Lloyd George'un başbakanlığındaki Britanya savaş kabinesindeki dışişleri bakanı Arthur Balfour'un girişimiyle başlatılan ve sonuçta Filistin'de bir Yahudi devletinin -İsrail- kurulmasıyla sonuçlanan Balfour DeklarasyonuSiyonizmin  zaferiydi.

Bu etekli gaydacı İskoç Arthur BalfourTürk Kurtuluş Savaşı'ndaki Türk direniş hareketinin muzaffer başkomutanı Mustafa Kemal Paşa için "tüm korkunç Türklerin en korkuncu/ most terrible of all the terrible Turks" demişti.

Petrolün hatırına!..

Merkantalist anlayışın kalesi Birleşik Krallık; Sanayi Devrimi sonrasında sömürgelerinden elde ettiği hammaddeyi ve işlediği mamülleri pazarlara taşımak için ticaret filosu ve donanmasının gereksinim duyduğu yakıt tedarikini hem çeşitlendirmek istedi, hem de sürdürülebilir enerji kaynaklarına yöneldi.

ABD'de Pennsylvania'da petrolün keşfi enerji tedarikinde dengeleri değiştirebilirdi. Petrolün kömür gibi enerji kaynağı olması İngiliz yönetimini  harekete geçirdi. Tüm maden mühendisi ve jeologlarını Avrupa'ya, Ortadoğu'ya, Afrika'ya ve Orta Asya'ya gönderdiler. Buralarda petrol bulunabilecek yerlerin saptanması için araştırmalar yaptırdılar.

Bu araştırmalar, petrol yataklarının çoğunlukla Türk yönetimindeki Mezopotamya, Suriye, Mısır, Trablusgarp, Tunus ve Cezayir'de olduğunu ortaya koymuştu. Kömürün yerini alacak olan petrole sahip olmak demek, dünya üzerindeki sanayiyi, fabrikaları, üretim araçlarını harekete geçirecek gücü elinde tutmak  demekti.

Teknolojideki devrim, kömür/buhardan petrole geçişti. İngiliz Kraliyeti, 19. Yüzyılın ikinci yarısında kömürden daha kaliteli, daha kullanışlı yeni bir enerji kaynağı Petrolün Ortadoğu'da keşfiyle, bu kaynağa ulaşılabilir erişilebilir politikalar belirledi.

Başka türlü vahşi kapitalizmin çarkını döndürmesi nasıl olacaktı? Petrol kaynaklarının bulunduğu coğrafyaya nüfuz edebilmek için  misyonerlik başta olmak üzere her şeyi denediler. Öncelikle farklı etnik topluluklar arasında dini ayrılıkları pekiştirdiler. Ortodosk kartına ayrı Katolik kartına ayrı oynadılar.

Protestanlar, misyoner okullarında Türk devletine isyan edecek kadroları yetiştirdiler. Ulus devlet fikri ile önce Yunanlıları, Bulgarları, Ermenileri, Arnavutları  isyan ettirdiler. Vurucu darbeyi, din kardeşlerimiz Araplarla indirdiler. Onların da başına Siyonizm çorabını ördüler. Zengin Yahudilere Siyonizm masalı ile İngiliz çıkarlarının maliyetini yüklediler. Derenin taşı ile iki belki üç kuş vurdular.

Bu İngiliz politikasının temel nedenlerinden birinin Filistin'de bir Yahudi ulusal yurdu oluşturma çabası olduğu söylenirken, ikincisi ise İngiliz kolonilerinin, özellikle de Hindistan'ın güzergahı üzerindeki stratejik coğrafi konumundan kaynaklanıyordu. 

Filistin, Süveyş Kanalı'nın doğusunda yer aldığından Hindistan'a, Cebelitarık'a, Akdeniz'e, Kızıldeniz'e, Aden Körfezi'ne, Umman Denizi'ne ve tabii ki stratejik Süveyş Kanalı'na giden en kısa ve en kolay deniz yollarını sunuyordu. Kıbrıs'tan sonra Filistin kolonisi de İngilizler için hayati öneme sahipti.

