Peygamberimizin (sav) yaşadığı dönemde engellilerin eşit insan muamelesi görmeleri ve toplum hayatına katılmaları, onlarla ilgili Kur’ân âyetlerinin indirilmesi ile mümkün olmuştur. Hz. Peygamber (sav), Kur’ân’dan ilham alarak, engelli insanlara özel ilgi ve şefkat göstermiş ve onları değişik sosyal hizmet uygulamalarıyla toplumun faydalı bir unsuru haline getirmiştir. Engelli haklarının kaynağı Kur’ân olmakla birlikte Hz. Peygamberin (sav) de bu doğrultudaki engelli dostu yaklaşımları takdiri şayandır. Bu yazıda 3 ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ münasebetiyle kısaca İslâm’ın engelli dostu sosyal politikalarının temel ilkeleri açıklanacaktır.

Engellilerin Toplumdan Dışlanmama ve Toplumla Sosyal Kaynaşma Hakkı

İslâm’ın engelli dostu sosyal politikalarının temeli, engellilerin toplum hayatından dışlanmamaları ilkesine dayanmaktadır. Abese suresinin ilk âyetlerinde, Hz. Peygamber (sav) ile görme engelli sahabi Abdullah b. Ümmi Mektûm arasında engellilerin toplum içindeki yerinin doğru belirlenmesi açısından önemli bir olay anlatılmaktadır.

Kureyş’in ileri gelenlerine İslâm’ı anlatırken Abdullah b. Ümmi Mektûm, Hz. Peygamber’in (sav) bulunduğu meclise girmiş ve İslâm konusunda kendisinin aydınlatılmasını istemişti. O’nun bu tutumu, belki de misafirleriyle yeterince ilgilenememe düşüncesiyle Hz. Peygamber’in (sav) pek hoşuna gitmemiş, sözün kesilmesini istememiş, bundan dolayı ona karşı ilgisiz davranarak yüzünü çevirmişti.Yüce Allah, Hz. Peygamber’in (sav) bu ilgisiz tavrını hoş karşılamadığı gibi onu sırf bu yüzden uyarmıştır:

“(Peygamber), âmânın (görme engellinin) kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. Ne bilirsin, belki o temizlenecek? Veya öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. Kendini muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysaki onun temizlenip arınmamasından sen sorumlu değilsin. Fakat sen, koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle de ilgilenmiyorsun.”

Âyette geçen ifadelerden anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber (sav), olay esnasında Mekkelilerin önde gelenlerine İslâm’ı tebliğe fazlaca kendini kaptırmıştı. Çünkü O, kendilerine dinî tebliğ ettiği kişilerin Müslüman olacaklarını ümit ediyordu. Görme engelli Abdullah b. Ümmi Mektûm’un ihmal edilmesi, onunla ilgilenilmemesi Allah tarafından hoş karşılanmamıştır.

Olaydan sonra Hz. Peygamber (sav), Abdullah b. Ümmi Mektûm’un yanına her gelişinde ona “Ey hakkında Rabb’imin beni itâb ettiği (uyardığı) zat merhaba!” der ve urbasını altına sererdi. Âyette Hz. Peygamber (sav) açıkça uyarıldığı gibi, aynı zamanda âmâ olan Abdullah b. Ümmi Mektûm da engelli olmayan kimselere nasip olmayacak bir şerefle ödüllendirilmiş ve neticede toplum içinde dışlanması engellenmiştir.

Hicretten sonraAbdullah b. Ümmi Mektûm, görme engelli oluşu yanında evinin mescide uzaklığını ve kendisini mescide götürecek kimsesinin bulunmayışını da mazeret göstererek, namazı evinde kılabilmek için Hz. Peygamberden (sav) müsaade istemişti. Hz. Peygamber (sav), “Sen namaz için ezan okunduğunu işitiyor musun?” diye sordu. O, “Evet” cevabını verince, Hz. Peygamber (sav), “O halde davete icabet et, cemaate gel” buyurdu ve kendisine bir refakatçi tayin etti. Hz. Peygamberin (sav) görme engelli bir insanı toplumdan dışlamayarak onu cemaat içinde bulunmaya teşvik etmesi ve bunun için de gerekli kolaylıkları sağlaması, engellilerin toplum hayatından koparılmaması gerektiğini göstermektedir.

