Okullar yeni ders yılına  bazı önemli değişikliklerle başladı. Asıl değişimler ne olmalı sorusunun cevap bulması için  eğitimin kronik sorunlarına;  derslerin muhtevasına, müfredatın felsefesine  eğilmemiz gerekiyor. Bu yazımda  büyük  bir felsefeci ve kültür adamı, aynı zamanda yetkin ve yerli bir eğitimcinin  çözüm  formüllerini sunacağım.  Nurettin Topçu, Doğuyu da Batıyı da çok iyi bilen birisi olarak okutulacak dersler ve uygulanacak eğitim faaliyetleri için  geçerli ve gerçekçi öneriler geliştirdi.   Topçu’nun  fikir ve  çözümleri teorik düzeyde kalmadı;  maarifi dava haline getirdi. “Türkiyenin Maarif Davası” adlı kitabı yazdı.  Topçu felsefenin yanı sıra eğitim, sanat, edebiyat ve sosyoloji gibi çeşitli alanlarda   zengin bir kültür hazinesini miras bıraktı.  Ders kitapları    yazdı.  Ülkemiz için eğitime,  müfredata ve derslere dair yerli  modeller geliştirdi.  Ne varki  Milli Eğitim bürokrasisi her seferinde Topçu gibi  yerli düşünürlere sırt çevirdi. Bürokrasi milletin istikbali için çalışanlara;  kendi çocuklarına sahip çıkmadı.  Doktorasını yapmış ve    doçentliğini almış  üst seviyede bir akademisyen olduğu halde onun fikirlerinden korkan üniversite    ona kapılarını kapattı.

Topçu,  felsefe doktorasını 1934'te  Sorbon (Sorbonne) Üniversitesi'nde verdi.  Topçu, Türkler arasında ahlak üzerinde çalışan ilk öğrenci ve Sorbon'da felsefe doktorası veren ilk Türk olmuştu.   Sorbon üniversitesinde doktorasını birincilikle bitirmişti.  O bereketli ömrünü milli eğitimde öğretmenlik yaparak sürdürdü. Böylece  ilk ve orta öğretimin sorunlarını   yakından tanıdı.     

Nurettin Topçu’nun derslere ve müfredata dair görüşlerini Maarif Davamız (Akıl Fikir Yayınları) adlı kitabımızda derlemiştim.    Bu yazımızda, Nurettin Topçu’nun genelde maarif meselelerine ve özelde ise derslere dair düşünce ve bakış açısını özetlemeye çalıştık. Topçu’nun dersler ve okullar için sunduğu  reçetenin yetkililerce dikkate alınacağını umuyoruz.  Okulların  eğriliklerin öğrenildiği  mekanlar haline geldiği ve ahlaki zaafiyetin tavan yaptığı günleri yaşadığımıza  göre bu formüllere ihtiyacımız acil ve öncelikli.  Çünkü bu formüller ahlakî ve insanî   değerleri esas alıyor;   dışarıdan ithal ve taklit değil,   kendi   medeniyet ve kültürümüzün çocuğu.    

OKUL NE OKUTMALI? 

Topçu’ya göre mevcut mektep düşünen ve seven insan yerine kazanan adam yetiştirmektedir: “Son millî eğitim kanunları ruh ve ahlâk mektebi yerine meslek mekteplerinin maarif hayatımızı tamamen saracağını ilân etmektedir. Yeni mektep, düşünen ve seven insan yerine çok kazanan adam yetiştirecektir.” (Topçu, 1997: 42). 

Okullar şahsiyetimizle ilgili olmayan bilgileri veriyor: “Varlığımızın derinlerine yerleştireceğimiz bilgi mutlaka şahsiyetimizin özüyle ilgili olacaktır. Edineceği bilgileri seçmeyip her görüp işittiğini öğrenen insanın bütün bilgileri faydasız ve değersizdir (…) Halk, gelişi güzel her şeyi bilebilir. Âlim ve mütefekkir ise ancak kendine lâzım olan, kendini işleyen şeyleri bilir, pek çok şeyleri bilmekle öğünen hafıza hamalları, hayatta hiçbir baltaya sap olmayanlar, hiçbir işe yaramayanlardır (Topçu, 1997: 49).  