Ancak Siyonizm, İngiliz viski şişesinde durduğu gibi durmadı. İngilizlerin Filistin Manda yonetiminde, sığıntı gibi Araplarla koyun koyuna yaşamaktansa kendi devletlerinde bağımsız yaşamayı tetcih ettiler.

İngilizlerin manda yönetiminde Arapları ve Yahudileri  aynı torbada  tutabileceklerine dair  planlarını alt üst eden İsrail Devleti'nin kuruluşunun özünde, komşuları olan Arapları sömürgeci bir mülksüzleştirme eylemi, geri dönüşü mümkün olmayan bir süreci başlattı.

İsrailoğullarının yeni ülkesinin resmi ideolojisi Siyonizm; Rusya ve Doğu Avrupa'daki önde gelen Ortodoks ve ultra-Ortodoks hahamların çoğu tarafından eleştirildi. 

Siyonizmin miadı doldu, birleşen kalplerden ayrılan yollara!..

Küresel Anglosakson ittifakı; artan enerji ihtiyacını eski sömürgelerinden daha düşük maliyetle tedarik için neredeyse  100 yıldır sürdürdüğü yol ve partner araýışının sonuna geldiğini düşünüyor.

Bu yeni süreçte İsrail gibi yapay bir devletin yeri yok. Bu makalenin gayesi de kısmen bu konuyu açıklığa kavuşturmak.

Her etnik toplum, İngiliz çıkarlarına hizmet ettiği sürece değerlidir!..

Başlangıçta, Yahudi vatanı fikrini destekleyen Balfour Dekarasyonu'nu 2 Kasım 1917'de yayınlayan İngiltere, bugünkü Ürdün, İsrail ve Filistin'i kapsayan toprakraları, Avustralyalıların da yardımıyla Siyonizm'e ve Arap milliyetçiliğine aynı şekilde şiddetle karşı çıkan Türklerden aldılar.  Dünya Savaşı sırasında General Edmund Allenby komutasındaki kuvvetler, Türk  birliklerini yenerek Filistin'i ele geçirdi.

İngiliz Manda yönetimi, 1930'a kadar serbest göçe de izin verdi, sonra durdurdu ve sonra tersine çevirdi. Mandanın planladığı sayının altında çok az Yahudi geldi; bu, yaşayabilir bir Yahudi devleti kurmaya yetecek kadar değildi. Yahudi nüfus 1931'de yalnızca 134.000 civarındaydı.  

Dolayısıyla 1930'a kadar Britanya'nın İsrail'in kuruluşunda olumlu bir rol oynadığı söylenebilir. 7 Mayıs 1939'da Britanya Hükümeti, "Beyaz Kitap"ı yayınladı. Bu, Yahudi göçünü sonraki 5 yıl içinde 75.000, yılda 15.000 ile sınırladı. Araplarla flörtleşen  İngiltere, 11 Temmuz 1947’de Yahudi göçüne yönelik kısıtlamaları sıkılaştırdı.

Ayrıca Araplarla  Manda yönetimi, bir anlaşmaya vardı. Ülkeye 10 yıl içinde bağımsızlık verilecekti ve bu da neredeyse kesin olarak Arap yönetimindeki bir devlette bir Yahudi azınlığın oluşmasıyla sonuçlanacaktı. Bu, İngilizlerin bir Yahudi vatanı ve nihai bir Yahudi devleti fikrine verdiği desteğin sona erdiğini gösteriyordu.

Böylece Britanya, o noktada Yahudi davasının düşmanı haline geldi. Britanya, geri kalan 9 yılını Beyaz Kitap'ı yürürlüğe koymak için uğraştı ve Yahudiler de bu yılları onu boşa çıkarmak için harcadı. Kraliyet Donanması, izinsiz Yahudi göçünü önlemek için görevlendirildi ve büyük ölçüde başarılı oldu.

Londra'nın sömürge halklarının  kendi kaderini tayin etme taleplerini kabul etmeden,  çok uluslu bir İngiliz Milletler Topluluğu'na dahil olmaları yönündeki  teorik çıkarımları açısısından Siyonizm de yararlı bir ideolojik araç olarak  kullanılabilecekti. Ama anti Siyonist Türk Yahudisi Roni Marguiles’in "Bugün Pazar, Yahudiler Azar" kitabında yazdığı gibi Yahudilerin hesabı, İngilizlerin çarşısına uymadı.

