Yaşadığımız hayat, bizi ne kadar şüpheci yaptı.
Tüm iyi hasletleri unutmuşuz...
Belkide sonu nasıl bitecek diye korkmaktan; Sevmeyi, dost edinmeyi, arkadaş seçmeyi, muhabbeti, sevgiyi, karşımızdaki ile menfaatsiz bir şekilde ilişki kurmayı unuttuk... İçimden kahrolsun tüm yarar ilişkileri, yaşasın çıkarsız, hesapsız, sade ve yalın samimi arkadaşlıklar, dostluklar... Diyorum...
Karşılıksız sevgi ile; kucaklaşmalar, yakınlaşmalar, sohbetler, ortak ortamda bulunmalar... İnsanların, her zaman iyi, güzel, güçlü, kendilerine imrenilen, gıpta edilen, dostluklar ve arkadaşlıklar kurabilecekleri ümidini, her zaman taşıyorum... Öyle olması gerektiğine, inanıyorum...
Ülkemiz insanının eksikliklerinden birisi olarak, birbirimizi  anlamak gibi, bir özelliğin ortada durduğunu görmekteyiz. Birbirimizi anlamıyoruz, anlamak istemiyoruz. Birbirimize tahammül edemiyoruz. İstiyoruz ki;  Herkes bizim gibi yaşasın, bizim gibi düşünsün, bizim gibi giyinsin, bizim gibi hayatını devam ettirsin. Kısacası farklılıklara tahammülümüz yoktur. İşte asıl problem buradadır.

Bazen aklımdan şöyle bir şey geçiyor. Keşke sosyolojik kurallar da aynen matematikte rakamların ifade ettiği gibi kesin sonuçlar verseydi. Ama öyle değil. İnsan o kadar karmaşık ve birbirine benzemeyen ayrıntılarla gizli ve donanımlı olarak yaratılmış ki; ortak noktaları bulmak zor oluyor. Tıp alanında bile bu gerçeklik kendini ortaya koyuyor. O zaman ne yapmak gerekiyor, herkes benim dediğim mutlak doğrudur, ben benden başkasının fikrine saygı duymam, insanlar mutlaka benim fikrimin doğru olduğunu kabul etmeli, ancak benim gibi olanların benim yanımda değeri var gibi, fikirler, düşünceler almış başını gidiyor...

İnsanlar sayamayacağımız  bu tür  fikir ve düşüncelerinden vaz geçmelidir. Ortak noktalarda, buluşmalıdır. Ortak paydalar oluşturmalıdır. Bunun da temelinde tahammül etmek, hoş görmek, karşımızdakinin fikrini beğenmesek de, onun da bizim gibi insan olduğunu kabul etmek gerçeği yatmaktadır. Ancak o zaman karşılıklı anlayış ve sabırla meseleleri çözeriz. İnsan olarak insanın halinden anlamak gaye olmalıdır.

İnsanların farklı düşünmelerine sebep olan dünya görüşleri olabilir, farklı kültür kaynaklarından beslenmeleri olabilir, herhangi bir konuda değişik düşünceleri olabilir. Bütün bunların toplumda kabul görmesi güzel olan tarafıdır. Belki kişisel olarak insanlar bu farklılıkları hayatlarında yaşayarak tatbik etme imkanı da bulabilirler.
;Bunların hepsi normaldir. Ancak, toplumda birlikteliği sağlayacak kuralları o toplumu yöneten insanlar, doğal olarak toplumun çoğunluğunun ittifak ettiği ve çoğunluk tarafından kabul gören uygulamaları hayata geçirebilirler. Bu normal bir durumdur. Ancak çoğunluğun tercihi ile  kabul gören bu uygulamaların ferdin kişisel yaşamında da etkin olması için baskı uygulamamalıdır. Ancak kişinin topluma yönelik olan davranışlarında çoğunluğun kabul ettiği genel kurallara da uyması gerekmektedir. Bu aynen basit bir örnekle şöyle açıklanabilir. Toplum tarafından kabul edilen yasalara göre belirlenen  herhangi bir kuralın tam tersi bir eylemi  toplum içerisinde bir kişi işlediği zaman, o kurala ters davrandığı için tepki alabilir. Hatta mevcut kanunlara göre suçlu da sayılabilir. Aynı kişi aynı eylemi tek başına ve kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde yaptığı zaman ise, suç olarak kabul edilmez. Bu nedenle dolaylı olarak barış ortamı sağlanmış olur.
 Burada yapılacak olan şudur. Eğer fikrinizin doğruluğuna, yaşama biçiminin doğruluğuna inanıyorsanız, bu fikre sizin gibi inanan insanların çoğalmasını sağlayacaksınız. Fikrinizin doğruluğunu herkese kabul ettirmeye çalışacaksınız. Böylece fikriniz o toplumda çoğunluğun kabul ettiği bir konuma gelince de, toplumu yöneten insanlar tarafından uygulamaya geçirilecektir.  Bu arada azınlığın haklarını da koruyacaksınız. Hem fikrinizi az kişi kabul edecek, hem de siz çıkıp neden benim fikrime uygun davranılmıyor, benim fikrime uygun ortamlar sağlanmıyor diye, şikayetçi olacaksınız, yahut onun gerçekleşmesi için şiddete başvuracaksınız...  İşte  bu  olmadı. Ne insanlığa, ne de  demokrasi  anlayışına  uyar. Böyle  davranış kargaşa  ortamı çıkarmayı  amaçlar.

Böyle davranışlar içerisinde bulunan insanların, karşımızdaki insanlar bizi anlamıyor diye şikayetçi olmaya hakları yoktur. O zaman fikre tahammülsüzlük ortaya çıkar. Kargaşa olur. Benim dediğim, dedik mantığına döner. Karşı tarafın her yaptığı şeye muhalefet etme bilinci gelişir. Böylece ortak bir nokta bulunmaz. İnsanlar arasındaki birbirlerini anlamama olayı gittikçe yaygınlaşır.
Taraflar keskin bir tavırla birbirlerinden uzaklaşır. Bu durum ise Bir Vatan ve Millet birlikteliği için hiç istenmeyen bir durumdur. Bundan ancak dış devletler ve milletler, yararlanır. Halimize  güler. Kendi  emellerini gerçekleştirmek için çaba sarf etmeye başlarlar. Allah göstermesin...  Onlara  fırsat  vermesin... Ekmeklerine  yağ  sürmek anlamına gelir.
Bu  tür  davranışlar  sosyal  kargaşayı  körüklemekten başka işe  yaramaz..
Özde olan insani  değerlere uygun olarak, sosyal  barışı  sağlayan, birbirimize  tahammül göstererek, hoşgörü içerisinde  yaşamaktır...
Bunu başarmak zorundayız...