Okullarda Ahlâkî eğitim verilmiyor: Topçu’ya göre  çocuğu bilgin insan olarak değil, ahlâklı insan adayı olarak ele almak gerekir. Zira daima ilerleme yolunda hareket eden insanlığın kılavuzu, kalbsiz, vicdansız bir varlık olan makinedir. Çocuğu hem aşağılık duygusu içinde olmaktan hem de hoyratlık ve saldırganlıktan koruyan ruhî eğitim vermelidir. Topçu bu meselede örnek olarak Mehmet Âkif’in “Bırak tahsili evlâdım, sen ilkin hâyâ öğren” mısraını işaret eder. Topçu, “Biz, önce hayâyı bilen, kendini bilen, cesur, fedakâr, vatansever, imanlı bir nesle eğitimi açmak zorundayız” der (Topçu, 1997: 111-112, 114). 

Mektepte disiplin kalmadı: Topçu’ya göre ceza anlayışını kaldıran sistem hakkın tahammül edemediği bir duygusuzluk doğuruyor. Bugün talebe mektebe giderken üzerinde toplumsal tazyik denen kurtarıcı baskıyı hissetmiyor. Disiplinsiz bir millet olamayacağı gibi, bir ordu, bir aile, bir ticarethâne de disiplinsiz olamaz (Topçu, 1997: 92). 

Çok sayıda mektep açıldı. Keyfiyet gitti, kemiyet öne geçti: Çok sayıda mektep açmak, herkese diploma dağıtmak yarışı öğretimi cansız ve kansız bıraktı. Okuma yazma bilenlerin sayısı arttıkça öğretim idealini ve değerini kaybetti. Her sene büyük bir yekûn halinde arttırılan mekteplerin muhtaç olduğu kadro da yetiştirilemedi (Topçu, 1997: 88). 

İlkokulda kalp, orta öğretimde akıl ve yükseköğretimde ise ihtisas esas olmalıdır. İlkokul, kalbin temiz bir maya ile yoğrulma zamanıdır. Çocuk kalbini en iyi dinin sevgi telkinleri mayalayabilir. Bunun için bütün mazi ve milli iftihar vesilelerimiz sunulmalı.  

Ortaöğretimde aklın Doğu’dan, Batı’dan, her taraftan sızan bütün ışıklarıyla yüklü, metotlu bilgi araştırmaları, Farabi ve Gazali ile Pascal ve Pasteur’ü yan yana yaşatmalıdır. Zira akıl, milletlerin sınırlarını geçer, bütün insanlığı kucaklar.” 

Avrupa’dan ithal eğitim metotları ile varılan yerin vahameti ortada. Ortada bir enkaz var. Milli kültür ağacının kökleri kurudu.  

“İsterseniz hayata da mektep deyiniz. Ancak hayat çok gayeli öğretim yapar, mektep ise tek gayeli öğretim yapar; hayat hâdiselerinin manasız, ne sebebi ve ne de hikmeti anlaşılmaz çokluğundan kurtararak zihinleri manalı ve tatmin verici birliğe ulaştırır. Böylelikle, insan iradesine takip edeceği istikameti gösterir ve birliğe götüren her hareket gibi ruhî sonsuzluğun sevgisine kavuşturur. Bu sebepten denebilir ki mektep, mabettir” (Topçu, 1997, s.45). 

 “Öğrenme, her şeyden evvel bir çıraklıktır. Mektep çıraklık yeridir. Diyebiliriz ki bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çıraklar tekrarlar. Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mal edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz. Mektepte alınan ders, ya bir tasavvurdur, hayale mal edilir; ya bir hünerdir, ele mal edilir; ya bir iradedir, iktidarımıza ilâve edilir; ya da bir aşktır, kalbe doldurulur (Topçu, 1997, s.46). 

