Ruh, kalp, nefs kelimeleri esasında kendini ve kendi ferdiyetlerinden yola çıkarak başkalarını bilme merakının kadim Çin’den Antik Yunana kadar ilk-el araştırmaların konusu olduğu bilinen bir şeydir.

Sonradan ruhiyat başlığı altında toplanan ve zamanla ruhiyatın ilmi- nefs, ilmi- kıyafet, ilm-i suret… şeklinde alt dallara ayrılarak çeşitlendirilen söz konusu ilimlerin ortak noktası ise insanın dışına bakarak içini anlamak, fizikî suret ve hâllerinden ondaki gaybî özellikleri keşfetmektir. Son tahlilde bu bilgilerin bir nefs bilgisine, edebe ve ahlaka, talime ve terbiyeye bağlandığı yine herkesin malumudur.

Buradaki önemli ayrım, söz konusu ilimlerle uğraşanların ruhiyata konu ruh, kalp ve nefs kelimeleriyle kurdukları ilişkiye göre tahakkuk eder. Ruhun ne olduğunu bilmemekle ve hatta bunu dert edinmemekle birlikte, onu bir şekilde hak edilmiş bir özellik olarak görenlerin -maddiyyunun- ruhiyattan elde ettikleri sonuçlarla, bir gnostiğin, bir muvahhidin, bir şeriat ehlinin… ondan elde ettikleri -ve edebilecekleri- sonuçlar -kimi benzerlikleri taşısalar da- aynı değildir. Diğer bir söyleyişle insanı merkeze almaları bakımından ruhiyat araştırmaları, incelemeleri, keşifleri ortak; ancak dünya görüşleri (iman, inanç), tabiri ve tevili ile hasılası -toplumsal faydası- bakımından farklıdır.

Bizdeki ilm-i kıyafetin ilk kez -bu eseri günümüze ulaşmamış olsa da- İmam Şâfiî tarafından sistemleştirildiği; Kindî, Ebû Bekir er-Râzî, İbn Sînâ, Fahreddin er-Râzî vd. âlimler tarafından devam ettirildiği bilinir. Ayrıca, başlı başına bir nefs terbiyesi ilmi olarak da tanımlanan tasavvufa mahsus eserlerin hemen hepsi de yine dolaylı olarak ilm-i kıyafete dahildir. Muhasibî’ninkinden, İbnü’l-Arabî’ninkilere, Kuşeyrî’ninkinden Bursalı ve Erzurumlu İbrahim Hakkîlerinkine kadar yapılagelen tüm kayıtlar nefs bilgi ve terbiyesini ihtiva eder.

Bizim buradaki meselemiz ilm-i kıyafetin ne araştırmasını ne de felsefesini yapmak değildir; bu sebeple verdiğimiz genel bilgiler yeterlidir.

Bizim meselemiz, önceki yazımızda zikrettiğimiz Ethem Bakar’ın Terbiye-i İrade (1909; Ketebe Yayınları, 2023) ve İskender Fahrettin’in Fizyonomi (1933; Büyüyen Ay Yayınları, 2023) adlı kitapları üzerinden Batı tahakkümlü bir zihniyet değişimini nasıl yaşadığımızı, diğer bir söyleyişle edebiyatta maruz kaldığımız değişmeden önce buna ilim kisvesi altında ve adeta yeni bir kulluk irtibatıyla Batı hayranlığı içinde nasıl maruz kaldığımızı anlamaya çalışmaktır.

Geçmişte Hilmi Ziya Ülken’in İslam Sanatı (1948) ile Suut Kemal Yetkin’in İslam Sanatı Tarihi (1954) üzerinden de iletmeye çalıştığım gibi, Ethem Bakar ile İskender Fahrettin’nin mezkûr kitapları da bizim alimlerimizin eserleriyle ortaya koydukları ilgili tefekkürü, sanki kangren olmuş bir uzvu kesip atarcasına dışa atma tutumuyla yazılmışlardır.

Bakar’ın “bir gül istesek bize bir gülistan” veren Batı irfanından, İskender Fahrettin’in “Amerika’da ilm-i sima, meyus ruhları ve ölmüş hisleri kamçılayan bir ilimdir. New York’ta ruh hastalarını tedavi eden fizyonomi âlimleri vardır.” şeklindeki tespitlerinden görülen odur ki, ilki zalim ve katil Batı’nın daha kendi zamanında artış göstermeye başlayan cürümlerine karşı gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış; ikincisi ise dünyadaki devasa bir birikimi inkar ederek kendi adına Amerika’yı yeniden keşfetmeye kakışmıştır.

Bu kopuşun ve kendi ilimlerine, kültürüne biğane kalışın sebepler nedir diye soracak olursak, şu gerçeklerle karşılaşırız:

Ölüm döşeğindeki devletin Batılılaşmayı nihai bir kurtuluş umudu olarak görmesi ile devletteki bu yönelişin gelecekte daha da etkili olacağını gören bürokratların, ulemanın ve eşrafın o muhtemel ortamda çocuklarına güvenli ve itibarlı bir gelecek temin etmek adına onları ya Osmanlı’daki misyoner okullarında ya da doğrudan Avrupa’da okutmaya başlamalarıdır.

Bunlardan kastımızın doğru anlaşılması için şu örneği okurlarımızla “istitraden” paylaşalım:

Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Başbakanı Suat Hayri Ürgüplü, Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi’nin oğludur. Galatasaray’da ve Paris’te okumuş, CHP ile Müslümanlar arasındaki bugün de halen kapanmayan, kapanması da asla mümkün görülmeyen uçurumu CHP, yani sistem lehine kapatmaya çalışmıştır.

Asıl konumuza dönerek, mezkur değişmeye şiir esasında bakacak olursak: Ahmet Haşim’in Mallarmé; Yahya Kemal’in Verlaine; Necip Fazıl’ın Baudelaire, Tanpınar’ın Valéry hayranlığı “Neydi bizim edebiyatımız”dan “N’oldu bizim edebiyatımıza” sorusuna geçişte açık bir izaha vesile olsa gerektir.

Çünkü, önce ekmekler değil, tohumlar ve değirmenler bozuldu.