Hicretin ruhunu ve manasını anlamayanlar onu bir kaçış, kurtuluş ve terk ediş zannederek Gazze halkı için bu çirkin teklifi destekliyorlar. Gerçekle hiç alakası olmayan yorumlar yaparak, güya masum insanların hayatını kurtarmak gibi sinsi bir planın arkasına sığınıyorlar.

Her şeyden önce bu şaşkın fikirli insanlara Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) hayatını ve bilhassa hicretini tekrar okumalarını ve anlamaya çalışmalarını tavsiye ediyorum. Gazze’de 50 bin şehit vermiş, on binlerce yakını yaralanmış, evleri harabeye dönmüş insanlara bir buçuk sene sonra hicretten bahsetmek ya düşmanlıktır, ya ihanettir  veya en hafifinden istihza manasına gelir.

ABD ve Siyonist katiller Aksa Tufanı’nın başından beri Hamas ile Gazze halkı arasına nifak tohumlar ekmeye çalışıyorlar. Güya onların asıl hedefi Hamas ve Kassam Tugayları imiş, Gazze halkını yani sivilleri korumaya çalışıyorlarmış gibi bir algıyla direnişi kırmaya uğraşıyorlar. Gazzeli kahramanlar bu yalancı hainlere, 50 bin şehidin kanıyla, canıyla karşılık verdiler. Yüzyıllardır yaşadıkları toprakları yani vatanlarını işgalci Siyonistlere bırakmamak için çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden topyekun bir milli mücadele verdiler. Vermeye de devam edeceklerini herkese gösteriyorlar.

Bir asır önce biz İstiklal Savaşı’nda İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan işgalcilere karşı Milli Mücadele başlatırken silahlı kuvvetler ve sivil halk diye bir ayırım yapmadık. Hatta mücadele fitilini ateşleyenler, sivil milis güçleri oldu. Hiç kimse başka ülkelere hicret edip kendini kurtarmayı düşünmedi. Analar, bacılar, yaşlı insanlar bile hiç bir şey yapamasa da cephane taşıyarak bu mücadeleye destek oldu.

Aslında bu art niyetli insanların gizli maksatları hicret değil tehcirdir. Vatanı uğruna 50 bin masumu şehit veren bu kahraman halkın toprağını asla terk etmeyeceğini bilenler, onları göçe zorlamak istiyorlar. Zaten ABD’nin Siyonist destekçisi Başkanı bunu açıkça söylemişti. Şimdi bu lokmayı Müslümanlara yutturmak için bir kılıf arayıp bulmuşlar. Tehcir gibi insanlık dışı bir eylemi, Müslümanlara süslü ve cazip göstermek için hicret gibi mukaddes bir kavramın içinde kabul ettirmeye çalışıyorlar. Ne yazık ki bazı Müslümanlar ya ihanet ya da aptallıklarından bu derin güçlerin planına destek veriyorlar. Ülkemizde bile hiç ummadığımız insanlar bu ihanet planını maalesef dile getiriyorlar.

TEHCİR VE NEKBE

Aksa Tufanı’nın başından beri söylediğim bir cümle var. “Nekbe’yi bilmeyen Gazze’nin bugünkü durumunu anlayamaz.” Maalesef halkımız da aydınımız da Nekbe olayının vehametini ve boyutlarını bilmiyor. Büyük felaket Nekbe’yi tam olarak anlayabilsek, 77 yıl önce yaşananların bugün tekrar sahneye konmak istendiğini açıkça görürdük.

Filistin’i işgal etmek ve yüzyıllardır burada yaşayan Müslümanları topraklarından sürmek için İngiliz desteğinde uzun vadeli planlar yapan Siyonistler, nihayet 14 Mayıs 1948 günü emellerine kavuştular. Görünüşü devlet olan ama aslında bir terör örgütünden farksız bir yapıdaki İsrail’in kurulduğunu bütün dünyaya duyurdular. ABD ve Avrupa’nın bu işgalci teröristleri devlet diye tanımaları gayet normaldir. Fakat Türkiye gibi halkı Müslüman bir ülkenin 1949’da İsrail’i tanıması elbette çok düşündürücü bir olaydır.

İsrail’in kuruluşundan bir gün sonra 15 Mayıs’ta Filistinlilerin Büyük Felaketi başladı. Aslında Nekbe’nin altyapısı 1917 İngiliz işgalinden beri hazırlanmaktaydı. Birbiri peşine Haganah, Irgun, Lehi gibi Siyonist terör örgütleri kuruluyordu. Düzeni sağlamakla görevli İngilizler açıkça Siyonistleri destekliyor, Müslümanlara ise çok şiddetli baskı uyguluyordu. Terör örgütleri, 1940’tan sonra devamlı artan tehditler, baskınlar, sabotajlar ve kundaklamalarla Müslümanları sindirme, korkutma ve göçe zorlama yöntemleriyle gayesine adım adım yaklaşıyordu.

