Taşıyamıyorum artık!
Ve böyle yaşayamıyorum!
İdrak sınırlarım iflas etti ve dayanamıyorum!
''Bir imkan, mümkin dairesinden bir sebep, bir vesile bulayım'' diyorum yok bulamıyorum.
''Tekrar tekrar ne yapsam'' diye tekrar edip duruyor, ''Yarabbi taşınacak suyu göster, kırılacak odunu... Kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde, bileyim hangi suyun sakasıyım'' diye sorup duruyor, cevabını arıyor ama diğer yandan vardığımı sandığım her menzilde aradığımı bulurum diye de korkuyorum.
Konuşamıyor!
Yazamıyorum!
Her şey anlamsızlaşıyor ve kapana kısılmış hissediyorum!
Firar etmeye hazır bir aklın sahibi olarak kime ya da kendime ne söyleyeceğim ya da yazacağım da 10 aydır yaşanan vahşeti ve acizliğimizi ortadan kaldıracak bir bilinç sıçraması oluşacak? Kendimi ne sanıyorum?
I’LMEL YAQİYN-AYN’EL YAQİYN-HAKK’ÂL YAQİYN yaşanan vahşete ve çaresizliğe dayanacak, kırk yerinden çatlamayacak ayna varmı ki ben; bu titrek ellerle kimlerin yüzüne o aynayı tutacağımı zannediyorum!?
Yayınla(ya)madığım 40 yazı yazdım da ne oldu?
Gitmediğim konferanslar, yapmadığım konuşmalar neyi değiştirdi ki; bir Kassam'ın tek bir mermisine değişmeyeceğim alkışlar alan nice konuşmalar karşısında!

Sloganlar duydum, dualar işittim, küfürlere kulak verdim!
Yutkundum, aldıkça boğulduğum derin nefesler soludum, farkındasızlıkla ofladım, asabileştim.
Kaşları çatık, yap(a)madıkları yüzünden akları saç ve sakalında artmış, mütemadiyen huysuz, mutsuz ve aslında X'den izlediğim arş-ı alânın perdelerini yırtan bir Gazze'li annenin feryadına tıkamak için kulaklarımı; çaresizce yüksek sesle türküler, şiirler söyler halde, teselli ararken buluyorum kendimi;
‘’İşittim feryadını kırıldı belim
Gelmek mümkün değil bağışla beni, bağışla beni
Didindim çırpındım kapandı yolum
Gelmek mümkün değil bağışla beni

Hıçkırığın yaktı beni bitirdi
Özümden ruhumu aldı götürdü, aldı götürdü
Yüzünü görseydim bana yeterdi
Gelmek mümkün değil bağışla beni

Orda olsaydım silerdim yaşını
Döşüme alırdım güzel başını, güzel başını
Gelseydim öperdim de EY GAZZE toprak taşını
Gelmek mümkün değil bağışla beni…’’


Derisi vücudundan bıçakla soyulan Kul Nesimi gelip duruyor aklıma!
Övünç dolu ne nazireler yaptım bir bilseniz; ''Seninki de acı mı be'';
''
Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabî, Farisî, Kürdi, Türki bilmem kimseye minnet eylemem
Sırat-ı Müstakim üzre gözetirim Rahim'i
İblisin talim ettiği yola minnet eylemem...''
diyerek, Gazze'li Kassamilerin bedenlerinden soyutlanırken, kanatlanan ruhlarını görüyorken karanlık tünellerde!

Şiirler hücum ediyor zihnime sonra; saf çocuğu masum Anadolu'nun isyana hazır evlatlarıyla doluyken her bir yanım;
‘’Eyvah, eyvah, Mescid-i Aksa'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki, AKSA
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?’’
diye sesleniyorlar!

''Şimdi dövün Mescid-i Aksa, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Selahaddin Eyyubi ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen Yavuz Selim'in ordusu?
Nerede kardeşlerin, cömert Kabe, yeşil Ravza;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Gazze, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Mescid-i Aksa,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!''
dizeleriyle dizlerimin bağını çözüp duruyor necip bir milletin fazıl evladı ve soruyorum O'na, ''üstad, Kudüs'e ne zaman şiir yazacaksın?'' diye!

