Şevki Yılmaz'dan '31 Mart sonrası' yazısı: Şayet ders aldıysak... Şevki Yılmaz'dan '31 Mart sonrası' yazısı: Şayet ders aldıysak...

Okullarda  laboratuvar ve atölye uygulamaları, kitap okuma ve kulüp faaliyetleri, resim, müzik, beden eğitimi ve sanatsal dersler  göz ardı ediliyorsa bunun esaslı bir   sebebi  var:  “Paralel müfredat”...   

 Bu süreçte, öğrencinin dakikası bile önemli olduğundan sanat, spor ve okumaya dair her şey erteleniyor. Daha çok test çözmek ve sınavda çıkması muhtemel daha çok soru ezberlemek  en önemli eğitim metodu halini alıyor. 

Diğer taraftan, bu kadar stres altında kalan ve gençliğini (ve hatta çocukluğunu) yaşayamayan gençliğimizi kaybettiğimizin; geleceğe sorunlu ve kişiliksiz nesiller bıraktığımızın ise pek farkında değiliz.  

Şu ortamda Bakanlık hangi reformları yaparsa  yapsın hayata geçiremiyor.   Sebebi  yine şu  “Paralel  Müfredat”.

Ülkemizde eğitim hayatının  neredeyse  sınavlardan ibaret hale gelmesi bir anormalliğin ifadesi.   Adı alfabe çorbası bir sürü sınav var.  Üniversiteyi bitirmek bile sınavların bitmesi anlamına gelmiyor ülkemizde. Sırada KPSS ve başka sınavlar var. 

Sınavlarla oturup, sınavlarla yaşıyoruz. Medya haberlerine bakıyoruz. Çoğunluğu merkezi sınavlarla ilgili. Her başımız sıkıştığında yeni bir sınavla çözümler üretiyoruz. Sınavlar hayatımızın en kritik dönemeçleri haline geliyor.   Türkiye’ye ikinci bir ad verilse idi bu “sınavlar ülkesi” o lurdu.  

Daha iyi anlaşılsın diye konuyu sohbet havasında sürdüreceğiz.   

İlk sorumuz:

-Paralel Müfredat nasıl doğuyor?

Sebebi açık.  Lise eğitimi üniversiteye giriş odaklı.  Liselerin başarıları üniversiteye yerleştirebildiği öğrenci oranı ile ölçülüyor.  Üniversiteye giriş sınavının konu ve kriterleri ÖSYM tarafından belirleniyor. Liselerde  müfredatı   Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) belirler. Ancak, uygulama ve fiiliyatta öyle değil.  Asıl müfredatı belirleyen kurum YÖK bünyesindeki Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezidir (ÖSYM) .  

-Bu iki başlılık farkedilmiyor mu?

ÖSYM müfredatının hakim olması MEB yatırımlarının   “boşa gittiği anlamına geliyor.  Ancak isterseniz  öncelikle     Milli Eğitimi  YÖK’e bağlı çalışan ÖSYM’in yönlendirdiği ve yönettiği   konusunu netleştirelim.   

YKS;  (TYT, AYT, YDT)   sınavlarının hazırlığı      ÖSYM tarafından belirlenen program  çerçevesinde yürütülmektedir.  Öyle olunca lise eğitiminde  YKS ye dahil olmayan dersler ciddiye alınmamaktadır. 
Geçmiş yıllarda yükseköğretime giriş sınavı soruları esas olarak Lise 1 müfredatına dayalıydı.  Dolayısıyla Lise 2 ve Lise 3 dersleri göstermelik olarak yapılıyordu. Lise 2 ve 3 dersleri de sınav kapsamına alınınca, birdenbire bu sınıflarda da dersler ciddiye alınmaya başladı. 

Sonuç olarak MEB nasıl bir müfredat hazırlarsa hazırlasın, sonunda ortaöğretim kurumlarında ne yapılacağını ve hangi derslerin çalışmaya değer olduğunu belirleyen kurum, üniversiteye giriş anahtarını elinde tutan ÖSYM olmaktadır.  

