Bazıları uzayda yeni bir hayat arayışında, bazıları ise Mars’ta yeni koloniler kurma hayalinde. Bütün bunlar kıyamet senaryolarına karşı bir nevi hazırlık mahiyetinde girişimlerdir. Bazı yarı akıllı girişimciler ise her türlü ihtimale karşı yer altına lüks ve devasa sığınaklar inşa etmektedir. ABD’nin Kansas Eyaletinde yer altına inşa edilen sosyal bir sığınak, Amerikalı milyonerlere başta kıyamet olmak üzere ekonomik çöküntü, güneş patlamaları, terörist saldırılar,kıtlık ve küresel felaketlerde ‘sağ kalma garantisi’ veriyor. Yeraltına inşa edilmekte olan lüks “Kıyamet Sığınağı”, müşterilerine havuz, sinema salonu, tıp merkezi ve kütüphane gibi hizmetler de sunuyormuş.

Yaklaşık 7 milyon dolarlık kat satışı yapan binanın geliştiricisi Larry Hall, hâlihazırda birkaç alıcı ile şimdiden anlaşmış. Felaket senaryoları için hazırlık yapan müşterilerinin güvenli bir barınak arayışı içerisinde olduğunu söyleyen yatırımcı Hall, felaket senaryolarından paranoya derecesinde endişe eden insanların dahî 9 feet kalınlığında ve 53 metre yer altına uzanan çelik ve beton duvarlar içerisinde kendilerini güvende hissettiklerini söylüyor. Peki, bu gelişmeyi biz İslâm açsından nasıl yorumlamamız gerekiyor?

Kıyametten Korkmak, Küfrün Alametidir

Medeniyetin sonunun geldiğine ve kıyametin her an kopacağına saplantı hâlinde inanan birçok materyalist zengin, öl(dürül)me kaygısına karşı her çeşit tedbire müracaat etme ihtiyacı duymaktadır. Özellikle Allah’a ve ahirete iman etmeyen ve/fakat kıyametin de bir gün kopacağına inanan ve dünyadaki şatafatlı hayatlarının birden sona ereceği endişesi yaşayan zenginlerin kaygı düzeyi daha yüksektir. Böyle kişiler, imansızlığın derecesine göre dünya hadiselerin tazyikatının etkisi altında kalır. Dünya nimetlerini doyasıya yaşamak ve bunları kaybetmek istemeyen zengin kâfirler, kendilerini hep korku çemberinde hisseder. Ölümden ve mutlak ölümü hatırlatan kıyametten korkmaları ve hayatî tehdit olarak gördükleri her türlü ölüme karşı çareler aramaları, bu küfür yüzündendir.

Akıllarınca tedbir almaları ise beyhudedir. Çünkü Allah, Kur’ân-ı Kerim’de yer altında veya üstünde değişik fizikî/mimarî tedbirler alıp ölümden kaçmak isteyenlere hiçbir şans tanımayacağını açıkça beyân etmektedir: “Nerede olursanız olun, isterse sağlam yapılı kaleler içinde bulunun, ölüm gelip sizi yakalayacaktır.” (Nisa: 78).

Müminler Kıyamete Manevî Yönden Hazırlıklıdır

Ahiret inancı, gaflet ve belki de dünyevî unsurların etkisi ile beyinlerde ve ruhlarda tam olarak gelişemediği için, öbür âlem, karanlık bir muamma gibi algılanabilmektedir. Hâlbuki öbür âlemin varlığı, dinî kaynakların yanında kalbî aklın manevî işaretleri boyutuyla da bir gerçektir. İnsan, er veya geç yokluğa ve meçhule değil sevdiklerinin gittikleri âleme geri dönüşü olmayan bir yolculuk yapacaktır.

Her hadise, Müslümanı ölümü ve ahireti hatırlatır. Özellikle musibetler, bir insanın acziyetini gösterdiği için, zihnî plânda kulluk şuurunun oluşmasını da sağlamaktadır. Bu durumda şuurlu bir Müslüman, ahirette hesap vereceğini daha yakin hisseder ve Yaratan’ın rızasını kazanacak bir şekilde hayatına yeniden bir şekil verir. Musibet gibi görünen her hadise, Müslümana manevî bir bakış ufku kazandırdığı için, onu ilâhî bir hediye olarak algılanmaya başlar.