“Hakikat şu ki, millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar ve her milletin, kendine özel olan mektebi vardır. Millî mektep, zihniyet ve örflerde, metotları ve müfredatıyla, terbiye prensipleri ve psikolojik temellerde, hatta binasının yapı tarzıyla kendini başka milletlerinkinden ayırır” (Topçu, 1997, s.12). 

Bu sebepten yabancı okullara karşı çıkılmalıdır. Okullar mutlaka milli kimlikte olmalıdır. Okul, fertlerin kendi milletinin kültür ve tarih şuurunu aklın ve düşüncenin rehberliğinde keşfedildiği yerler haline gelmiyorsa oradan millete hayırlı evlatlar yetişmeyecektir. Okul öğretileceklerin muhtevasından, binaların şekillerine kadar, milletin karakteristik özelliklerini yansıtmalıdır. Okul bir değişim ve dönüşüm merkezi haline getirilmelidir. Mektep yani okul, öğrenme usta çırak ilişkisine dayandırılmışsa dersler verimli hale gelir. Dersler, grup toplantıları ve küme çalışmaları ile devam etmelidir. Sınıf gerektiğinde bir atölye ve laboratuvar gibi işlev görebilmelidir. İstendiğinde sınır ortamları senaryo (kurmaca, canlandırma, animasyon…) yapmaya imkân sunmalıdır.  

Kendi özümüz ve geçmişimizden beslenen bir kültür biçimi olarak mektep hayatın her alanını içine almalıdır. Okul kendimize özgü sanatımızı da alış veriş tarzımızı öğretmelidir.  

“Hayatın her sahasında ailede, alış verişte, hukukta, siyasette, sanatta ve ahlâkta mektebe muhtacız” (Topçu, 1997, s.56)  

“Mektep, manaya yükseliş, birliğe yöneliş, kaide ve disiplindir. Bütün bunların birleşmesinden ruhanî ve ilâhî bir koku ruhlara dağılır. Mektebi aşk besler, metotlu düşünce yaşatır” (Topçu, 1997, s.56).  

TEST Metodu Yetersiz ve Hatalıdır. Okullar çoktan seçmeli sınavları (test metodu) yegâne öğrenme sınav metodu haline getirdi. Halbuki test ile öğrencinin seviyesini tespit etmek hatalıdır:  

“Hangi yetinin olursa olsun, test metodu ile tanınışı, insandaki birçok bilgiyi araştırdığı için şuurun değer derecelerini tanıtmakta yetersiz ve hatalıdır (…) Testler ancak harekî tepkileri ölçmekte yeterli ve mahir sayılabilir. Dehâ bir ferasettir, ferasetle ölçülür (Topçu, 1997: 49). 

Bu sistem öğrenci her şeyi öğrenmek için tasarlanmış görünüyor. Halbuki insan, her şeyi öğrenmek zorunda değildir:  

“Her şeyi bilenler, her şeyi bilmek için iştiyak duyanlar bu halleriyle öğünenler, kendilerinden kaçıp âleme koşunlardır.” (Topçu, 1997: 48). 

 “Çocuğa her şeyi öğreten mektep, onu ne kadar düşüncesiz yapabiliyor. Daha ilkokulda bütün eşyanın bilgisini sunan, orta öğretimde cihanın coğrafyasıyla birlikte genç dimağlara aktarmak isteyen bugünkü mektep pek bedbahttır. Ruhlara istikamet vermekten uzaktır.” (Topçu, 1997: 49). 

Okullar neredeyse yegâne öğretme ve sınav metodu olarak testi hem ders ve hem de sınav yöntemi olarak kullanmaktadır. Bu büyük bir hatadır. Yüklenen bilgiyi ölçebilir, ancak şuurun diğer derecelerini tanımakta yetersiz ve hatalıdır” “Mektep öyle bir zihin alışveriş yeridir ki, onda bir taraftan verilecek şeyler seçilirken, öbür taraftan insanda alıcılık kabiliyeti doğurulur, beslenir ve büyütülür.” 