Nihayet 8 Nisan gecesi Kudüs yakınındaki Deyr Yasin köyüne yapılan baskınla acımasız bir katliam gerçekleşti. Haganah örgütüne bağlı teröristler makinalı tüfekler, el bombaları ve patlayıcılarla köye saldırmış, 600 nüfuslu köyde 254 kişiyi gaddarca katletmişlerdi. Ellerine geçen her türlü kıymetli eşyayı da gasb ederek hem terörist hem de hırsız olduklarını belgelemişlerdi. Olayın bütün teferruatı ertesi günü köye gelen Kızılhaç ekipleri tarafından tesbit edilmiş ve rapora yazılmıştı.

Bu vahşi katliama en ilginç ve en rezil yorum o zamanki Haganah terör örgütünün lideri olan ve ileride işgalci İsrail’in başbakanı olacak Menahem Begin’den gelmişti. Şöyle demişti, bu terörist başı: “Deyr Yasin katliamı olmasaydı, İsrail asla kurulamazdı.” Terör ve katliamlar üzerine bina edilen bu çarpık yapı elbette devlet değil, büyükçe bir terör örgütü olduğunu bugün de açıkça gösteriyor.

Deyr Yasin katliamından sonra Siyonist propaganda aynen bugünkü gibi Filistinlilere “artık bu topraklarda yaşama şansınız kalmadı, canınızı kurtarmak için bir an önce komşu Müslüman ülkeler hicret edin” çağrısı yapmaya başladı. Maalesef bu telkinler ve artan terör baskısı Müslümanları yıldırdı. Bir ay sonra 15 Mayıs’ta hicret değil tehcirle yani acımasız bir sürgünle ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar.

BİRLEŞİK ARAP ORDUSU YARDIMA GELİYOR

Bu sırada çok sevindirici bir haber alındı. Mısır, Suriye, Irak, Ürdün ve Suudi Arabistan askerlerinden meydana gelen Birleşik Arap Ordusu Filistin’e girerek İsrail’le resmen savaşa başladı. Herkes artık Siyonistlerin sonunun geldiğini ve Filistin’in kurtulacağını düşündü. Arap Ordusu, Filistinlilerin yerel milis güçlerini pasifize ederek silahlarını bırakmalarını ve geçici bir süre topraklarından hicret etmelerini istedi. Siyonistleri mağlup edip Filistin’den kovunca, tekrar geri dönebileceklerini söyledi. Bu yalana inanan zavallı Müslümanlar, her şeylerini bırakarak sadece evlerinin anahtarlarını yanlarına alıp yollara düştüler.

Filistin’de yaşayan 950 bin Müslümanın 750 bini bu sürgün ve tehcirle evlerini, köylerini, bahçelerini bırakıp gittiler. Siyonist kurşunları altında Mısır’a, Ürdün’e, Lübnan’a, Suriye’ye dağıldılar. Dünyanın en büyük mülteci grubunu oluşturarak sıkıntılı ve çaresiz bir hayata adım attılar. Birleşmiş Milletlerin defalarca aldığı “Filistinli mültecilerin geri dönme hakları vardır” kararına rağmen hiçbirisi geri dönemedi. Evlerinin anahtarları ellerinde acı bir hatıra olarak kaldı.

Bu mültecilerin şu andaki durumuna baktığımız zaman Filistin dramının sadece Gazze’de, Kudüs’te, Batı Şeria’da değil yurt dışında da devam ettiğini görmekteyiz. Sayıları altı milyonu aşan Filistinli mülteciler, kimliksiz bir şekilde sağlık, gıda, eğitim, barınma ve sosyal haklardan yoksun bir şekilde hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. BM’ye bağlı UNRWA Ajansının yardımlarıyla ayakta durmaya gayret ediyorlar. Yardım Ajansına en büyük katkı yapan Siyonist destekçisi ABD, yardımı kesince daha büyük bir sıkıntı yaşamaya başladılar.

Merak edenler için 1948 Arap İsrail Savaşı’nın sonucunu hatırlatayım. Ürdün’ün İsrail’le yaptığı kirli pazarlıklar sonunda Kudüs ve Batı Şeria karşılığında bütün Filistin Siyonistlere bırakıldı. Hiç bir mülteci geri dönemedi. Filistinlilere ait her şey gasb edildi ve işgalci göçmenlere verildi. Siyonistler Ürdün’e bıraktıkları Kudüs ve Batı Şeria ile Mısır’a verdikleri Gazze’yi 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda fazlasıyla geri aldılar. Ayrıca Sina Yarımadası ile Suriye Golan Tepeleri’ni de işgal ettiler.

Bugün esefle ve ibretle izlediğimiz hicret teklifi, yakın bir zamanda tehcire dönüşür ve Gazzeliler zorla topraklarından sürülürse, 1948’den daha da büyük felakete yol açacaktır. Aydın geçinen Müslümanlara Allah iz’an versin ve bu sinsi Siyonist planları desteklemekten vaz geçsinler.

Gazze’nin tek kurtuluş çaresi, İslam Birliğidir. Türkiye’nin liderliğinde bu azgın Siyonistlere anladıkları dilden cevap verilmelidir. Zaten Suriye devrimi buna imkan ve zemin hazırlamıştır. Er veya geç Siyonistlerle Müslümanlar karşı karşıya gelecektir. Önemli olan Müslümanların birliğidir. Zafer İnşaallah İslam’ın olacaktır.