Haganah, İngiliz varlıklarına saldırdı. Irgun+Lehi (Stern) daha da ileri giderek İngiliz askerleri ve yöneticilerini öldürdü. Bu, İngilizlerin 15 Mayıs 1948'deki son geri çekilmesine kadar devam etti. Filistin'deki Birleşik Krallık hakimiyeti 1948 yılına kadar devam etti.

Bu hakimiyet, İsrail'in 1948 yılında kurulması sonucunda Filistin Mandası'nın yıkılması ile son buldu. 1948 yılında İsrail'in bağımsızlığını ilan etmesi, akabinde 1948 Arap-İsrail Savaşı'nın başlamasıyla İngiliz Kraliyeti'nin sadık yavrusu Ürdün Haşimi Krallığı, Batı Şeria'yı, Mısır ise Gazze Şeridi'ni işgal ederek bu bölgelerin İsrail'in eline geçmesini engelledi. Tüm bu olaylardan sonra İngiliz manda yönetimi, 1948'de resmen ve fiilen sona erdi. L Holokost: İsrail'in doğuşunda faktördü.

Türkiye; ülkesinden  göç eden Yahudilerin hatırına İsrail’i 28 Mart 1949'da tanıdı ve İsrail nezdindeki ilk diplomatik temsilciliği 7 Ocak 1950’de resmen açıldı. Oysa nerdeyse 100 yıldır kendisini Yahudi Hamisi ilan eden İngiltere, 28 Nisan 1950’de İsrail'i hukuken tanıdı.

Birleşik Krallık, Siyonizm’i çıkarlarının önündeki engel görüyor!..

1971’de Birleşik Krallık yönetimi, yedi İngiliz büyükelçiliği diplomatlarından Whitehall de yerleşik kurumların ilgili birimlerinden Avrupa'daki ve ABD'deki Yahudi cemaatlerini ve Siyonist faaliyetleri değerlendirmelerini  istedi.

Toplanan bilgiler; Yahudilerin mali gücü, ikili bağlılık ve aşırı siyasi nüfuz gibi Yahudi karşıtı düşünceleri de yansıtıyordu. İngiltere’de, Yahudi karşıtı olaylar arasında fiziksel saldırılar, taciz, mülke saygısızlık, vandalizm ve nefret dolu konuşmalar ile ırkçı mektuplar ve yayınlar, bir önceki yıla göre  artış gözetiyor.

Yahudi cemaatine yönelik tehditleri analiz eden ve Yahudi cemaati kurumlarına koruma sağlamak için polisle koordineli çalışan bir kuruluş olan Community Security Trust’un, Temmuz 2003 ile Haziran 2004 arasında 511 Yahudi karşıtı olay kaydetmesi, İngiltere kamuoyundaki anti semitizmin yükselen dalga olması hususunda bir fikir verebilir.

GlobeScan ve BBC Dünya Servisi için Uluslararası Politika Tutumları Programı tarafından 2014'te yapılan bir ankete göre, İngiliz kamuoyu, İsrail'e büyük ölçüde olumsuz bakarken İsrailliler, Birleşik Krallık'a olumlu bakıyor: İngiliz halkının yüzde 72'sinin İsrail'e karşı olumsuz görüşlere sahip olduğu bildirildi. Sadece yüzde 19'u olumlu bakıyor. 

Bu da çok sayılmaz çünkü İngiltere ve Galler'de, 2021 nüfus sayımına göre 271 bin kişilik devasa (Avrupa'nın ikinci büyük) Yahudi topluluğu yaşıyor. Bunların yarısı ile 2/3'ü Büyük Londra'da  meskun.

Britanya'da farklı yönlerde yaklaşık 400 sinagog ve yaklaşık 100 Yahudi gündüz okulu bulunmaktadır. Birleşik Krallık'taki Filistin topluluğu küçük, yalnızca 20 bin kişi, ancak Arap topluluğunun bir bütün olarak 332 bin üyesi var. Aynı zamanda, 2021 nüfus sayımında çeşitli inançlardan 3 milyon 868 bin Müslüman sayılıyor ve bunların yarısından biraz azı da Londra'da yaşıyor.

