İstanbul'da Sakal-ı Şerif ziyarete açıldı İstanbul'da Sakal-ı Şerif ziyarete açıldı

Sihir kavramı iki anlamda kullanılmaktadır:
Birincisi; cinler veya tabiatüstü olduğuna inanılan güçlerle yakınlık kurduğunu iddia ederek ve/veya gizli güçler atfedilen kemikler, cisimler, şekiller ve isimler gibi bazı nesneleri kullanarak iksir, tılsım, efsun vb. şeyler yapmak suretiyle ortaya koyulan işlerdir.

İkincisi; el çabukluğu, göz boyama, renk ve duyu yanıltması, yaldızlı sözler söyleme, çeşitli ilaç, kimyasallar, teknik aletler kullanma gibi yollarla insanlarda farklı bir algı oluşturmayı amaçlayan işlemlerdir. İslâm geleneğinde bu tür uygulamalar da sihir kavramıyla ifade edilmektedir.

Türkçede, sihir ve büyü kelimeleri eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Kadîm toplumlarda yaygın olmakla beraber tarihin her döneminde insanların ilgisini çeken ve varlığını devam ettiren sihrin, yukarıda ifade edilen unsurları kullanarak birine iyilik ya da kötülük etmek veya onu zararlardan korumak, maddî-manevî bir menfaat sağlamak gibi amaçlarla yapıldığı görülmektedir.

İslâm dini, sihirle uğraşmayı büyük günahlar arasında sayarak yasaklamıştır (Buhârî, Tıb, 48 [ 5764]). Kur’ân-ı Kerîm, sihirle uğraşanların âhirette nasibi bulunmadığını ve onların şerrinden Allah’a sığınılması gerektiğini ifade etmiştir.

"Onlar, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular; çünkü insanlara sihri, Bâbil’de iki meleğe, Hârût’la Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki bu iki melek, “Biz ancak imtihan vasıtasıyız; sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat onlar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de kendilerine fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (sihri) satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi!" (Bakara, 2/102)

Zira şeytan, cinler, ruhlar ve yıldızlar gibi varlık veya nesnelere Allah’ın kudreti üstünde bir güç nispet eden, onlarda olağanüstü bilgi ve güç iddiası varsayan bütün sihir türleri, İslâm’ın tevhid ve tevekkül inancına aykırı olup kişiyi şirke kadar götürebilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde, o günkü uygulamalardan biri olan düğüm yapıp sonra ona üflemek suretiyle sihir yapanların şirk koşmuş olduklarını ve nazar gibi etkilerden korunmak amacıyla bazı nesnelere sığınanların, Allah’ın yardımından mahrum kaldıklarını beyan etmektedir (Nesâî, Muhârebe, 19 [4084]).
"Müslümanın, kendisini her an koruyan, gözeten, dualarına icabet eden ilahî kudreti bırakıp Allah’ın verdiğinden başka bir gücü olmayan âciz varlıklara sığınması, İslâm’ın ilkelerine aykırı bir davranıştır."

Bunların dışındaki "göz bağcılığı, el çabukluğu, telkin gibi çeşitli beceri, teknik ve yöntemlerin kullanılması suretiyle insanları yanıltmaya, aldatmaya, zarara uğratmaya ve maddî-manevî yönden istismar etmeye yönelik davranışlar ise günahtır."

Bununla birlikte el çabukluğu ya da göz boyama gibi usulleri kullanarak sadece insanları eğlendirmek maksadıyla yapılan gösteriler dinen sakıncalı bir unsur barındırmadığı sürece bu kapsamda değerlendirilmez.

Sonuç olarak müminlerin sihir veya büyü kapsamında değerlendirilecek her türlü davranıştan özenle kaçınması ve bu tür işlerle meşgul olanlara asla itibar etmemesi, sihirbazların, cinci ve üfürükçülerin tuzağına düşmemesi gerekir. Sihre maruz kaldığını düşünen kişiler, çare olarak alacakları tıbbî destek yanında, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) öğrettiği dualarla Allah’a (c.c.) sığınmalıdır.

Büyü ve sihirden korunmak için ne yapılmalıdır?
İslâm dini, büyük günahlar arasında saydığı sihri şiddetle yasaklamış, Kur’ân-ı Kerîm’de sihir yapanların âhiretten nasibi olmadığı ve bunu yapanların şerrinden Allah’a sığınılması gerektiği vurgulanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) de sihir yapmayı yedi büyük günah arasında saymıştır.

Câhiliye devrinde sihir/büyü çok yaygındı. Cincilik, kâhinlik, yıldızlardan hüküm çıkarmak, fal oklarına başvurmak, iplere düğüm atıp üflemek gibi işlemler yapılırdı. Müşrikler bu durumun da etkisiyle işi, Kur’ân’ın bir sihir eseri olduğunu ileri sürmeye kadar vardırmışlardı.

Sihre ve büyüye karşı en etkili çözüm, Allah’a sığınmak ve O’na güvenmektir. Hz. Peygamber (s.a.s.), her şeyin şerrinden Allah’a sığınarak sürekli Felâk ve Nâs sûreleri ile Âyete’l-kürsî’yi okumuştur. Ayrıca o, torunları Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’i (r.a.) nazar, büyü ve benzeri olumsuzluklardan korumak için şu duayı okumuştur:

أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللَّهِ التَّامَّةِ، مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ، وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّةٍ
“Her türlü şeytan ve zehirli haşarattan ve bütün kem gözlerden Allah’ın eksiksiz kelimelerine sığınırım.”.

Bunun yanında sihre maruz kaldığını düşünen bir kimsenin, şifayı Allah’tan umarak güvendiği insanlara müracaatla kendisine Kur’ân okutması ve dua ettirmesinde bir sakınca yoktur. Din İşleri Yüksek Kurulu 28 Eylül 1979 tarih ve 1883 sayılı kararında Cenâb-ı Hak’tan şifa umarak hastalara Kur’ân-ı Kerîm ve şifa ile ilgili dualar okumanın caiz, halkı kandırmak ve gaipten haber vermek amacıyla üfürükçülük yapmanın ise dinen yasak olduğunu belirtmiştir.

Sudanlı eski büyücünün itirafları