Merkezi sınavların belirleyiciliği sebebi ile teste dayalı ders işleme yöntemi öne çıkmaktadır. Bu yüzden sınavlar eğitimin yerini almakta hayata ve mesleğe hazırlama amacı olan eğitimi “eleme aracı” halini getirmektedir. Sınavlar neredeyse ülkemizde “milli bir spor” haline geldi. Bu yüzden ailelerin en büyük heyecanı, sınavlardaki sonuca endekslenmiş durumda. Ailelerin gelirlerinin önemli bir bölümü bu sınav giderlerine harcanıyor. Bu sınavlar olmasa insanımız % 20-30 daha varlıklı hale gelecek. 

Diğer taraftan, bu kadar stres altında kalan ve gençliğini (ve hatta çocukluğunu) yaşayamayan gençliğimizi kaybettiğimizin, geleceğe sorunlu ve kişiliksiz nesiller bıraktığımızın ise pek farkında değiliz. 

Öğrenciler Değil, Okul Sistemi Suçlu. Kendi eksikliğimizi ve yetersizliğimizi öğrenciye yüklüyoruz. “Bu nesle okumayı sevmiyor, dinlemeyi bilmiyor” diye kestirip atıyoruz. Halbuki “Okul onları okutmayı, dinlemeyi de öğretemiyor. Eğitim ve okullar, öğrenciye güçlü yanlarını tanıtmalı ve sınırlarını öğretmeli. Öncelikle öğrenme profil ve stili nazara alınmadan herkese aynı tip eğitim uygulaması büyük bir zulmü beraberinde getirmektedir.  

Okul binalarının üslubu ve tarzı da önemlidir. Çünkü oradan ruhlara bir telkin dağılır. O telkin ilme “hazır ol!” kumandası” dır. “Mabetteki ‘ibadete hazır ol!’ sesine benzer bir sesi her köşesinde sızdırmayan bina, kendinin olmayan binalarda sığıntı gibidir.” Kendimizden karakterler taşıyan ve milli ruhumuzu bütün çizgilerini yansıtan okul binaları lazım.  

İlk Mektep 

Topçu, hürmet eğitimini ilk mektepte merkeze alır. Mektepte “Hürmet denemesi” örneklerinden yola çıkarak tarihin ve ecdadın ruhlarından olaylara akseden büyüklükler anlatılmalıdır.  

Hürmet ibadetin temeli ve ruhudur.  

“Hürmetsiz ve ibadetsiz insan birbirine saldırır”  

Yine ilkokulda öğretilmesi gereken bilgi değil merhamet olacaktır. Merhamet, bilgi ile değil telkin yoluyla aşılanır. Çocuğun fıtratına sevgi yerleşinceye kadar, telkin usanmadan yaptırılmalıdır. “Her sokak köşesinde dalaşan, birbirini tekmeleyen çocuklar uzvi yaşayışlarına terk edilmiş, ihmal edilmiş çocuklardır. Bunlardan yarın zalimler ve katiller çıkacaktır. Sokak, yarınki hayat bahçemizin fidanlığıdır.”  

İlk mektepte müfredat öyle tasarlanmalıdır ki, çocuğun ruhi varlığında varsa hayvani ve hoyrat unsurlar bir bir ayıklanmalı, arkasından ona hizmet ve fedakârlık denemeleri yaptırılmalıdır. 

“Her yaşa uygun ölçüde, arkadaşlarına ve başkalarına yardım vazifesi” sorumluluğu yine çocuğa öğreteceklerimiz arasındadır.  

