Biz dünya derin devletinin tetikçisi, Epstein çetesinin de çatı örgütü olan AGARTHA’nin hamisi HABAT örgütü KKTC’ye yerleşti ve Beştepe’de ağırlanıyor. Türkiye din, Cumhuriyet öncesi Hilafetin ve Ortodoksluğun merkezi iken, bugün bu statüsünü ihya etmek isteseniz kıyameti kopartırlar, ama Siyonist bir örgüt İstanbul’u merkez ilan ederek Türk Dünyası Hahamlar Birliğinin Merkezi ilan ediyor, kimseden ses yok.

Gazze’de insanlık dışı bir katliam yapılırken, bırakın İsrail’e karşı bir yaptırım uygulamayı, İslam ülkeleri bir araya gelip ortak bir açıklama bile yapamıyor. Refah’ta BM kampı vuruluyor yine ses yok. Neyse bazı ülkeler “Bâde harâbi’l-Basra” Filistin’i tanımaya başladılar. Ama bu tanıdıkları Filistin’in ne nüfusu belli, ne coğrafyası. Yarın, çerçevesi Dahlan/Kushner senaryosu ile çizilen “Başkenti doğu Kudüs olan bir kukla Filistin devleti” kurulacak olursa ve tanıdıkları böyle bir Filistin olacaksa, o topraklarda değişen fazla bir şey olmayacak.  Gazzelileri, Hamas üyelerini, İzzeddin Kassam üyeleri, bu yeni Filistin devletinin istihbaratçısı takip edecek, polisi sorgulayacak, o mahkemeler tarafından yargılanacaklar. Belki de, terörist, teröre yardım ve yataklık gerekçesiyle, İsrail’le yapılacak “suçluların iadesi” anlaşması çerçevesinde yakalanıp İsrail’e teslim edilecek.

İsrail diasporasındaki nüfustan daha büyük bir Filistin diasporası var, dünyanın dört bir yanına dağılan. Bunların dönüşü sağlanmadan Filistin’de meşru bir yönetim kurulamaz. Meşru bir sözleşme yapılamaz. Meşru bir nüfus ve seçmen tesbiti yapılmadan ne seçim, ne de referandum yapılabilir. Kurulacak Filistin devleti, kâmil bir devlet olmayacaksa, bu İsrail’in varlık ve meşruiyetini garanti altına almaktan başka bir işe yaramaz. Hele de İsrail yönetimi bu Dahlan lobisi ile masaya oturarak Kudüs’ü paylaşacaklar ve Beytü’l Makdis’i Siyonistlere verecek olurlarsa. Bunu İslam dünyasına kabul ettirmek mümkün olmayacak, yeniden başa dönülecektir.

Gazze ve Filistin Diasporası konusu çözülmeden Filistin sorunu çözülemez.

Yaşanan sürecin ortaya çıkarttığı bir gerçek var, o da İsrail’in bir terör devleti olduğudur. Bugün bir çok Yahudi ve Musevi’nin gözünde bile artık İsrail meşruiyetini kaybetmiş, Siyonist bir devlettir. Ortaya çıkan bu gerçek sayısında Hangi ülkelerin halkları ve yönetimleri kimden yanaymış apaçık ortaya çıktı. Bunların Epstein çetesinin şantajı ile nasıl susturulduklarını da gördük.

Trump bu gün Siyonizm’e, İsrail’e karşı gösteri yapan Amerikalıların yurttaşlıktan çıkartılacağını söylüyor. Biden’in nasıl biri olduğunu biliyoruz. DSÖ’ün Cenevre’deki Tüzük kongresinde kimin nasıl oy kullandığını, kimin çekimser kaldığını biliyoruz ve bütün bunlar, bundan sonraki seçimlerde oyların rengini belirleyecek ölçüler olacaktır.

 Biz de dâhil İslam ülkelerinin çok çok büyük bir çoğunluğu, neredeyse tamamı, İsrail’e karşı, Gazze konusunda sert, daha sert kınama mesajlarından öte hiçbir adım atmadılar, atamadılar. DSÖ’ye “Hayır” bile diyemediler. Avrupa Parlamentosu Hırvatistan üyesi Mislav Kolakušić: “DSÖ, tüm ülkelerin pandemi ilan etme, aşı ve ilaç temin etme yetkisinin kendilerine. devredilmesi konusunda bir anlaşma imzalamaları için dünya ülkelerine baskı yapıyor.. DSÖ ile böyle bir anlaşma yapmaktansa, Kolombiyalı uyuşturucu karteliyle anlaşma imzalamak insanlık için daha sağlıklı ve güvenli olur. DSÖ bir Terör örgütü ilan edilmelidir” diyor. Neden bizde iktidar ve muhalefetten biri çıkıp buna benzer bir şey söyleyemiyor?

