Maarif Platformu'nun "yerli ve milli bir muhtevaya sahip eğitim sistemi ve müfredatı için" yapmış olduğu çalışmalar çok önemli ve kıymetli. Başta Prof. Dr. Osman Çakmak ve diğer hocalarımızı faaliyetlerinden ötürü tebrik ediyorum. Milli Eğitim'e Çağrı" başlığıyla yayınlanan metinde "Hükümette Milli Eğitim için yeni bir yol haritası, çözüm ve problemlere bakışın gözden geçirilmesi" gerektiği vurgulandı.

Farklı üniversitelerden değişik branşlarda 30 bilim insanının birlikte hazırladığı "Maarif Düşüncemizin Kuramsal Temelleri" adlı çok kıymetli kitabın birinci cildi yayınlandı. Bu eser, bizi biz yapan maarifin, bilgi, ahlak, toplum, öğretmen ve öğrenci gibi bileşenlerine dair fikirleri nazari olarak ortaya koydu. Kitapta Cabir bin Hayyan, Farabi, Mevlana, İbni Sina gibi çok sayıda bilginin, eserleriyle ve ortaya koydukları fikirlerle Avrupalılardan çok ileride oldukları belirtildi. Fuat Sezgin'in ümit ve hedefine giden yolda çok önemli bir temel atıldı.

***

Geçen hafta Gülhane'deki İslam Bilim Tarihi ve Teknoloji Müzesi'ne tekrar gittim. Okullar tatil olmasına rağmen müze boş denecek kadar tenhaydı. Merhum Fuat Sezgin'in 50 yıllık emeğinin, yarı tok günlerinin, uykusuz gecelerinin, günde 18 saat çalışmasının mahsulü bu "hikmet evi" böyle sahipsiz olmamalı!

Bana göre burası bir müze değil, tam manasıyla bir "beytül hikme" yani hikmet evidir. Bu yönüyle hem bilim dünyasına hem de gençlerimize tanıtılması gerekir. Bilmeyen duymayanlar için beytül hikme'den biraz bahsedelim.

Abbasi Halifesi Me'mun 830 yılında bir tercüme okulu kurmak için devrin önemli kişilerini Bağdat'a çağırdı. Grekçe'den, Hintçe'den, Farsça'dan Arapça'ya çok sayıda kitap tercüme edilmeye başlandı. Beytülhikme çevreden gelen alimlerin gayretleri ve halifenin desteği sayesinde kısa zamanda gelişti. Burada büyük bir kütüphane kuruldu ve çok önemli bir bilim araştırma merkezi oldu.

İSLAM BİLİM TARİHİ

Şimdi merhum Fuat Sezgin Hocamızın Bilim Tarihi'ne en büyük katkısı olan, İslam Kültür ve Medeniyetinin yerini anlamaya çalışalım. Hocamız medeniyetlerin birbirini takip ederek ve tamamlayarak bilimin geliştiğini söylemektedir. Bir zincirin halkaları gibi hepsinin çok önemli ve değerli olduğunu, bir halkanın eksikliği halinde bütün gelişmenin bozulacağını ifade ederek, kültür ve medeniyetlerin birbirinden etkilenmesini üç safhada incelemektedir: Birincisi, alma (resepsiyon); ikincisi özümleme (asimilasyon); üçüncüsü oluşturma (kreasyon) safhalarıdır.

Müslümanlar, dinlerinin bilim ve öğrenmeye verdiği önemin farkında olarak fethettikleri tüm ülkelerdeki kültür ve medeniyet değerlerini aldılar. Yüzlerce kitabı Yunanca'dan, Farsça'dan, Hintçe'den Arapça'ya çevirerek kısa zamanda bu bilgileri özümlediler. Onlara şerh ve tenkid yazmaya başladılar. En fazla iki yüzyıl sonra da artık yeni fikirlerle ve buluşlarla ortaya çıktılar. İşte bu şekilde dünya bilim tarihinin en önemli orta halkasını meydana getirdiler.

