Yıl 1959: Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na ortaklık başvurusu yaparak birliğin kapısını çaldı.

Yıl 1987: Türkiye resmen tam üyelik başvurusunda bulundu. AB Komisyonu, birliğin o dönem için yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini bildirdi, ancak üyelik müzakerelerinin ileriki bir tarihte açılabilmesi için ilişkilerin geliştirilmesini tavsiye etti.

AB’nin, “Buyurun ne istemiştiniz? “ diye soruşunun üzerinden 28 yıl geçmişti.

*

Yıl 1996: Üç yıllık müzakerelerin ardından Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği Anlaşması yürürlüğe girdi. Türkiye’nin AB ile bütünleşme hedefine yönelik en önemli aşamalarından bir olan Gümrük Birliği anlaşması yapıldı.

Bu, Türkiye’de bayram havası yarattı…

Millet coştu da coştu…

Aylık faizin %120 olduğu,

Türk parasının 2 kez devalüe olarak kağıt yığınlarına döndüğü,

kaplumbağa hızıyla büyüyen ekonominin 1 ayda 10 yıl geriye gittiği,

enflasyonun % 60’lara ulaşarak Afrika kıtasıyla yarıştığı,

her 3 kişiden 2’sinin işsiz gezdiği bir ülkenin,

o yıllardaki başbakanı Çiller ve ortağı Karayalçın,

“Türkiye, AB’indeki yerini almıştır” masalıyla sonraki seçimde hayli sükse yapmıştı.

AB’nin, “Buyurun ne istemiştiniz? “ diye soruşunun üzerinden 37 yıl geçmişti.

*

Yıl 1999: Türkiye resmen aday statüsü kazandı. Avrupa Konseyi, Komisyon’un raporuna uyarak aralık ayındaki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB üyeliği için aday ülke olduğunu açıkladı.

AB’nin, “Buyurun ne istemiştiniz? “ diye soruşunun üzerinden 40 yıl geçmişti.

*

Yıl 2001: Türkiye’nin AB’ye katılım süreci için yol haritası sağlayan ‘AB – Türkiye Katılım Ortaklığı’ kabul edildi. 19 Mart’ta Türk hükümeti, katılım ortaklığını yansıtan, ’’Müktesebatın Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı’’nı (NPAA) kabul etti.

Katılım Ortaklığı doğrultusunda Türkiye Avrupa Birliği’ne uyum hedefiyle yoğun bir siyasi reform sürecine girdi. 2001-2004 yılları arasında sekiz uyum paketi, ayrıca iki anayasa paketi meclisten geçirildi.

AB’nin, “Buyurun ne istemiştiniz? “ diye soruşunun üzerinden 42 yıl geçmişti.

*

Yıl 2005: 3 Ekim’de tam üyelik müzakereleri resmen başladı.

Nasıl başladı ?

Fasıllar bir türlü açılmadı…

Zar zor açılan fasıllar bir türlü kapanamadı…

İş bulandı da bulandı…

Komisyon fasıl açacak mı açmayacak mı?

Soruları bir zaman sonra fasıl dinletisinden öteye gidemedi.

AB’nin, “Buyurun ne istemiştiniz? “ diye soruşunun üzerinden 46 yıl geçmişti.

Yıl 2018: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Varna’da düzenlenen Türkiye-AB zirvesine katıldı.

Her zamanki gibi

Muhabbetler bilindikti…

İticiydi…

Küstahça idi…

Dertleri belliydi…

Mültecilerdi…

Kıbrıs’tı…

Lozan’dı…

Afrin’di…

PKK idi…

Çıkarlarıydı…

Emelleriydi…

Dertleri müzakerelerin devam etmesi değildi…

Türkiye’yi dize getirememenin derdiydi…

Türkiye’nin, “Bu müstakbel birliğinizin içinde yer almak istiyoruz” diye cevap verişinin üzerinden, 59 yıl geçmişti.

BEN DE %60 ALACAĞIM

Bana sorarsanız yılın en komik fıkrası Kılıçdaroğlu’ndan geldi…

Kemal Bey’in fıkrası şöyleydi: “2019’da bizim ittifakımız sandıktan % 60 ile çıkacak”

Kahkahamız daha bitmemişken

Bismillah bu kez Ak Parti kanadından, Mahir Ünal’dan benzer bir açıklama gelmez mi…

Dedi ki Mahir Ünal : “2019’da ittifakımız sandıktan % 60 la çıkacak”

Rasyonaliteye,

Mantaliteye,

Realiteye,

Matematiğe…

Neye göre derseniz deyin…

CHP ve ittifakının % 60 alması imkansız!

Ak Parti/ MHP ittifakının % 60 alması imkansız değil…

Ama zor.

*

Hala bekliyorum…

Neyi mi?

Meral Abla’nın: “Ben de % 60 alacağım”

Demesini.

YAPAY ZEKA

Musk uyardı…

Gates uyardı…

Bizimkiler tez uyandı.

Yeni bir bakanlık kurulacakmış.

Yapay Zeka Bakanlığı.

Bence isabet olmuş…

Akıllıca olmuş…

Lakin benim naçizane bir önerim olacak;

Güzel ülkemde yapay zekadan daha çok,

envai çeşit sivri zeka var.

Ben derim ki;

Yapay Zeka Bakanlığının yanına bir de “Liyakat Bakanlığı” kurulsa çok şık olurdu doğrusu.

Zira birçok parlak zeka ya göç ediyor,

ya da torpili, dayısı olmadığı için harcanıp gidiyor.

SANKİ İLK DEFA TANIYORMUŞUM GİBİ.

Jean Paul Sartre’nin “Bulantı” romanındaki “Roquentin” karakteri gibi hissediyorum kendimi son birkaç zamandır…

Romanı okumuş olanlarınız anımsayacaktır…

Roquentin, hemen her gün gittiği pastaneyi,

insanların kağıt oynadığı Mably Kahvesini,

yürüdüğü yolları,

caddeleri,

tanıdığı insanları

sanki ilk kez görüyormuş ve tanıyormuş gibi oluyordu ya hani…

işte ben de aynen öyleyim…

Yahu tamam diyorum…

Bu adamı tanıyorum diyorum…

Bir tarafı ile diğer tarafı senkronize şekilde başka türlü oynar diyorum…

Yahu evet y…..n tekidir diyorum…

Peki niye böyle oluyorum?

Bu durumumun ne yabancılaşma sendromuyla,

ne de varoluş sorgulamasıyla bir alakası var…

Mesele, tanıdığım ve mecburen selam vermek ya da teşrikimesaide bulunmak zorunda kaldığım mahlukların,

her karşılaştığımda “y……k” seviyelerinin bir öncekine göre artış göstermiş olması.