Yaşayan bir örnek, çocukluğumuzdan itibaren hayatımızın hemen her devrinde bize önemli ve anlamlı geliyor. Bilinçsiz bir örneklik ya da rastgele seçilmiş bir uyumdan değil, bile isteye ve tercih ederek taklit etmeye çalıştığımız insanlardan bahsediyorum.

Kendimizce iyi gördüğümüz kişi ya da davranışları farkında olarak ya da olmayarak içimize kazıyor, sonra da benzer durumlarda o beğendiklerimizle doldurduğumuz veri tabanımızdan ana uygun davranışlar seçiyoruz. Tabi aksi de mümkün; çirkin ve pis işleri görmenin de benzer bir kalıcı etkisi olabiliyor ama herhalde hiçbirimiz bu gibi örnekleri memnun ve mesut bir ruh hali ile taklit etmeyiz.

Konu din ve diyanet yani dinin yaşanması olunca, bu taklit makamını seçmemiz daha bir farklı açı kazanıyor. Zira dinimiz için seçtiğimiz örnekler sadece dünyamızı değil, ahiretimizi de tayin edebilir.

Pek çok kriter vardır ve bunların geneli ilim ve ihlas üzere bina edilmiştir. Zaten din hususunda örneklik etmenin asgari ve temel şartları da bunlardır.

Ancak pratikte karşımıza çıkan bir sorunumuz var. İlim sahibi olduğunu düşündüklerimizin ilmi seviyesini biz tespit ve takdir etmekten uzağız. İhlas konusunda da kalplere açıp bakma imkanımız olmayınca, bu temelleri de tespitte bazı verilere ihtiyaç duyuyoruz.

İlimde önemli kıstaslardan biri; kişinin her konuda bilgi sahibi olması ve sorulan her soruya cevap verebilmesidir. Bu kulağa iyi gibi gelen özellik din mevzuunda maalesef ilimden nasipsiz bir cüretin ve belki de başka maksatlarla her konuda konuşmanın işareti olabiliyor.

İlim, ağırbaşlı ve temkinli bir halin ardındaki deryanın adıdır. Dengesiz, düzensiz ve her dalda gezinen birinin sağlam bir yere basmadığını tahmin etmek zor olmaz. Genelde de netice öyle çıkar ve ayakları kaymaya başlar böylelerinin.

İlmin bir asaleti vardır ve taşıyana bu sirayet eder. Baktığınızda üstünde o ağırlığı görebilir, konuştuğunda dilinde o sorumluluğun endişesini hissedebilirsiniz. İlim, aynı zamanda sahibinin yaşantısında da ortaya çıkar ki, aksi durumda ihlasın olmadığını söylemek mümkün olur. Yaşanmayan veya yaşama niyeti taşımadan elde edilen bilgi, sahibini alim değil hamal yapar.

İlmin temeli edeptir ve edebini koruyamayan birinde olan bilgi, hayvanların en çirkin seslisinin sırtına yüklenmiş kitaplar gibidir.

Bunların sonunda yine de taklit ve tabi olunacak sağlam bir kulp gibi olan alimi bulmanın bir yolu da, dünyalık kaybedecek çok şeyi olmayanları seçmektedir. Mal, makam ya da şöhret; alim ya da cahil her insan için ağır bir imtihandır. Bunlara alışmanın sonunda ortaya çıkan kaybetmemek için verilebilecek tavizlerin, girilebilecek veballerin kapısının açık olduğuna ya da en azından öyle birer kapı olduğuna işarettir.

Bunlarla birlikte kendini muhafaza edebilenlere çok az rastlanmıştır.

Bir azimet uğruna, malından ya da canından geçmeye hazır bir alim profili için, ne kınayıcıların kınaması, ne zalimlerin kılıcı, ne de dünyanın mal ve şehvetleri bir engel teşkil etmemiş ve doğru bildiklerini söylemekten ve yaşamaktan geri durmamışlardır.

Selefi salihinin makamları reddetme konusunda gösterdiği aşırı hassasiyeti de bu minvalde anlamak gerekiyor. Kabul etmeleri durumunda orada kalmak için taviz gerektiren bazı hallerin yaşanma ihtimaline dahi tahammül göstermemek adına, o yola hiç girmemeyi tercih etmişler.

Halen yaşadığımız fetret devrinde, ihtiyacımız olan alimleri bulmakta zorlandığımız bir vakıa. Bu konuda hataya düşmemek için yaşadığımız kötü tecrübelerin bizi daha da ince eleyip sık dokumaya ittiği de ortada.

Bütün bunlara rağmen, hiçbir yol bulamasak da; -eksikleri ve hataları ile- en azından temel itikatlarinde bir sorun olmadığına inandığımız veya öyle bildiğimiz ilim sahiplerini bulmak ve onlardan faydalanmak durumundayız.

Mal ve şöhret cahil birinde de büyük tahribat ve sapmalara yol açabilir ancak bir alimin ayağının kaymasının, onunla birlikte kayacak olanlar düşünüldüğünde nasıl bir tehlike olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Yine de hiçbir kıstas mutlak değildir; neticede insan olan ilim sahipleri de kendi fıtrat ve kabiliyetlerine göre konumlanıyor ve duruşları da buna göre değişebiliyor. İtina göstermekle, vehimle hareket etmeyi de ayırmak zorundayız.

Sakin olmalıyız; ne ilim sahiplerini hatasız kullar görüp, tereddütsüz bir taklit, ne de hürmetsizlik ve müstağnilik göstererek uzak durmak doğru bir yol değildir. Esas olan dengeli yani vasat olmaktır.