Kulak tözüme aşkedip durduyor Muavenet-i Milliye muhribinin, Golyat'a Çanakkale'de attığı torpiller. Akif alıyor kalemi eline ve yazıyor:
;‘’Şu Gazze Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En zalim orduların yükleniyor dördü beşi,
-Gazze’den yol bularak geçmek için Mescid-i Aksa’ya-
Nice ihanetle sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca ittifak ki ufukta ki hedef Anadolu
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir modern Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, zalim ve katil sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, siyonist kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Küreselciler, emperyalistler, işbirlikçiler
Ellerinde modern silahlar kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
İsrail’le berâber bakıyorsun: Amerika!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi pedofil, kimi Siyonist, kimi LGBT’ci, kimi bilmem ne belâ...’’

Sonra sokakta dalaşan köpeklerin ''Bizi uyutacak mısınız?'' diye sorarcasına acı acı havlamaları bölüyor düşüncelerimi;
''Yok'' diyorum!
''Endişelenmeyin! Nicemiz uyurken size sıra gelmez'' ve her ne kadar;
''korka korka
yana yana
her gün biraz daha derinden
her gün biraz daha kapkara duyarak ölümü
aç ve arkasız
köpekleşerek
yaşamak dersen
bu yürek
ÇAT DİYE ÇATLASIN ULAN''
diye haykıran Ahmet Kaya'yı açıyorum cep telimden.

Görmeseydim ve bilmeseydim diyorum!
Sayısını unuttuğum kez gittiğim Filistin topraklarına hiç gitmeseydim!
Şu sıcaklarda serinlemek için buz gibi bir Coca Cola şişesini tek nefeste içseydim, kayıtsız, vurdumduymaz, vicdansız bir halet-i ruhiye ile; ‘’hı! Gazze’mi? Orası neresi ki?’’ diyenlerin zümresinden olup, Starbucks kuyruğunda sıramı beklerken bir marlboro yaksaydım.
6 Şubat depremlerinin yaşandığı illerden birinde yaşayıp, o gün enkaz altında kalsaydım, naaşım bulunamasaydı, o moloz yığınları kabrim olsaydı!
N’olurdu kulakları tırmalayan sesiyle egzosundan siyah dumanlar atan bir ekskavatörün taş, toprak, demir yığınlarından avuçladığı kepçeyle bir kamyonun damperine konup, deniz dolgusunda kullanılan taşlarla birlikte karanlık derin sulara karışaydım da 7 Ekim’den bugüne yaşananlara şahit olup vebal dağından bir yükü omuzlamasaydım.
İçine düşmüş olduğumuz acziyet ve çaresizlik girdabında bir tomruk gibi döndüğümüzü görmeseydim!
Başları kopan bebeleri!
Gözleri açlıktan yuvalarından çıktığı halde can vermiş sabileri!
‘’Yasin! Oğlum! Şehid oldun ha! Bizi geçtin oğlum! Bak şimdi seni Resulullah karşılayacak! O’na Gazze’li Ümmetinin selamını söyle! Uğruna canımız feda ve biz O’ndan razıyız! O’na de ki ‘’Ya Resulullah! Ümmetinden şikayetçiyiz! Bizi terk ettiler! Bize sırtlarını döndüler! Halimizi anlat Yasin’’ diye şehid oğlunun yere uzatılmış naşının etrafında tavaf edercesine dönüp, hıçkırıklarla şu sözleri söyleyen babayı izlemeseydim!
İsmail Heniyye'mi şehid olmuş!?
Hiç tanımasaydım, kucaklaşmasaydım, elini tutmasaydım, sarılmasaydım ya O'na!
''Ya leyteniy küntü tûrabâ''
(Keşke toprak olsaydım)

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

'

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
Filistin'e girişi yasaklı Kudüs Rehberi
insta: @bulentsea
X: @bulentdenizim