İlkokulda hedef çocuğu bilgin adayı olmasını ve bilgi yüklemek değildir, öncelik çocuğu ahlaki değerlerle mücehhez hale getirmektir. Çocuk olgun insan olma yolunda merdivenleri tırmanmaya hürmet eğitimi ile başlamalı, Okullarda şefkat ve merhamet eğitimi ile devam etmelidir. Yardım ve fedakârlık duygularını geliştiren sorumluluk almayı, düzenli ve planlı yaşamayı öğreneceği ortam ve şartlar hazırlanmalıdır. Bunları öğrenirken de yavaş yavaş kendini keşfedecektir.  

Merhamet eğitiminin ne kadar acil bir öncelik olduğu şuradan belli ki, günümüz film dizileri ve çocuk oyunları şiddet ve hayasızlıkta çocuğun cevherini bozmak üzere planlanmış bulunuyor. Şeytani güçler çocuğu hoyratlaştırmak, zalim ve insafsız, gaddar ve sevgisiz hale getirmek için elbirliği halinde çalışıyorlar. Topçu bu sebeple ilkokullara şu hedefi gösterir: 

“Biz ilkokulda tahsilden önce, hayâyı pekiyi bilen, kendini bilen, cesur, fedakâr, vatansever, imanlı bir nesle ilkokulun kutsal kapısını açmak zorundayız.” 

Orta Öğretim 

Topçu’ya göre orta öğretimin birinci gayesi genel kültür olmalıdır. Hayatın her alanında, insan ruh ve zekâsının nüfuz edebildiği bilgilerden gerekli ölçüde ortalama seviyede bilgi edinmek lazımdır. Medeni ve düşünen adam olma yolunda ilerlemenin gereği budur. 

İkinci olarak her ilimden bir çeşni tattırmak lazım. Liseyi bitiren gençlerin çoğu yüksek tahsile devam edeceğine göre orta öğretimde temel amaç ihtisas öğretimine hazırlık olmalıdır. Lise sınıflarında, ilimlerin hepsinden ya da çoğundan birer parça tadarak kendi kabiliyetini sezmesine fırsat verilmelidir. Ortaöğretim esas itibarı ile öğrencinin kendini keşfetme yolculuğu halini almalıdır. Kendi sınırlarını ve yöneleceği alanı fark etmek ve yöneleceği alana dair hazırlıklara başlamalıdır.  

Üçüncü olarak ruhî melekelerin inkişafını sağlayacak ortam hazırlamak lazım. Ancak bir bütünlük içinde ve düzenli gelişimi sağlayacak ortam halini almalıdır. Orta öğretimin amacına ulaşması buna bağlıdır. Dersler bu gayenin tahakkukuna hizmet etmelidir. Her bir dersin kendi mevzuunun bu amaca hizmet edecek yönü bulunmalıdır. Dersler birbiri ile bağlantılı olarak ruhi melekelerin inkişafına hizmet etmelidir. Adım adım ilerleyen kuvvetler halinde şahsiyet inşası tamamlanmalıdır.  

Halbuki orta öğretim programlarında bu amaçlar unutulmuş ve kavranamayacak kadar yüklü hale gelmiştir. Bu gayeler bilgi yüklemekle ve ezbercilikle halledilecek mesele haline getirilmiştir. Derslerin çok sayıda ve çeşitte olması genci fikir hamalı haline getiriyor.  

DERSLER

Topçu insan ruhuna hitap etmesi açısından dersleri iki zümreye ayırır: Maddi kültür ve manevi kültür dersleri. Önemli olan asıl dava bunların bu ikisi arasında dengeyi sağlayabilmektir. Madde ihtiyaçtır, mana ise iktidardır. Maddenin arkasında manayı ikame edebiliyorsanız dersler amacına ulaşmış demektir. 

Manevi kültür yarım asırdan beri çapı daraltılarak ve yıpratılarak sıska ve cılız hale getirildi. Maddi kültür ise bizzat kendisinin de temeli olan hakikat aşkından uzaklaştırıldı. Mana yerini madde aldı ve madde kutsanmaya başladı.  