-Paralel Müfredattan kastedilen  ÖSYM nin oluşturduğu bu  yapı  mı?  

Yıllardır bu iki kurum birbirinden kopuk halde kaldı.  Bu iki başlılığın sona erdirilmesi i için ÖSYM’nin MEB bünyesine alınması gerekir.  Sınav muhtevasının MEB tarafından belirlenmesi bir zarurettir. Mevcut uygulama MEB’nın elini kolunu bağlamaktadır.

Lise müfredatı ve YKS konu başlıkları arasındaki uyumsuzluk bir boşluk hasıl etmektedir.  Bu boşluğu ise   “üniversiteye giriş liseleri” diyebileceğimiz üniversiteye hazırlık kursları doldurmaktadır. Bunlar  MEB liseleriyle adeta  yarış içindeler.     

-Durumun farkında olan liseler ne yapıyor peki?   

Lise öğrencileri de gündüzlerini MEB liselerinde geçirmek, ve akşam ve hafta sonları da malî külfetine katlanıp YKS  liselerine yani hazırlık kurslarına gitmek zorunda kalıyorlar. 

Kendi müfredatlarını bırakıp paralel müfredata tabi oluyorlar.   Öğrencilerine   hafta sonları üniversiteye giriş deneme sınavı veriyor mesela.  Daha garibi ise  bu sınav sonuçları (yani paralel müfredat)  öğrencilerin neredeyse yegane başarı göstergesi   olmasıdır. 

Durum böyle olunca, Paralel müfredat,  liseleri,   üniversiteye girişte bir basamak taşı haline getiriyor. Fen Liseleri gibi iddialı liseler ikinci sınıf bir üniversiteye hazırlık dershanesi gibi çalışıyor.  Üniversite iddiası olmayan liselerde ise dersler genellikle ilgisizlik ortamı içinde heyecansız bir şekilde sürüyor.  Ciddi öğrenciler liseden kurtarabildikleri zamanlarını kurslarda geçirmektedirler

-Bu yapı, geleceğe  problemli;  bakışlar karanlıklı, ümitler sönük nesiller bırakmanın bir kaynağı değil mi?

 Eğitim sisteminde,  özellikle sınavlardaki   adaletsiz yapı ve mesleki eğitime yönlendirme olmayışı ile eğitimdeki bu akıl almaz başıboşluk ve niteliksizlik ortaya çıkıyor. Ve bunun en önemli bir  kaynağı ise  ÖSYM nin oluşturduğu paralel müfredat olduğunun altını  tekrar çizelim.

- “Paralel Müfredat” bu kadar tehlikeli mi?

Paralel müfredat yüzünden Milli Eğitimin büyük projeleri (mesela bedava ders kitabı,  FATiH projesi, akıllı tahta, tablet bilgisayar..) çöp oldu.  Gençlerin dünyasında varsa yoksa üniversite sınavları.   
Gençler eğitim adına bu anlamsız işkenceye isyan ediyorlar tabi. Ancak onların sorunlarını gören kim!?  Göz göre göre çözüm üretilmeyince  çözüm üretme konumundaki yetkililer,  gençlerin dünyasında, güvenilmez ve çözüm üretemez olarak görülüyor.

Gençler arasında mevcut iktidara karşı büyük bir memnuniyetsizlik anketlere yansıyor. En büyük sebebi “paralel müfredat”’dan kaynaklandığını düşünüyorum.  İktidar, ülkenin geleceğini de,  kendi geleceğini de düşünüyor. Çaba içinde. Bunda şüphe yok.  Ancak çözüm yanlış mecralarda aranıyor. Gerçek problemler yerine gölge ve kök problemlerle uğraşılıyor. 

Eğitimde şu öldüresiye rekabeti ve elemeyi esas alan sınav sisteminin insan fıtratına ne kadar aykırı olduğunu söylemeye gerek var mı?