“Dünyadaki sıkıntı anları, ahiretteki sıkıntı anlarını yok eder” (Câmiü-s-Sağir; C. 3: 2319) hadis-i şerifin müjdesiyle mümin, her türlü olumsuzluklar karşısında teslimiyet ve tevekkül içinde sabreder. Dolayısıyla müspet ahiret inancı, şuurlu Müslümanın hem sabretmesine, hem durumuna rıza göstermesine, hem de şükretmesine önemli derecede yardımcı olmaktadır.

Ölümü hatırlatan bazı ciddî sıkıntılar ve haricî şartlar, gaflet penceresinden bakıldığında korkunç gelebileceğinden dolayı dehşet verici görünebilir. Doğrusu ne bir savaş, mutlak anlamda ölüme bir davetiye, ne de barışçı bir ortam ölüme büsbütün kapalıdır. İnsan, şu veya bu şekilde değişik tehlikelerle burun buruna gelebilir ama yine de canına herhangi bir zarar gelmeyebilir. Ancak er veya geç herhangi bir sebebe bağlı olarak bu hayata bir gün veda edecektir.

Aslında manevî yönüyle ölüm ile hayat arasında bir tezat mevcut değildir. Birbirini tamamlayan bu iki kardeş kavram, sadece dünyevî ve uhrevî hayata vurgu yapar. Ancak her iki hayat da netice itibariyle hayattır, biri kısa bir yaşama süreci tanıması açısından geçicidir, diğeri ise ölümsüzlüğün ilk basamağı olması açısından ebedîdir.

Hayat, bunun için bir bütündür ve her bir hayatî unsur diğer unsurlarla sürekli olarak irtibatlıdır. Dünyevî hayatın sonu olan ölüm ise, ebedî hayatı sağlayan bir mekân değişikliğinden başka bir şey değildir. Dünyevî hayat, büsbütün değersiz değildir. Ebediyete yapılacak yolculuğa bir hazırlık ve imtihan mekânı olmasından dolayı dünya hayatı değerlidir, iyi değerlendirilmesi gereken bir zaman dilimidir. O zaman dilimini değerli kılabilmenin yolu da, ruhun bedeni terk ettikten sonra da hayatın devam edecek olmanın inancı ve şuuruyla yaşamaktan geçer. Bu bağlamda iman, ne zaman vukuu bulacağını bilemeyeceğimiz kıyamet için de güven verici bir olgudur. Nitekim Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:

“Bir Müslüman, her daim ölüme hazırlıklı olduğunda kesin olarak meydana gelecek olan kıyamet gününde de Allah’ın inayetini görecektir. Çünkü Allah, o gün önce müminlerin ruhlarını alıp ahirete göçmelerini sağlayacak. Ancak ondan sonra kıyamet, insanların kötüleri ve kâfirler üzerine kopacaktır. (Buhârî; Fiten: 5; Müslim).

Kıyamet haktır. Ama ne zaman vukuu bulacağını ancak Allah bilir. Ölüm de kaçınılmaz ve mukadderdir. Her nefis ölümü tadacağına göre inanan her insan, Yaratan’dan güzel bir ölüm ve ebedî dünya için güzel bir başlangıç dilemelidir. Ölümü düşünmek, insanın kötü alışkanlıklarından ve yaklaşımlarından (kumar, fuhuş, içki, şiddete temayül vb.) uzaklaşmasına yardımcı olur ve bununla birlikte yaşanmakta olan zamanın öneminin anlaşılmasına ve kişisel manevî gelişimine katkıda bulunur. Ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunun şuuruna eren bir Müslüman, bir gün hesap vereceği inancından kaynaklanan bir anlayış ile sorumluluk duygusu içinde bir hayat yaşar. Böyle bir kişi, daha huzurlu bir hayat yaşar.

Çünkü ahirete ve kadere tam olarak iman etmenin hiç sönmez nurlu tezahürleri, Müslümanın manevî imdadına yetişecektir. Madem ötelerde çileli bir dünya hayatından daha güzel ve kalıcı bir âlem bizleri bekliyor o hâlde bir Müslüman için kıyamet ve(ya) ölüm, bir korku ve şikâyet konusu olamaz. Tam aksine ölüm, Allah’a kavuşmanın ve ebedî huzura erişmenin ilk basamağıdır. Ezcümle; kıyamet bağlamında müminlerin yer altı lüks sığınıklara ihtiyacı yoktur.