Manevi kültür, insana, sanata, cemiyete ve tarihe uzanır. Özünde insan sevgisini barındırır. Gayesi Allaha saygı ve muhabbetin artmasıdır. Sanat ve edebiyat, yurttaşlık, tarih ve felsefe derslerinin hepsi, manevi kültür dersi olarak verilmiyorsa dersler kuru birer kalabalıktır. Adları var kendileri yoktur. Kabukta kalan öze ulaşabilir mi?  

Ekonomi dersi de liselerde okutulmalıdır. Zira dünyamızda maddeye değil ahlaka bağlı bir ekonomik sistem kurmalıyız. İnsanlık için her hayırlı harekete düşman Yahudi hâkimiyetine karşı durabilmek için de bu elzemdir. Ekmeğini alın teriyle kazanma, helal lokma kazanma duygusunun inkişafı için temeller atılmalıdır.  

Manevi kültürü tek bir dersin içine sıkıştırarak da veremezsiniz. Her dersin içine öylesine sindireceksiniz ki  din ve ahlak o dersin özü ve hayatı haline gelmeli ve o derse ruh olmalıdır. 

Tarih ve sanat tarihi derslerinin muhtevasında mutlaka büyük mazimizin iman ve hamiyet hamlesi yer almalıdır. Bu, derslere hayatiyet katmanın en etkili yoludur.  

Manevi kültür deyince akla din ve ahlak eğitimi geliyor. Halbuki dini şuuru ve ahlaki değerleri bu iki dersin sahasına sınırlandıramayız. Bütün hareketlerimizde ortaya çıkmasını beklediğimiz ve varlığımızın her sahasına nüfuz etmiş hakikatlerin tüm derslerde uygun ölçülerde ve miktarlarda kendini göstermesi gerekir. 

Kültürümüzün değerlendirilmesi ve yükseltilmesi için yeni dersler de konabilir. İlk ve orta öğretimde yurttaşlık dersleri ahlak dersi haline getirilmelidir. Lise son sınıflarında ahlak dersleri felsefi disiplinler halinde okutulmalıdır. İlkokulda, Din dersi dini menkıbeler ve ahlak aşısı halinde her sınıfta yerini almalıdır 

Ortaokulda din dersi İslam medeniyeti tarihi halinde okutulmalıdır. Hem de geniş ve tam olarak. Ayrıca bu dönem temel akaid bilgisi de verilmelidir. Liseye gelince lisede yavaş yavaş Kuran tefsirine geçilmeli ve İslam felsefesi okutulmalıdır. Kur’an’dan izahlı parçalar verilmelidir. 

İlköğretim ve liselerde din dersleri içerikleri ile muhtevasız kalmaktadır. Bugün din dersleri, merkezi sınavlarda yer almaması ve karnelerde son sıralarda bulunması gibi nedenlerle göz ardı edilmektedir. Öğrenci tarafından geçiştirilecek bir ders olarak algılanmaktadır.  

Ayrıca hakikatleri değil uygulamaya dair kuralları öğretmesi ile din dersleri çocuğa dini ruh ve hürmet aşılamaktan uzaktır. Din dersinin ayrı bir ders olarak verilmesi uygun değildir. Çünkü din, bütün hareketlerimizi kontrol eden ve bir hayat şekli sunan hadisedir. Bir ihtisas konusu değildir. O yüzden ayrı bir ders ve öğretim yapılması uygun değildir.  

Bu sebeple din kültürünü, bütün kültür derslerinin içinde ve özellikle felsefe, tarih ve edebiyat dersleri ile sunmak daha doğru bir yoldur. Dinin mukadderat metafiziği olan özü, felsefe dersi ile verilebilir. Dine götüren yolda böylece akıl aydınlanır. En kuvvetli din aşısı yapacak vasıta kültürdür. Kültürü veren en kuvvetli ders edebiyattır. 

Gençlere dini ruhu heyecan halinde aşılayacak çok örnek bulunuyor. Bunları Edebiyat dersi içerisinde sunabiliriz. Edebiyat dersinin en önemli konuları bu muhtevaları vermek olmalıdır. 