Dünya, açık defter kitap, sınavsız eğitimi tartışıyor ve uyguluyor. Ödev- proje-araştırma ağırlıklı eğitim öne çıkıyor. Sınavda bilgi yerine kazanımları değerlendiren ölçme-değerlendirme yöntemleri gelişiyor. Dünya, dijital öğrenme imkânlarının kullanıldığı sanal eğitimi ve uzaktan eğitimi daha yoğun konuşuyor. 

Halbuki  ülkemizde sınavlar, olabildiğince çok test sorusu çözmeye endeksli hale gelmiştir.   Tabi ki bu kadar anlamlı ve hayata dair soru tasarlamak mümkün olmayacağından test kitaplarını hayattan ve gerçeklerden uzak bir şekilde tasarlanan hayali sorularla doldurmaktadır.

  Çocukları değerlendirirken onlara ne kadar güçlü duygular ve niyetler kazandırdığımıza bakalım. Alınan eğitim, onları duası ve içtenliği güçlü, samimi/ihlaslı birileri haline getirebiliyor mu? İçinde yaşadığımız maddi dünyada başarılar sonuca göre ölçülüyor, kişiyi rekabete sevk ediyor. Açıkça söylenmese de üstü örtülü söylenen şey: “Senin başarısızlığın benim başarım için gereklidir.

 Halbuki rekabete dayalı anlayış başarının önüne engel olarak çıkıyor. Sınav ve eğitimdeki bu yaklaşımın fıtrat  yasalarına ne kadar ters düştüğünü, ilahi düzenle çatıştığımızı ve eğitim gerçekleri ileçeliştiğimizi şimdi daha iyi anlamaktayız.

Bilmek, sadece bazı sınavlardan geçmek kafaya ne işe yaradığı ve nerede kullanılacağı öğretilmeyen bilgileri yığmak anlamında bir bilmek kuantumun ortaya koyduğu eğitim paradigmaları ile bağdaşmaz. Bilmek, bildiklerimizin temellerini, dayanaklarını gösterebilmek demektir. Bilmek, kökleriyle, temel kavramlarıyla bilmek anlamına gelir.

-Sonuç olarak söylersek;   bilgiyle ilgili bu yanlışlardan kurtulmak için nasıl bir paradigma dönüşümüne ihtiyaç bulunuyor?

 Öğrenciyi, bilgiyle yüklenen nesne konumundan kurtarıp, bilgiyi üreten ve kullanan özne konumuna çıkarmayı amaçlayan bir yapılanmaya ihtiyaç var.  Bu anlayışta ferdin öğrendiklerini yorumlaması ve oluşturmasına diğer bir deyişle yapılandırmasına ortam ve imkân sağlar. Bilgiler, daima eksik olacaktır. Bu nedenle öğrencilere eleştirel düşünce, yani öğrendiklerini bilimsel çerçevede sorgulama becerileri kazandırmak esastır. Ne kadar bilgi yükleriz kaygısı yerine öğrenciye ne kadar araştırmaya ve incelemeye yönlendirecek ortamlar hazırlanmasına yönelik kaygı ve çabalar öne çıkar.

Hülasa,  fıtrata dayalı yapılanma    fıtratta var olan öğrenme gerçeklerini gün yüzüne  çıkartılmalıdır. Materyalist ve kaba anlayış yerine manevi temelli, bütüncül, esnek-geniş bir anlayışa pencereler açan bir eğitim anlayışına ihtiyacımız var.  

Şunları da ilave etmeden geçemeyeceğim. Dersler, hakikat, medeniyet ve kültür öğretisi olmaktan çıkarsa dünyevi sonuçları amaç haline gelir; sınavlar eğitimin yerini alır. Öğrenci diploma avcısı haline gelir. Sınav başarıcısı çocuk yetiştirmek eğitime bir numaralı gaye olur.

Verilen diplomalar o kadar içi boşalır  ve anlamsız hale gelirki hayat sahnesinde verilecek yeri tayin edemez olur.  Büyük büyük diplomalara sahip olduğu halde diploması ile “sürünenlerin” sayısı artar. Küçük diplomalarla da yüksek mevkilere çıkanların sayısı artar. Mektebin itibarı böylece sarsıldıkça sarsılır.