Kendilerini izleyen Avrupalı bilim adamları, bütün ilerlemelerini borçlu oldukları bu insanları kaynak olarak göstermediler. Hatta birçoğu tercüme ettiği kitaplara kendi isimlerini yazarak bilim hırsızlığı yaptılar. Siyasi, askeri, ekonomik ve jeopolitik sebeplerden duraklamaya ve gerilemeye başlayan İslam Medeniyetini yok saymak için batı dünyasının eline çok iyi bir fırsat geçmişti. Böylece Müslümanlardan alarak geliştirdikleri bilim ve teknolojiyi, aradaki sekiz asırlık İslam Medeniyeti halkasını çıkararak, doğrudan antik Yunan Medeniyetine bağlama gayretiyle Rönesans diye bir kavram uydurdular.

BİLİM TARİHİ VE MATEMATİK

Fuat Sezgin Hocamız üniversiteye girdiği ilk günleri şöyle  anlatıyor:

 “Benim öğrenciliğim döneminde İstanbul Üniversitesinde bilim tarihi yoktu. Ancak, hocam Hellmut Ritter bana: ‘Matematiği bırakma’ dedi. Fen Fakültesi de zaten yanımızdaydı. ‘Matematik bölümüne git, ders al, matematiği iyi öğren. Müslümanlardan da büyük matematikçiler yetişmişti’ diye izahatta bulundu. Konuşma esnasında birkaç isim saydı: Harizmî, Ebu’l-Vefa, Buzcanî, İbn Heysem, Birunî gibi. Bu isimler benim hiç bilmediğim, hatta duymadığım isimlerdi. Dehşete düştüm. Hocam halimi görünce: ‘Bunlar ve daha pek çok isim, büyük âlimlerdi ve daha sonraki Avrupalı âlimlerle aynı seviyedeydiler; hatta yer yer onlardan üstündüler’ diye açıkladı. O gün eve gittim. Çok zor, uykusuz bir gece geçirdim.

Bir taraftan genç hafızamda eve götürdüğüm dört addan başka çok şey bilmek aşkı, öbür taraftan, ilkokula başladığım haftalarda süslü püslü hanım öğretmenimden duyduğum: "İslam bilginlerinin dünyanın bir öküzün boynuzu üzerine oturduğuna inandıkları" sözü benim için bir dönüm noktası oldu. Sabahın olmasını, hocama çok şeyler sorma saadetine kavuşma anını sabırsızlıkla bekledim."

Hocamızın anlattığı bu olayın üzerinden neredeyse 80 yıl geçmiş. Gerçekçi olarak düşünüp gençlerimizin durumunu ortaya koyalım. Acaba milyonlarca öğrenci hangi düşünceye daha yakın? Yani  "İslam bilginlerinin dünyanın bir öküzün boynuzu üzerine oturduğuna inandıkları" iddiasına mı; yoksa Hellmut Ritter'in "Harizmî, Ebu’l-Vefa, Buzcanî, İbn Heysem, Birunî ve bunlar gibi daha pek çok isim, büyük âlimlerdi. Kendilerinden sonraki Avrupalı âlimlerle aynı seviyedeydiler; hatta yer yer onlardan üstündüler" tezine mi inanıyorlar?

Maalesef sömürgeci ve materyalist zihniyet, bütün İslam dünyasını eğitim ve kültür kıskacına almış. Sonunda bu sömürgeci zihniyet, hem kendileri İslam Bilim Tarihini yok saydılar hem de bize unutturdular. Müslümanlarda batı kültür ve medeniyetine karşı tapınma derecesinde bir bağlılık meydana gelince, kendi din ve kültürlerine karşı da şiddetli bir aşağılık kompleksi oluştu. İşte batı emperyalizminin Müslümanlara karşı maddi ve manevi alanda elde ettiği tam bir zafer.

BÜYÜK BİR MEDENİYETİN VARİSLERİYİZ

Halbuki Müslümanlar bilimin hemen her dalında buluşlar yapıp, ölümsüz eserler ortaya koymuşlardır. Bunları bilip, büyük bir medeniyetin varisleri olduğumuzu unutmadan azimle, sabırla, yılmadan çalışmalıyız. Avrupa’nın kokuşmuş fikir ve modasına hiç ihtiyacımız yoktur. Biz devlet olarak, aile olarak, toplum olarak bu şuuru öğrencilerimize veremezsek, eğitimden beklenen netice elde edilemez.