Evet, ne acı ki İsrail’de, İsrail yurttaşı Rabbi Yahudiler, Liberaller, İsrail’in saldırılarına karşı, birçok İslam ülkesinden daha sert tepki verebiliyor ve daha kalabalık protesto gösterileri düzenleyebiliyor. Batılı ülkelerdeki durum da benzer. Peki, biz ne yapıyoruz? Biz 3 zannediyorduk, DSÖ Türkiye’de 4 ofis açmış. Hem de yargı, vergi muafiyetine sahip, diplomatik dokunulmazlık yanında, özel ve tüzel kamu ve sivil tüm kurumlarla doğrudan diyalog kurma, işbirliği yapma, para alma ve verme, ortak projeler, eğitim programları yapmak gibi haklara sahip bir statü kazanmış.

Evet, evet, yasama ve yürütme ile,   Üniversiteler, eğitim kurumları, yerel yönetimler,, Media, STK’lar, şirketlerle, tek tek, topluma, doğrudan ve dolaylı temas kurma ve işbirliği yapma yetkisine sahip.

Bu imtiyazlar yerli ve milli kişi ve gruplarda yok. Yargı ile işleri yok, çünkü Yargı muafiyetleri var.. Zaten mRNA konusunda da ONAM almadılar mı, zorla yaptıkları aşı ile ilgili.

Evet, “Şunu görelim artık; DSÖ, bugün FETÖ’den de, PKK’dan da daha tehlikeli. Bunlar Global bir darbeye hazırlanıyorlar. Biz 28 Şubat davasına müdahil olmadan, mahkûm olan paşaları affedip, sonra da Darbecilerden hesap soracağız, affetmeyeceğiz açıklamaları ile vaziyeti idare edip gidiyoruz, ama artık insanlar bazı gerçeklerin farkına varmaya başladı. ABD'de 24 eyaletin valileri, 22 Eyaletin Başsavcıları, ABD Başkanı Joe Biden'ın, DSÖ'nün yeni Sağlık Tüzüğünü onaylamaması için bildiri yayınlamışlardı.. PEKİ TÜRKİYE? Kimseden ses yok..!!! Medya üç maymunu oynuyor, Siyasetçiler tek kelime edemiyor.”

Sun’i gündemlerle oyalanıyoruz.  Gözümüze yaklaştırılan kibrit çöplerini konuşurken, arkada yanan ormanı görmüyoruz. MGK toplanıyor, gündemde HABAT yok, AGARTHA yok. DSÖ, GlobalReset, TransHumanizm yok. İklim komplosu yok. Terör, PKK, FETÖ, DAEŞ rutin gündem. Buna şimdi KCK, PYD, YPG’de eklendi tabi. Filistin, Azerbaycan/Ermenistan, Rusya/Ukrayna konusu ve yapay zeka.. Yapay zeka konusunda açılanan hedef, fırsat ve riskler çok yüzeysel geçiştirilmiş açıklama. Biz MicroChip’i yapamadan elin oğlu NanoChipe geçti. Biz daha Bigdata, yazılım güvenliği, arama motoru, işletim sistemini çözmeden  onlar Nano Chip’i de geçtiler. Yapay Bilinçte NanoTüp kullanıyorlar. Kuantum bilgisayarları kullanıyorlar, ki. Bu bilgisayarlar, Micro Chiple üretilen tüm teknolojilerin güvenlik bariyerlerini aşarak içine sızıp her türlü operasyonu yapabiliyorlar. Tabi MGK’nın gündeminde Chemistrail de yok, Starlinkler üzerinden RF ve Laser kullanımı da bizim gündemimizde değil. Zihin kontrol, NeuraLink, TransHumanizm, Nesnelerarası İletişim sebeb olacağı muhtemel sorunlar, Siber savaş, biyolojik savaş, BioRezonans tekniğinin insan, hayvan ve bitkiler üzerindeki etki mekanizması da herhalde gündeme alınmamıştır bile. 5G, RF etkisinin oksijen atomları üzerindeki yıkıcı etkisinin sebeb olacağı muhtemel riskler, bu etkinin insan, bitki, hayvanların davranışları üzerindeki manipülatif etkilerinin de gündem olduğunu sanmıyorum.