İngiltere'de Yahudiler diken üstünde!..

İsrail ile Birleşik Krallık arasında, Birleşik Krallık'a resmi ziyarette bulunan İsrailli üst düzey askeri ve siyasi şahsiyetlerin tutuklanması ve evrensel yargı ilkesi uyarınca savaş suçları iddiasıyla yargılanması nedeniyle diplomatik sorunlar ortaya çıkıyor. Filistin yanlısı ve insan hakları savunucuları ve gruplar, İngiltere mahkemelerine, İngiltere'yi ziyaret etmeyi planlayan İsrailli yetkililer hakkında tutuklama emri çıkarılması çağrısında bulunan dilekçeler sunuyor ve İngiliz yargısı da koştura koştura bunu yapıyor.

Bu fiili durum, İsrailli yetkililerin Birleşik Krallık'a yaptığı ziyaretlerin birçok kez iptal edilmesine yol açtı. Mesela 2006 yılında, İsrailli Tuğgeneral ve gelecekteki Genelkurmay Başkanı, o zamanlar IDF Gazze Tümeni Komutanı olan Aviv Kochavi bu durumla yüzleşti. Yine İsrail Askeri Sözcüsü General Avichai Mandelblit'in tutuklanma ihtimali üzerine Birleşik Krallık'ta eğitim planlarını iptal etti.

2007 yılında, İsrail'in iç istihbarat servisi Shin Bet'in eski komutanı ve o zamanlar Kamu Güvenliği Bakanı olarak görev yapan Avi Dichter, Londra'daki King's College'da bir güvenlik konferansında konuşma yapması planlanan Birleşik Krallık'a ziyaretini iptal etti. İsrail dışişleri ve adalet bakanlıkları ziyareti riske atmamalarını tavsiye etti. 2002 yılında Salah Shehade suikastındaki rolü nedeniyle hakkında tutuklama emri çıkarılmasından korkuluyordu.

Abluka altındaki Gazze’ye insani yardım malzemesi götürürken 31 Mayıs 2010’da uluslararası sularda İsrail komandolarının saldırısıyla 10 kişinin hayatını kaybettiği Mavi Marmara saldırısının sorumlularından, dönemin İsrail Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Marom da İngiltere’ye girişinde gözaltına alındı ve sorgulandı.

İngilizler, İsrail'in başkenti olarak Kudüs’ü tanımıyor!..

İngiliz büyükelçiliği, İsrail'in başkent ilan ettiği Kudüs'te değil, Tel Aviv'de bulunuyor. İngiliz Milletler Topluluğu üyesi Pakistan, 2019'dan beri İsrail'de İngiliz Büyükelçiliği'ndeki yeni bir Pakistan çıkarları bölümü aracılığıyla temsil ediliyor.

Bu Pakistan mı bağımsız?

Birleşik Krallık, son on beş yılda tanınma konusunda ilerleme kaydetmesine rağmen Filistin'i bir devlet olarak tanımıyor. İngiliz vatandaşlarının yüzde 40'ı bunun yapılması gerektiğine inanıyor (sadece yüzde sekizi karşı çıkıyor). Akredite olmayan Kudüs Başkonsolosluğu, "Kudüs, Batı Şeria ve Gazze'deki Birleşik Krallık Hükümetini" temsil eder ve "Birleşik Krallık ile Filistin toprakları arasındaki siyasi, ticari, güvenlik ve ekonomik çıkarlar" üzerinde çalışır.

 Dışişleri Bakanı, 2013 yılında İsrail- Filistin müzakerelerinin yeniden başlatılmasından ve iki devletli çözüme doğru önemli ilerleme kaydedilmesinden daha acil bir dış politika olmadığını açıkça ortaya koydu. Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te işgal altındaki topraklarda yerleşim birimlerinin inşasını da içeren iki devletli çözüm. İngiliz hükümeti tarafından işgal altındaki Filistin topraklarına yardım için 37 milyon sterlin tahsis edildi.

Birleşik Krallık'ın yardımı, Hamas aracılığıyla değil, bir BM kurumu aracılığıyla aktarılıyor. Bugün bu miktar 20 milyon daha artırıldı.

İsrail, “İngiluz sicimi” ile asıldığını anlayamıyor!..