Eğitim ve öğretimin gayesi, ezberci ve bilgi hamalı beyinler değil; şuurlu, kültürlü, ülkesine hizmeti gaye edinen, milleti için her türlü fedakarlığı göze alan, din ve inancına bağlı uyanık nesiller yetiştirmektir. Bunun temelinde de tarih, kültür ve medeniyet şuurunun çok önemli yeri vardır.

Eğitim ve kültür alanında yeterince ilerleme kaydetmediğimizi söyleyen politikacılara çok kolay bir yol: Her kademeden eğitim kurumlarına İslam Bilim Tarihi dersleri koymakla ve Fuat Sezgin Hocamızın büyük emek ve gayretle kurduğu müzeyi öğretmen ve öğrencilerimizin görmelerini ve anlamalarını sağlamakla bu eksikliği kolayca giderebiliriz. Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamızın ömrünü vererek uzun araştırmalar sonunda ulaştığı tarihi gerçeklerin, elle tutulur, gözle görülür örnekleri ve maketleri, görenleri hayretler içinde bırakıyor. Müzeyi gezenler, Müslümanların asırlar boyunca bilim, teknoloji, sanat, kültür ve medeniyette ne kadar ileri olduğunu anlayıp, günümüzdeki acınacak hallerinin sebepleri üzerinde düşünmeye başlıyor. İşte Hocamızın yapmak istediği şey, tam da bu uyanıştır!

Hocamızın yazmış olduğu 5 ciltlik “İslam’da Bilim ve Teknik” müzedeki aletleri tanıtmak için yazılmış mükemmel bir eserdir. Bu eserin gençlerin okuyacağı şekilde daha küçük hacimli ve uygun fiyatlı olarak yeniden basılması gerekir.

BU MÜZE BİLİM MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜLMELİ

Müze denince aklımıza tarihin derinliklerinde kalan, günümüz için bir anlam ifade etmeyen ve sadece gezilip görülen sonra da unutulan objeler aklımıza gelir. Halbuki bu İslam Bilim Tarihi ve Teknoloji Müzesi tam bir "Hikmetevi" gibi öğrencilere, araştırmacılara ve geniş halk kitlelerine ışık saçmalı. Burası bilim ve araştırma merkezine dönüştürülerek, haftanın belli günlerinde seminerler, sunumlar, hatta uygulamalı gösteriler olmalı.

Bin bir emekle hazırlanan İslam Bilim Tarihi'ni kör gözlere dahi gösteren maketlerin nasıl çalıştığı, hangi teknolojik buluşlara kaynak olduğu ilgili uzmanlar tarafından anlatılmalı. Kısaca bu müze hayata geçirilmeli.

Bu müze her yaştan öğrencinin seviyesine uygun programlarla okulların bilim laboratuarı haline gelmeli. Okul bitip hayata atılan bir gencin aklında sınıf geçmek için çalıştığı dersler değil, ilginç ve eğlenceli hale getirilmiş bu bilim merkezinde gördükleri duydukları kalacaktır. Bu müzeye bir bilim ve kültür mirası olarak bakıp, gerçek manada eğitimin içine alabilirsek, hem ülkemiz hem gençlerimiz kazanacak hem de merhum Fuat Sezgin Hocamızın ruhu şad olacaktır.

SONUÇ

Yazımı en başta söz ettiğim Maarif Platformu Başkanı Osman Çakmak Hocamızın sözleri ile bitiriyorum.

"Kendi değerlerimizden beslenen üretken ve inşa edici bir eğitim sistemi kurmak için kolları sıvamalıyız. İhtiyaç duyduğumuz eğitim sistemi bize hem İslâm ve insan düşüncesini iyi öğretecek, hem de başka dünyalara, düşüncelere, medeniyetlere açılmamıza imkân tanıyacak derinlikte ve vüsatta olmalıdır. Öyle bir eğitim sistemi hazırlayalım ki ruh köklerimizden beslensin, dünyaya yeniden çaplı adamlar ve çığır açıcı fikir, sanat ve ahlâk akımları armağan etsin."