Biz daha Karbon ayak izi ve İklim komplosunu anlayamadık ki. @ProfSFindik “X”de 2022’deki Nobel fizik ödülü sahibi John Clauser’den bir alıntı yayınladı.  “İklim krizi” “karbon ayak izi” “metan gazı” sahtekârlığı konusunda ilginç tesbitleri olan Clauser, mesela Gazze konusundaki söylemi sebebiyle Üniversitesinden uzaklaştıracak olursa, bizim YÖK bu tür kişileri kabul edeceğini açıkladı.

Peki, bu tür açıklamaları sebebi ile bu kişilerin tekrar soruşturmaya tabi tutulmayacağını ya da can güvenliğini kim garanti edebilir? Mesela neden bizden kimse bu tür gösteriler ya da açıklamalar yapmaya cesaret edemiyor? Doç. Dr. Bilgehan Bilge’nin başına gelenleri biliyoruz. Bakın Clauser ne diyor:  "Çok emin bir şekilde iddia edebilirim ki, iklim açısından acil bir durum YOKTUR. Birçok insanı ‘üzecek’?! olsa da benim mesajım gezegenin tehlike altında OLMADIĞIDIR. (...) atmosferik karbon dioksit ve metanın iklim üzerinde ihmal edilebilir bir etkisi vardır. Hükümetin uygulamakta olduğu politikalar tamamen gereksizdir ve son bulmalıdır. Şimdiye kadar, iklimi kontrol eden baskın sürecin ne olduğunu tamamen yanlış tanımladık ve çeşitli modellerin hepsi eksik ve yanlış fiziğe dayanıyor. Baskın süreç, "bulut-güneş ışığı-refleksivite termostat mekanizmasıdır. Bulutların hepsi parlak beyazdır ve güneş ışığının %90'ını uzaya geri yansıtırlar, bu da onları iklim sisteminin en önemli ama en çok göz ardı edilen yönü haline getirir. Dünya'nın üçte ikisi okyanustur. Pasifik Okyanusu tek başına Dünya'nın yarısı kadardır. Dünya için ortalama bulut örtüsü %67'dir; karalar üzerinde yaklaşık %50 ve okyanuslar üzerinde %75. Bulutların yukarıdaki göze çarpan özelliklerinin bulmacanın eksik parçası olduğunu iddia ediyorum.”

Evet, Türkiye, İsrail’e karşı olduğunu söyleyen ama Netenyahu’nun da üyesi olduğu Siyonist HABAT örgütü ile yollarını ayıramayan bir görüntü ile, LGBT’ye karşı olduğunu söyleyip, kimlik kartlarına GENDER yazarak, “İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık, GREVİO’yu kapattık” deyip BM WOMAN’a diplomatik dokunulmazlık, yargı ve vergi bağışık, herkesle her türlü doğrudan ilişki, iş birliği yapma yetkisi vererek toplum hafızasında oluşan kaygıları nasıl gidereceğiz?

Buna benzer o kadar çok örnek verebiliriz ki.. Artık insanlar kulaklarını siyasilerin sözlerine verirken ayakları ile onların nereye gittiklerine bakıyorlar. Siyasetin bir güven müessesesi değil, şeffaflık ve denetim, hesap verebilirlik temelinde bir vekâlet müessesesi olduğunu, la yüs’el ve dokunulmaz, kutsal bir yapı olmadığını öğreniyorlar. Tek başına Korkuları ile tercihte bulunmamayı öğrenecekler. Raina dememeyi, unzurna demeyi; istişare ve şuranın ne demek olduğunu, ehliyet ve liyakatin önemini, Devletle hükümetin aynı şey olmadığını, devletin yasama, yürütme ve yargı diye, kuvvetler ayrılığının önemini, kanun devleti olmakla Hukuk devleti olmanın farkını, Hukuka uygun olmayan yasanın, polis gücünün suç aletine dönüşebildiğini, geç de olsa acı tecrübelerle öğreniyorlar. Selam ve dua ile.