Engellilere Pozitif Ayrımcılık Hakkının Verilmesi

Hz. Peygamber (sav), engellilerin özel fizikî konumlarını dikkate alarak, yapamayacakları işleri hiçbir zaman teklif etmemiştir. Mesela onların savaşlara iştirak etmelerini uygun görmemiştir. Nitekim: “Müminlerden oturanlarla, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihat edenler eşit olamazlar.” âyetivahyedildiğindeİbn Ümmü Mektûm, Hz. Peygambere (sav) gelerek, görme engelli oluşu dolayısıyla cihada güç yetiremeyeceğini belirtmiş, ardından yukarıdaki âyetin “Mazeretleri olanlar müstesna” (“özürlü/engelli olanlar hariç”), kısmı da âyete eklenerek inmiş ve dolayısıyla onun gibi kimselerin özrü geçerli kabul edilmiş ve yurt savunmalarına katılma yükümlülükten muaf tutulmuştur.

Yüce Allah, böylece engelli kişilere günümüzün hukukî yaklaşımıyla pozitif ayrımcılık hakkı tanımış ve bazı sorumlulukları yerine getirme noktasında onlara muafiyetler getirmiştir. İşte ilgili âyet, bu anlamda hukuk tarihinde engellilere ilk kez pozitif ayrımcılık ilkesini getiren evrensel nitelikte bir çağrıdır:

“Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihat edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (müminlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) vaat etmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Savaşa fiilen katılanların, geride kalanlardan üstün olduğunu, ancak özrü (mazereti) olanların bu hükmün dışında tutulduğunu bildiren bu âyet sayesinde engelliler, maddî ve manevî boyutuyla koruma kapsamına alınmıştır. Buna bağlı olarak Hz. Peygamber (sav), engellileri savaş gibi ağır bedenî güç ve sorumluluklar isteyen işlerden ve görevlerden uzak tutmuş, bu alanda engellilerin lehine belirli muafiyetler getirmiştir.

Engellilere İstihdam Hakkının Verilmesi

Modern sosyal hukuk sistemlerinde insan hakları bağlamında kabul edilen pozitif ayrımcılık ilkesi, fırsat eşitliği ve sosyal hayata tam katılım kapsamında toplumda engellilik gibi özel durumları gereği sosyal yönden korunması gereken dezavantajlı gruplara bazı imtiyazlar (özel haklar) getirmektedir. Sosyal İslâm, ayrımcılığın olumsuz yansımalarını ortadan kaldırmak veya bizzat kendisini bertaraf etmek veya ayrımcılığı önlemek maksadıyla korunmaya muhtaç kişilere yönelik olarak pozitif ayrımcılığı alternatif bir uygulama biçimi olarak 14 asır önce benimsemiştir.

Nitekim ayağından sakat olduğu halde Muaz b. Cebel, Medine İslâm devletinin başkanı olan Hz. Peygamber (sav) tarafından o günün en büyük idarî makamlarından sayılan valilik görevine tayin edilmiştir. İdarî görev üstlenme noktasında aynı (belki de daha) nitelikte olan adaylar arasında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer olduğu halde bir devlet adamı olarak Hz. Peygamber (sav), pozitif ayrımcılık yaparak, tercihini Muaz’dan yana yapmış ve onu Yemen valisi olarak tayin etmiştir.

Velhâsıl

Dünya, engelliler gününü kutlasın, lakin engelli haklarının İslâm’ın doğuşu ile birlikte tesis edildiğini, Peygamberimizin (sav) de engelli, hasta ve dolayısıyla desteğe muhtaç insanlara yapılacak her türlü iyilik ve yardımın yani toplumsal fayda sağlayacak her eylemin sadaka olarak değerlendirmiş olduğunu da özellikle Müslümanlar hatırlasın.

Hz. Peygamber (sav), bir hadisinde doğan her gün için sadaka verilmesi gereğinden söz ettiğinde sahabe, kendilerinin bu kadar mal varlığının bulunmadığını hatırlatınca O (sav), maddî nitelik taşımayan fakat sosyal hizmet içerikli sadaka türlerinin de bulunduğunu şöyle ifade etmiştir:

“Âmâya (görme engelliye) rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, muhtaç bir kimseyi ihtiyacını tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, derman arayan dertlinin imdadına koşman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadaka çeşitlerindendir...”

Dünya, engelli sorunun çözümünde de İslâm’ın temel sosyal ve manevî ilkelerine muhtaçtır.

Prof. Dr. Ali Seyyar

 

[1]Ku’ân, Abese (80): 1-10.

[2]Ku’ân, Nisa (5): 95.

[3] Kur’ân, Nisa (5): 95-96.

[4]Ahmed b. Hanbel; 1982: 168-169.