Commonwealth of Nationsİngiliz Milletler Topluluğu, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı Operasyonundan, Anglosfer istihbaratı Five EyesBeş Göz'ün haberinin olmaması mümkün mü?

Anglo-Sakson istihbarat ağının; İsrail güvenliğine yönelik tehditleri sinyal/bilgi havuzuna düşmesine karşın, İsrail ordusu ve MOSSAD ile paylaşmadığı anlaşılıyor. Bilgi/istihbarat paylaşımını bir kenara bırakın, İsrail'in haberleşme sistemini bile anlık karartmışlar.

Erken uyarı sistemleri, radarlar, kameralar, telsiz dinleme sistemleri, elektronik ne varsa hepsi saldırı anında devre dışı bırakılmış. Bunu ancak yüksek teknoloji sahibi küresel bir odak yapabilir; o güç odağı da kabak gibi belli; Anglosfer istihbaratı Five Eyes yani Beş Göz.

Nitekim 1970 Pulitzer Uluslararası Habercilik Ödüllü ve 2004 George Orwell Ödülü verilen Yahudi kökenli ABD'li gazeteci Seymour Hersh, 7 Ekim’den bu yana kamuoyundan gizlenen bilginin, "İsrail’e saldırılarda bölgeyi yöneten Hamas Hareketi’nin yalnız olmadığı gerçeği" olduğunu söylüyor.

Kendisine verilen ödüllere bakılırsa Batı Kulübünün değerleştirdiği isimlerden. Çünkü Seymour Hersh’e verilen İngiliz yazar ve gazeteci George Orwell adına Orwell Vakfı tarafından her yıl düzenlenen Orwell Ödülü, Birleşik Krallık’ın en prestijli siyasi yazarlık ödülü olarak kabul ediliyor.

Bir önceki yazımda George Orwell takma isimli herzenin, İngiliz istihbaratına çalıştığı gibi yakın arkadaşlarını ‘komünist’ diye CIA’ya ihbar ettiğini belirtmiştim.

Seymour HershAmerikalı bir yetkiliye atıfta bulunarak, ABD’nin, başlangıçta kendilerini El Fetih'in paramiliter kanadı olarak konumlandıran El Aksa Şehitleri Tugayları'nın İsrail'in güneyindeki askeri tesislere ve yerleşim yerlerine düzenlenen kanlı baskına karıştığından haberdar olduğunu da sözlerine eklemiş.

Seymour Hersh, ağzındaki baklayı da çıkarmış, diyor ki; İsrail'in dostu geçinen ABD, başlangıçta kendilerini El Fetih'in paramiliter kanadı olarak konumlandıran El Aksa Şehitleri Tugayları'nın İsrail'in güneyindeki askeri tesislere ve yerleşim yerlerine düzenlenen kanlı baskına karıştığından haberdardı.

Bu analiz/haberin doğruluğundan şüphem yok. Ancak bu bilginin doğruluğu, son çeyrek yüzyılda Ortadoğu’daki yasa dışı savaşlarda ordusu bir milyondan fazla insanı öldüren ABD’nin, İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırısını bölge çapında daha geniş bir savaş çıkarmak için kullandığı realitesini pekiştiriyor.

Ukrayna savaşı ile yeni krizin büyük bölgesel aktörler arasında bir çatışmaya dönüşmesine izin vermeden izole edilmesi ihtimali belirginleşince, ABD rotayı Ortadoğu’ya çevirdi.

ABD, uluslararası liderlik iddiasında bulunurken ve mevcut uluslararası düzenin garantörü rolündeyken, Arap/İsrail çatışmasının daha büyümesini engellemediği gibi Aksa Tufanı operasyonu ile gerilimi tırmandıran ABD, Ortadoğu’ya asker ve silah yığdı. Pentagon, uçak gemisi Gerald Ford'u bir kruvazör ve dört muhripten oluşan bir saldırı grubuyla Akdeniz'e gönderdi. İkinci uçak gemisi de bölgeye intikal ettirildi. ABD'nin bu silah yığınağı, İsrail'in de üzerinde sallanan Demoklesin Kılıcı.

