Meşhur İslâm âlimi İbn Arabi, ‘Kur’ân Seferi’ni ‘Furkan’ bağlamında izah etmiştir. Nitekim Kur'ân, genel anlamda insanlara hidayet olarak indirilmiş olduğu gibi, “Furkan”, yani Hak ile batılı ayırt eden hükümler de ihtiva etmektedir. Bu anlamda herkesin Kur’ân’dan bir nasibi vardır ki bu haddizatında ‘Furkan’dır.

“Ramazan ayı ki onda Kur’ân, insanlara hidayet (yol) gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler (Furkan) olarak indirildi.” (Bakara: 185).

“Bunları daha önce insanlar için birer hidayet rehberi olarak indirdiği gibi, hak ile bâtılı birbirinden ayırt eden Furkan'ı da indirdi.” (Al’i-İmran: 4).

Görüldüğü üzere her iki âyette de El-Hadi; hidayet edici vurgusu ile Furkan’ın manası ile irtibatlıdır. Buna göre hidayete eren bir kişi, yani Müslüman, imanî inkişafı nispetinde yani mümin vasfını kazanarak, manen ilerledikçe Furkan vasfını da taşımaya başlar. Bir başka ifadeyle Furkan; müminin istidadı nispetinde Kur’ân-ı Kerim’i anlama seviyesidir. Bu bağlamda İbn Arabi, “Kur’ân ehli olmanın en alt derecesi, kişinin Kur’ân’ın kelimelerini hıfzetmesidir. Şayet Kur’ân’dan ezberleyerek, yüklendiği bu kelimelerle ahlâklanır ve bunu sıfatı haline getirirse” mananın hâsıl olacağını söylemektedir.

Bu manada şahsî olarak ahlâklanmak, ahlâkî bir hayat yaşamak, Kur’ân ahlâkına göre ahlâklanmak, “anlamanın” ve “idrak etmenin“ bir ilk hâsılıdır. Ahlâklı olmayan bir insan, Kur’ân’ı anlayamaz. Kur’ân’ı anlayabilmek için, ahlâklı ve dürüst olmak şarttır. Üstelik “anlamak” da aslında işin sadece başlangıcıdır. Bunun bir ileri boyutu, ikinci bir sefer olarak  “âyetleri görme ve ibret alma seferi”dir. İbret almak, manevî yönden üst bir mertebedir ki, Kur’ân-ı Kerim’e göre bunlar, ‘ulu’l-ebsar’ yani basiret sahibi vasfı taşıyan müminler için söz konusudur.

Kutsiyet nuruyla aydınlanmış kalbin maddî ve manevî âlemdeki hakikatleri görme yeteneği anlamında basiret, Kur’ân-ı Kerîm’de “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” manalarında kullanılmış ve bu bakımdan manevî körlük veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir (el-En‘âm 6/50, 104; Hûd 11/24; el-İsrâ 17/72).

Hal böyle olunca ‘Furkan’ ilk önce “anlamak” sonrasında “hakikatleri keşfedebilmenin bir sonucu olarak ibret almak” ile ilgili bir manayı karşılamaktadır. Bir diğer yönüyle “anlamak”, Kur’ân-ı Hâkim’in ifadesiyle kalbe dair bir vasıftır. Başka bir ifadeyle “anlamak”, bir kalp mertebesinin hâsılıdır. Sürekli günah işleyen ve ahlâktan uzak yaşayan insanların kalpleri, nurdan uzaklaşır. Dolayısıyla körelen kalpler, “anlamak”tan ne kadar uzak kalırsa (A’raf, 179) imanlı kalpler de “anlamak” ve hatta “ibret almak” noktasında da ilerlemeye o kadar müsaittir.

Kur’an-ı Hâkim, kendi içinde birçok manayı mertebeleriyle barındırmaktadır. Bu manada olmak üzere hem onu okumanın, hem de idrak etmenin mertebeleri söz konusudur. Hikmet, hakikati mertebeleriyle idrak etmek demektir ki herkes öncelikle kendi mertebesince manayı ihata etmektedir. Anlamak, aynı zamanda ikinci olarak “El-Mufassıl” ismi ilahisine mazhar olmak demektir, ‘hikmet’ de ‘tafsil’ ile ilgilidir. Kur’ân-ı Hâkim, âyetleri tafsil edilmiş yani ayrıntılarına inerek açıklanmış bir kitaptır;

“Elif Lam Ra; Bu Kur’ân, El-Hâkim ve El-Habir’den, âyetleri muhkem kılınmış ve tafsil edilmiş bir kitaptır.” (Hud: 1).

“Bu bilen bir kavim için Arapça bir Kur’an olarak ayetleri tafsil edilmiş bir kitaptır.” (Fussilet: 3).

“Bilen bir kavme ayetleri tafsil ediyoruz.” (Tevbe: 11).

“Anlayan bir kavim için ayetleri tafsil ettik.” (En’am: 98).

Tafsil ile ilgili âyetlerde bilen (ilim sahibi) ve anlayan (fekahe) kavme yapılan vurgu, bu mananın belli bir mertebeye dair olduğunu ifade etse gerek. Kur’ân-ı Kerim’e göre “anlamak”, kalbe dair bir vasıf olduğuna göre bu minvalde tafsil, hem bir ilim, hem de kalp mertebesi ile ancak idrak edilebilir. Nitekim Yusuf sûresinde tafsil, en üst akıl mertebesi ile ilişkilendirilerek, zikredilmektedir:

“Kesinlikle, onların (Enbiya ve Evliyanın Kur’ân’da anlatılan) kıssaları, en temiz/en üst akıl/vicdan sahipleri (ulu’l-elbab) için ibretler içermektedir. Bu Kur'ân uydurulmuş herhangi bir söz değildir. Bu Kur’ân, kendinden öncekileri tasdik eden ve tafsil eden, inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.” (Yusuf: 111).

Her şeyi ayrıntılı bir biçimde açıklayan Kur’ân’ı ve içinde yer alan ibret dolu kıssaları ve bilgileri, gerçek anlamda akıl, kalp ve vicdan sahibi olan müminler idrak edebilir. Manevî ve ilmî farkındalıklı bir hayat için, kalben akletmek gerekir. Dolayısıyla pozitivist bilim insanlarının rasyonel aklı, Kur’ân hakikatlerinden bırakınız ibret almayı veya ders çıkartmayı, Kur’ân’ın temel kavramlarını dahî anlamaktan âcizidir. Ancak iman varsa, Kur’ân’ı “anlama” ve “Furkan” varsa “hikmetlerden ibret alma” imkânı hâsıl olur.