Şehit Seyyid Kutub ile söze başlamak istiyorum içimdeki utanç duygusuyla.

“Ey İslâm Ümmeti! Senin ruhun nerede? Ey Müslüman millet! Senin varlığın nerede?”

“Sizler de üzüldünüz! Belki başladığınız şiiri bitirdiniz. İçli yazılar yazdınız. Okuyanlar “ne güzel yazmış” dedi. Filistin’e Destek Yürüyüşüne katıldınız. Üç beş kuruş sadaka verdiniz. Akşam haberlerini izlerken, Filistin’de yıkılan evleri ve ölen çocuklara bakıp ah vah edip çayınızı yudumladınız. Dost sohbetlerinde koltuğa kurulup işgalci, katil İsrail’i suçladınız. Başka ne yaptınız? Kendinize bir sorun.”

Adem Turan 

Ne oldu bizlere bu kadar aciz ve çaresiz bir duruma düştük?

Öz ile bağlantımızı kopardık desek yeterli olur sanırım. Benzedik ve tıpkı aynısı olmakla yetinmeyip ilk defa bir konuda bizler birinci olduk. Eleştirdiklerimize, kınadıklarımıza benzemekle yetinmeyip onlardan daha ileriye gittik ve sınırı aşma  noktasında birinci olduk. Hal böyle olunca çaresizlik ile beraber yenilgi bizim için kaçınılmaz bir gerçekliğe dönüştü. 

Sahâbe-i Kiram, Bakara Sûresi’nin 285. Âyet-i kerimesinde geçtiği üzere, Allahu Azimüşşan’ın bütün emirleri ve Resûl-i Ekrem’in (as) bütün tebliği karşısında, “Semi’nâ ve ata’nâ” [İşittik, itaat ettik.] demişlerdir.

Ben-i İsrail ise asırlar önce kendi peygamberlerine, “Semi’nâ ve ‘aseynâ” [işittik ve isyan ettik] demişlerdir. (Bakara / 93)

Bugün, kendi nefislerini terbiye etmeyen ve kendi nefsinin amiri olmak yerine esiri  olan bizlerin , maddeye esir olmuş bizlerin  sürekli Kurandan helak edilen toplum çıkışı ne kadar trajik komik  yeniden düşünelim. Yahudileşme tutkusunun bizleri esir almasının  sonucunda ümmet olarak geldiğimiz vahim nokta ortada. Neler yaşıyoruz kendi zihnimizde ve neye kafa tutmaya çalışıyoruz. Bizleri esir alan maddeyi ilahlaştırma hırsı ve tutkusu bizi bizden almışken ,konuşmak sadece konuşmak vahşiliği ilke edinen zalimler güruhuna  sadece bir komedi sahnesini hediye etmekten öteye geçemez oldu.

Ümmetin kıyameti tamda buradan kopmaya başlamadı mı? Düşmana benzeme sonucunda koptu bizim kıyametimiz. Mazlumlar  coğrafyasının çeşitli bölgelerinden gelen acı haberler bunun acı sonucu.

“Hatırlayın ki, sizden söz almış da Tûr’u üstünüze kaldırmış, ‘Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri işitin’ demiştik. Buna mukabil ‘İşittik ve isyan ettik’ dediler. Küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi içirildi. De ki, eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” (Bakara / 93)

*Ne hazindir ki, günümüzdeki vaziyete bakınca, Müslümanların birçok cihetten Ben-i İsrail’e benzediğini görürüz.* 

O kadar çok örnek var ki, Müslümanlar, hareketleriyle, davranışlarıyla tıpkı Ben-i İsrail gibi, “Semi’nâ ve aseyna” demeye başlamışlardır. Hareketleriyle “Nü’minu bi ba’din ve nekfüru bi ba’din” demişlerdir.

İnsanlık tarihini doğru okuyanlar iyi bilirler ki insanlığın kaderini değiştiren büyük devrimler şuursuz kalabalıklar sayesinde değil eğitilmiş bir avuç şuurlu kadrolar sayesinde gerçekleşmiştir.

İhaneti anlamayan bir ümmet yeniden kavramları inşa etmeli ki nereden vurulduğunu görebilsin. 

Çok uzaklara gitmeye gerek var mı?

Yakın zamanda yaşadığımız bazı trajik olayları ve o zaman dilimindeki yaşantımızı bir gözden geçirmek  tek başına yeterli olur sanırım.

Covid süreci ve sonrası  fırsatçılık, deprem sonrası fırsatçılık, kiralar, fahiş gıda fiyatları, stokçuluk...

