Müslümanların yakın tarihlerinde vuku bulan çeşitli tahribatı, –kendi bağlamına uygun bahislerde kayıt altına almanın ya da hatırlatmanın dışında– kültürel ve sosyal değişmenin nesnesine dönüştürerek sıkça dile getirmek, ilgi kaybının türevi olarak zamanla bir tür kanıksamayı da beraberinde getirmektedir.

Yeni Türkiye’deki sosyal ve kültürel değişme sürecinde camilerle ilişkilerimizin zayıflatılması, bu esasta ibadet ve dil bağının kopartılmaya çalışılması, şehir mimarisi planında bir eksen kaymasına gidilerek camilerin sosyal hayatın dışına itilmek istenilmesi vb. tahribat bunun tipik örneklerinden biridir ki, bunların salt bir yakınma, suçlama ya da eleştiri olarak sürekli gündemde tutulmasının da muhataplarında bir tekrar bıkkınlığına ve giderek duyarsızlaşmaya sebep olduğu, hatta bunun camilerde kıraat, tilavet ve vird olunan Kur’an’ı anlayamamayı, hat sanatı yoluyla mimari yüzeye işlenen ayetleri okuyamamayı bil-fiil bir suçluluk pekişmesine uğrattığı aşikardır.

Ayrıca bunların kısa vadede telafisi, ilgili eski bilmeye ve idrake aynıyla tekrar dönülebilmesi oldukça zordur. Zira en geniş anlamıyla hayat geriye değil, ileriye doğru işlediği için, zaten tek başına en büyük tahribatı temsil eden modern hayata tabi –çok hızlı olarak gerçekleşen– ilgi ve zevk değişmesini durdurmak da neredeyse imkansızdır.

Konumuz esasında, mezkur imkansızlıkla baş edebilmenin ilk yolu Kur’an’ı anlama gayretlerinin artırılması ve bağlamda her biri bir Kur’an sayfası hükmünde olan camilerimizin gerek mimari, gerekse onlara işlenen İslam hattı itibariyle sanatlılık esasında yeni bir bilgilendirmeye tabi olarak sevdirilmesi olsa gerekir.

Murat Sülün’ün Kur’an’dan San’ata adlı büyük boy, iki ciltlik fotoğraflı kitabını, buna mahsus en güzel örneklerden biri olarak zikredebiliriz.

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasından çıkan ve geçtiğimiz yıl ikinci basımı yapılan kitap, Sülün’ün kelimeleriyle, Kur’an sanat buluşmasını; Kur’an’dan sanata yansıyanları; Kur’an’da sanat – sanatta Kur’an’ı; Sanat eserlerinde Kur’an izlerini; Sanat eserlerini Ayetle bezeme geleneğini; Kur’an pınarından sanat eserlerine dökülen katreleri ve Kur’an semasının sanat eserlerinde parlayan yıldızları hem metin hem de resim yoluyla ihtiva ediyor.

Burada konu edindiğimiz probleme. “Halkıyla aydınıyla Türk Toplumunun Kur’an’la ilişkilerinde korkuyla karışık büyük bir saygı egemendir. Toplumun Kur’an’a yaklaşımı ‘onu anlayıp gösterdiği yolda gitme’ tarzında değil, kutsama, bereket ve şifa vesilesi sayma, bir musiki güftesi dinler gibi dinleme, buna karşılık izleyeceği rotayı Kur’an’a göre değil, ikincil, üçüncül kaynaklara göre belirleme şeklinde cereyan etmektedir.

Türklerle söz gelimi İranlıların Kur’an kültürü karşılaştırıldığı zaman, rahatlıkla görülecektir ki her iki millet de Kur’an’ı zahiri (mushaf) yönüyle kutsallaştırmış, teberrük amaçlı kullanmış, hastalıklara şifa verecek bir ilaç gibi görmüş, Allah ile bağlantı kurarken; O’ndan bir şey talep ederken ya da bir konu hakkında O’na danışırken Kur’an’ı aracı kılmıştır. Kur’an’a yönelik davranış kalıplarının son derece saygılı ve içten olmasına karşılık, hâlâ istenen düzeye çıkmamış olması, yani Kur’an’ın kendisini izleyenlere garanti ettiği dünya hakimiyet ve saadetinin yakalanamamış olması, biraz da şu gerçekten kaynaklanmaktadır:

Kur’an-ı Kerim, Türk kültürünün en etkili unsuru olmakla birlikte, Kur’an’ın kültür yapıcılığı doğrudan değildir: Türk toplumu Kur’an öğretilerini sıhhatleri kuşkulu, abartılı, olağanüstülüklere çok fazla prim veren bilgi, anekdot ve menkıbelerle dolu çeşitli Kur’an dışı kaynaklardan, adeta rafine edilmiş(!) olarak öğrenmiş; Kur’an’ın içine fazla girememiştir.” sözleriyle tam da ana damardan giriş yapan Sülün, iç ve dış siyasetin planlı bir şekilde kendi sosyal ve kültürel değişme amaçlarına uygun olarak yönetmek ya da yönlendirmek suretiyle katmerlendirdiği söz konusu problemleri sanat merkezinde aşmaya çalışıyor.

En-Nedim’in verdiği bilgiye göre, Mescid-i Nebevî’nin kıble duvarına ve’ş-Şemsi ve duhâhâ sûresinden Kur’an-ı Kerîm’in sonuna kadar olan kısmı ilk defa celî kûfî hatla –muhtemelen Hicri 120’li yıllarda– yazan ilk hattatlardan Hâlid b. Ebü’l-Heyyâc’tan beri, cami mimarisinin önemli unsurlarından biri haline gelen İslam hattının (güzel yazının), İlâhî emrin, öğretinin ve öğüdün dışa çıkarılmak suretiyle gündelik hayata sokulma sebepleri doğru anlaşıldığında, cami ile Kur’an’ın bozulması mümkün olmayan bütünlüğü de doğru anlaşılmış olunacaktır.