Tarihe gelelim. İslam tarihi içinde Selçuklular, Osmanlılar, Anadolu’nun tarihinde İslam’ın ruhunu hayat ve hareket halinde tanıtmakla mümkün olabilir. En iyi bir öğrenme yolu örneklerden yola çıkarak konuyu anlatmaktır. Nasihat ve teorik düzeyde sürecek ahlaki derslerden uzak durulmalıdır.  

Büyük peygamberimizin hayatından başlayarak halifelerden, hükümdarlardan, âlim zahid, fakih mutasavvıf insanların insanlık tarihine vermiş oldukları eşsiz örnekler sunulmalıdır. Her biri fazilet ve insanlık örnekleri tarihin şeref levhaları genç ruhlar üzerinde İslam ahlakının, aşk ile benimsenmesini sağlayacaktır. 

Diğer derslerle, dinin hakikatini ve ruhunu sunma imkânı varken ayrıca din dersine gerek var mı? Dinin, tüm his ve fiillerimize sirayet etmesi ve bütün varlığımızla sindirilmesi gereken bir kültür olduğunu unutmayalım. O bir aşıdır ve cevherdir. Damarlarımızda dolaşır ve insanlarla temasımızda kendini gösterir. Bugün din daha çok reçete bilgisi gibi ya da kaideler manzumesi şeklinde verilir olmuştur. Ya da Kuran’ın ezbere okunması olarak bilinmektedir. Bir takım merasim bilgilerine indirgenmiştir. Yahut da cehennem ve azap tehditlerinde ibaret görülmektedir. Halbuki din eğitimi zihinleri Allah’a çevirmek ve dinin suretinden hakikatine ulaştırmak olarak tasarlanmalıdır.  

Matematik Dersi Nasıl Olmalı? 

Matematik, sonsuzluğu, soyut düşünmeyi, ölçü içinde hükmeden Kudreti zihinlere nakşeder. Orantılara dayanan bir düzeni gözler önüne serer. İnsanda düzen ve ölçü, estetik ve sanat duygusunu geliştirmeye hizmet eder. 

Tabiatta orantılı düzenin matematikle ve geometri ile keşfedilmesi ruhun yaşayışına estetik bir kıvam katar ve estetik duygular ve zevk gelişir.  

Formülleri, teoremleri ezberletmeye çalışan hoca, aslında matematiği mahvetmektedir. Üstelik genç zekâları da bir bir söndüren bir katil haline gelmektedir. Liselerimizdeki matematik hastalıklı hale gelmiştir. Çünkü hayatla bağlantısını ve sanatla ilgisini bilmeyenler elinde matematik bir muammaya dönmektedir.  

Fizik ve Coğrafya  

Fizik ve coğrafya dersleri ile dünyamızdaki fizik kâinatı tanır ve hükmeden ilahi kanunları öğreniriz. Fizikte formüller ezberletmek gibi coğrafya dersinde şehirler, bölgeler, coğrafi arazi isimleri ezberletmek boş gayretlerdir. Fizikte madde dünyası bütün karakterleri ve kanunları ile öğrenilmeli. Coğrafyada ise ülkeler ve dünyamız içindeki olayları ile tanıtılmalı. Ancak bu tasvir yolu ile yapılmamalı; izah yolu tercih edilmeli, harita okumak her yönü ile öğrenilmelidir. 

 Edebiyat ve Tarih Dersi 

Edebiyat dersi eskiden metin şerhi halinde yürütülüyordu. Şimdi de edebiyat tarihi haline geldi. Her iki usul de yanlıştır. Edebiyat dersi doğru yapılabilirse genç ruhlara sanat kültürü kazandırır, güzellik heyecanı verir. Ruh sevgisi uyanır.  

Tarih dersine gelelim. Tam manasıyla bir vakanüvislik veya masalcılık haline gelmiş bulunuyor. Geçmişe dair bir dedikodu, yani efsaneciliği andırır olmuştur.  