Böyle bir toplumun boykot kavramını içselleştirmesi bana çok mümkün gibi gelmiyor. 

Birbirimize ihaneti basite alan bizler öncelikle kendi  kalemizi yeniden inşaa edebilmeyi öğrenmeli. 

Ünlü Redhouse lugatı “Yahudi”nin manasını  nasıl açıklıyor?

Yahudi: “Arkadaşına ihanet eden” kimse olarak  tanımlanıyor. 

 Bunun üzerinde  saatlerce düşünmek gerekmez mi ? İhanet eden verdiği sözü unutan bir zalim kavim ve onlar gibi davranarak onları yeneceğini söyleyen  bizler.  Hal böyle olunca zafer bize ne kadar yakın olabilir ? Allahtan bir mucize isteyen bizler, Bedir’in Rabbi diye bağıran bizler acaba Bedir Kuyusu  yakınlarındakilerin ruh halini ve sıddık olma anlayışını kavraya bildik mi? 

*Yoksa tam da kınadıklarımız gibi mi olduk ?* 

Allah’tan bir mucize isteyip kendilerine bir inek verilince alaycı bir üslupla onun asıl mesajını sormak yerine “somut” luğu ile ilgilenen (Bakara 2/68-69) kendi kitaplarının içindeki bilgilerin yerlerini değiştirip kendi kafalarına göre alternatif bir bilgi üretip dini emirleri unutup (Maide 5/12) dünyalık haksız kazanç elde ederken

“Nasıl olsa af olunuruz” diye düşünüp (A’raf 7/169) yanlış yapanlara  benzedikse zafer nasıl olabilir?

*Yeniden bir inşa ve yeniden diriliş olmalı ve La demeyi davranışa dönüştürmeliyiz .* Benzeyen benzediğine nasıl galip gelebilir. 

*La’ demek neydi sahiden?* 

Bütün iyi olmayandan tüm iyilik hallerine yöneliş. 
Vazgeçmek  nefsi bütün riyakarlıklardan. 
Hayır sizden olan ve size benzeyen her şeye hayır. 

Yani şartsız ve eksiksiz teslim olmak . Teslim olmayı başaranlar benzemeyi kendilerine karşı  en büyük zulüm olarak kabul ederler. 

İşte o an yeniden göz kırpmaya başlar ‘Ebabiller’ ve iner gökten sağnak sağnak yardımcı kuvvetler. 

Hz. Aişe yaşadığı bir olayı anlatıyor; “Yahudilerden bir grup Resulullah’ın huzuruna “ Essâmu aleyküm” (Türkçedeki “boyun devrilsin anlamına gelen beddua) biçiminde bir ‘selam’ vererek girdi. Ben hemen farkettim ve selamlarını şöyle aldım: “Vealeykümü’s-sâmu ve’la’ne: Ölüm ve lanet sizin üzerinize olsun. “ Rasulullah buyurdu: “Ağır ol ey Aişe, Allah her işte nezaket ve yumuşaklığı sever. Sana da yumuşaklık yakışır, sertlik ve kabalık değil”. Ya Rasulullah” dedim, nasıl selam verdiklerini duymadın mı? “ Allah Resulü buyurdu ki bende Ve aleyküm aynısı da size dedim ya!”

Onlar gibi olmamak üzere bir duruş.  Eğer ortaya konulan tavır net olmasaydı mümkün olur muydu o denli güçlü zaferler.

Yönettikleri ile birlikte  aç kalmayı göze alınca, taş  bağladım diye haykırana  bağladığı taşları gösteren bir örneklik olunca zafer en kolay hale dönüşüveriyordu hemen.

 *SONUÇ:* 

Bizler öncelikle elimizden gelenin en iyisini yaparak dik duracağız. Boykotlar ile gücümüzün yettiği ilk davranışı ortaya koyarak cihat çağrısına uyduğumuzu ortaya koyacağız. Maddi konularda gücümüz neye yetiyorsa şeklinde değil gücümüzün aştığı noktalarda kardeşlerimizin yanında olacağız.  Meydanların da sesi olacağız.

Yöneticilerimize ‘Kudüs’ davasını unuttuğunuz gün unutulursunuz hatırlatacağız .

Dualar ile bir  güç oluşturacağız.

Bizler Müslüman toplumu olarak Ben-i İsrail’e benzemekten vazgeçeceğiz ve tevbe istiğfar edeceğiz...

Yoksa, başımıza kim bilir neler gelir… Kur’an-ı Kerim bizleri uyarıyor. Ne mutlu bu îkazlara dikkat edip uyananlara…