Bu resime bakıldığında Filistin-İsrail çatışmasının yoğunlaşması nedeniyle mevcut uluslararası ilişkiler sistemindeki artan dengesizlik daha net görülebiliyor. Dünya kamuoyunda her geçen gün artan katil İsrail imajı... 

İsrail'in parçası olduğu savaşların hiçbirinde ABD hükümeti, daha önce hiç bu kadar hızlı ve kararlı bir şekilde olaya müdahale etmemişti. Biden'ın İsrail'e verdiği destek gerçekten de eşi benzeri görülmemiş bir seviyede olup bu kararın arkasında değerler, çıkarlar, duygusal yakınlık ve stratejik gereksinimlerden müteşekkil bir kombinasyon olduğu anlaşılıyor.

Stratejik açıdan bakıldığında buradaki amaç aşikârdır. İlk bakışta İran ve Hizbullah'a karşı caydırıcılık gibi görünse de İngiltere ve Çin mutabakatının hedef alınmasıdır. Çünkü Doğu Akdeniz'deki doğalgaz yataklarını kontrolü altında tutmak istiyor.

İsrail kendisini imhaya programlanmış!

İsrail kamuoyunda İsrail Ordusunun Gazze’ye yönelik kara harekâtı konusunda fikir birliği oluşsa da  ordusunun komuta kademesinde kara harekâtının bazı şartlar oluşuncaya kadar ertelenmesi görüşü ağır basıyor.  Bu ertelenmeyi gündemlerine almalarını gerektiren sebeplerin üç ana maddeden oluştuğu söylenebilir. 

Birincisi; İsrail ordusunun ağır bedel ödeme riski, ikincisi olası kara harekâtının Hamas’ın elindeki İsrailli rehinelerin takas anlaşmasını engelleme riski, üçüncüsü ise orantısız güç kullanmaya alışkın İsrail ordusunun kara harekâtını başlatması durumunda savaşın bölgeselleşme riskinin yüksek olasılık kapsamında değerlendirilmesi.

Uzmanlara göre, savaşın kuzeye, Hizbullah'a ve belki de Suriye’ye kadar genişlemesi ihtimali bulunduğu gibi, Irak'taki İranlı milislere ve İran'a doğru bir genişleme riski söz konusu. Ortadoğu barut fıçısı üzerinde duruyor. Belki de İsrail ordusunun ateşle oynamasını engelleyen şey budur!

Buckingham Palace ve Knesset arasında tercih yapmak!

İsrail'in Gazze'ye yaptığı şey, toplu cezalandırmanın tam tanımıdır. Bu bir savaş suçudur.

İngiltere destek veriyor görünerek, Gazze'de İsrail'in suçlarını destekliyor, İsrail'i suça teşvik ediyor, suça azmettiriyor.

İsrail, Gazze'yi, Batı'da gelişen ulusal güvenlik endüstrileriyle ilişkili her türlü yeni teknolojiyi ve stratejiyi geliştirmek için kullanmak amacında.

İngiltere Dışişleri Bakanı James Cleverley'in Kahire zirvesinde, İsrailli yetkilileri itidal göstermeye ve uluslararası insancıl hukuka saygı göstermeye çağırması, Araplara göz kırpmak için.

Bu son savaş, ne medeniyetler savaşı ne de dinler savaşı?

Bu savaş, The World Jewish Congress WJC /Dünya Yahudi Kongresi ile Anglo-Saksoyani Anglosfer blok arasında oluyor.

Uzun sözün kısası; önümüzdeki yıllarda Ortadoğu coğrafyasında sınır değişikliğine tanıklık edeceğiz.

İsrail'in tasfiyesini Müslümanların kara kaşının kara gözünün hatırına yapmayacaklar. Anglosfer blok çıkarlarının sürdürülebilirliği için bunu yapacaklar.

İsrail halkının büyük bir kısmının Netanyahu hükümetinin savaş politikasını onamadıkları biliniyor.

Bizlere düşen ise avazımız çıktığı kadar, Siyonizm ölümdür, zulümdür kandır / Bekle çocuğum seni diriltecek İslam'dır!” diye bağırmaktan başka bir şey değil!..

Nasıl olsa başkaları planlıyor, başkaları uyguluyor; bizlere ise seyretmek, bağırıp çağırmak düşüyor.