminde üst düzey idari görevlerde bulunmuştu ve uzun yıllar Kudüs belediye meclis üyeliği yapmıştı. Ateşli bir İngiliz karşıtıydı. Öteden beri çocuklarıyla siyaset konuşmayı ve uzun uzun sohbet etmeyi severdi.

Züleyha’nın amcası ise, Filistin hat sanatının büyük ustası, amcası Abdülkadir eş-Şihâbî’den başkası değildi. “Hocaların hocası” olarak kabul edilen Abdülkadir eş-Şihâbi, İstanbul'daki ünlü Türk hattat Muhammed Ezzat'ın öğrencisi olmuş, ardından Filistin’deki çeşitli mekteplerde öğretmenlik yapmış ve ileride yine Filistin en büyük hattatlarından olacak Muhammed Siam gibi çok sayıda öğrenci yetiştirmişti.

Eski Kudüs’te yaşadığı tarihi evin bir kısmını atölyeye çevirmiş, çok sayıda öğrenciye ders veriyordu. İngiliz işgaline ve Siyonist göçüne karşı duran en önemli şahsiyetlerden birisiydi. Atölyesinde, geceleri Filistin ulusal hareketinin önemli simaları ile toplantılar yaparlar, gündüzleri ise öğrencilerine sadece hat sanatının inceliklerini öğretmekle kalmaz, hat öğrenmenin vatanlarını ve kültürlerini savunmanın başlıca yollarından birisi olduğunu anlatırdı. Zira İngiliz işgali ve yükselen Siyonizm tehlikesi onların sadece topraklarını çalmaya değil, kültürlerini de yok etmeye çalışıyordu ve hat gibi geleneksel sanatların yaşatılması kimliklerini muhafaza etmenin en güzel yoluydu. Böyle düşünüyordu. Ve hat öğrencilerine ilk olarak yazdırdığı ise şu oluyordu; La Galibe İllallah

Abdülkadir Bey, aynı zamanda Filistin’de hat sanatına dair örneklerin yer aldığı kitapları yayınlayan ilk kişiydi. Matbaanın henüz emekleme döneminde olduğu yıllarda, büyük bir gayret göstererek, bu kitapları çoğaltmayı başarmıştı. Bu öylesine zahmetli bir işti ki, bazı geceler sabaha kadar uyumadığı olurdu.

Hayatının büyük bir dönemini işgal altındaki topraklarda geçiren ve büyük bir baskı altında çalışmaya devam Abdülkadir eş-Şihâbi, hat sanatındaki büyük ustalığının yanı sıra verdiği büyük mücadeleyle de sadece Filistin’in değil bütün Doğu’nun gerçek yıldızlarından birisi olarak anılmayı ve ülkemizde de çok daha fazla tanınmayı hak ediyor.

FAYRAP-Peren Birsaygılı Mut