Tarih dersinin gördüğü iş, maziye küfretmekten ve yakın zamanın belli şahıslarına meddahlık ve dalkavukluk egzersizi halini almıştır. Boş bir gaye uğrunda hafızaları zorlanıyor, genç zekâları çürütülüyor.  

Bu bir bilim ve ahlak hezeyanıdır. Çözüm nedir peki? Tarihin olaylarını geçmişten alıp günümüze getireceksin. Olayları anlatırken bağlantısını kuracak ve şimdi yaşanıyor gibi ele alacaksın. Olayların günümüze etkisini sunacaksın ve nedensellik bağıntısı kuracaksın. Tarih eğitiminde temel esas bu olmalıdır. 

Olayların zaman sırasına bağlanarak anlatılması, tarih dersini gayesiz bir masalcılığa götürüyor. Estetik ve ruhbilim konularında uzman olmayanlara edebiyat hocalığı, sosyoloji bilmeyene de tarih hocalığı yaptırılmamalıdır.  

Sosyoloji, tarih dersi gibi olayları sebepleri ile açıklar. Hayatı çeviren bütün olaylara karşı eleştirel göz kazandırdığından vatandaş için en lazım derslerden biridir.  

Sanat dersi 

Sanat dersi niçin önemli ve gereklidir? Gençlerimizin ulvi zevklerle tanışması, hayvani ve bedeni zevkler yerine ruhani dünya ile tanışması için sanat eğitimi önemlidir. Ruhani ve estetik zevklerin gelişmesi için liselerde mutlaka sanat tarihi okutulmalıdır. Dersler, tabiattaki güzelliklerin keşfine ve öğrencinin tabiat kitabı okuru haline gelmelerine yardımcı olmalıdır. Sadece edebiyat derslerinde değil, fen dersleri bu amaca hizmet etmelidir. Yeryüzü ilahi sanat eserinin sergilendiği bir sanat galerisi, bir fuar gibi biz seyircilerin temaşasına, müşahede ve tefekkürüne arz edilmiştir. Dersler, öğrencide güzellikleri ve nimetleri takdir eden bir bakış açısının hayat bulmasına hizmet etmelidir.  

Öğrencinin bir sanat okuru haline gelmesini, tabiatın dilini öğrenmesine yardımcı olacaktır. İnsanın bir görevi de tabiatın kendisine ne söylediğini “anlamasıdır”.  

Tabiatın dilini öğrenmek bir yabancı dili mesela İngilizce öğrenmekten daha önemlidir. Çünkü bu dili öğrenmek bizi insanlık yolunda yüceltiyor, Allah’a yaklaştırıyor.  

Bu beden ve şu kâinat, o ruhun önünde iki sahife gibi duruyor. İnsan bedeni de okumasını biliyor, kâinatı da. 

Mutlu ve barışık insan haline gelmenin yolu, tabiattaki güzellikleri görebilen bir anlayışa yükselmekle mümkün olabiliyor.  

Kur’an ilk ayetindeki “Oku” emrinde insana “sanat okuyucu” ol, “tabiattaki yaratılış mucizelerini gör” emri de bulunduğunu düşünüyoruz.   

Kurandaki hakikatleri Kâinat kitabı vasıtası ile okuyabiliyorsunuz. Sanat ve estetik duygularınız inkişaf etmemişse tabiatın sesini mesela akan suyun, esen rüzgârın, akıp giden bulutların, her gün parıldayan Güneşin, üzerimizi örten karanlığın, gecenin, uçuşan kuşların, yanı başımızda gezinen kedi, köpek hatta böceklerin ve bahçemizdeki güllerin söylediklerine gönül gözünüz kapalı kalıyor. 

*Yazıda  yer alan  atıflar  Nurettin Topçu’nun  Türkiye’nin Maarif Davası  adlı kitabınadır  (Haz. Ezel Erverdi-İsmail Kara, İstanbul: Dergâh Yayınları, 3. Baskı, 1997).