-Paralel Müfredattan kurtuluş  için   işe  nereden Başlamalı?

Amaç öncelikle eğitimi merkezi sınavların altında ezilmesinden kurtarmak olduğuna göre, yetkililer ve uzmanlar geniş istişareleri ile en iyi ölçme ve değerlendirme sistemini oluşturacaklardır. Amaç, ölçme ve değerlendirme sisteminin, becerileri ve meziyetleri, analitik düşünceyi, yorumlama gücünü ve üretkenliği değerlendiren konuma yükseltilmesidir.

İlk iş olarak, geniş katılımlı istişarelerle lise mezununda olması gereken bilgi ve beceriler ortaya konulacaktır. Yani lise eğitimini misyonsuzluktan/amaçsızlıktan kurtaracağız.    

Çözümün birkaç boyutu ve yolu olduğuna göre öncelikle ÖSYM sistemi gibi kökleşmiş kurumların da işin içinde yer aldığı  basit modeller üzerinde durabiliriz.  Mevcut sistemi, becerileri de değerlendiren konuma çıkararak ıslah etmenin yolları var.

Meslekleri itibarlı hale getirdiğimizde, mezunlara iş garantisi verdiğimizde zaten üniversite önünde yığılma kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Tabi ki bu arada üniversitelerimiz itibarlı ve kaliteli eğitimi ile her geçenin mezun olduğu yapı ve anlayıştan kurtarılacak.  Lise eğitimi yapılandırırken üniversite reformu birlikte yapılacak. Kontenjenlar ülkenin ihtiyaçlarına göre belirlenecek.  Aynı şekilde liseler de tutarlı eğitimi ile  her önüne gelenin mezun olduğu yapıdan çıkarılacak.   

-“Efendim,  seçim okullara bırakılırsa torpiller olur” denmektedir. Güvensizliği esas alan bu yapıda ortaya vahim sonuçlar çıkmaktadır.   Yani sivrisineğin ısırmasından kaçarken yılana ısırılıyoruz.     

Anlattıklarımızı şöyle toparlayabiliriz:  Problem için çok basit çözüm yolları olduğunu gösteriyoruz.  Akreditasyon sistemini uygulamaya koyuyorsunuz. Liseleri eğitim kalitesine göre kredilendirmeye tabi tuttuğunuzda, yani bağımsız bir “öz değerlendirme sistemi” teşkil ettiğinizde öğrencinin ortaöğretim başarısını ve notlarını üniversiteye girişte esas haline getirebilirsiniz.  Böylece halihazırda hiçbir kredilendirme ve öz değerlendirme sistemine dayandırılmadan kaliteli (!) olduğu varsayılan nitelikli-niteliksiz lise ayrımı son  vermiş olursunuz. Liseler tek tip olacak, ancak eğitim kalitesi ile kredisini artıran liselerin öğrencileri üniversitede istediği bölüme kaydolmada önemli avantajlar elde edecektir.

Dönüşümün temelinde eski yıllarda tecrübesini yaşadığımız (dışarıda adı Bakolarya olan) “Bitirme Sınavlarının” hayata geçirilmesi bulunuyor.  

Bitirme sınavlarının notları diploma notu olarak her sahada etkili ve baraj konumunu alırsa, okullar büyük ölçüde kendi düzleminde doğru bir eğitimin içine çekilmiş olacaktır. Bitirme sınavlarının yazılı ve mülakatlarının soruları şimdi olduğu gibi yine “merkezi” olarak hazırlanabilir. Merkezi sınavlarda ilgili kurumlarımızın kazanımları ve yüksek tecrübesi malum. ÖSYM gibi kurumlar bu tür sınavların organizesinde yine rol alabilirler.   

Bitirme sınavlarını son sınıflarda eğitim döneminin sonunda bir ay içinde her il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri, üniversitelerle birlikte organize edebilir. 

 -Son olarak ne diyeceksiniz?

En değerli gençlik enerjisi meslek öğrenmeye değil diploma almaya harcanmaktadır. Ucuz diploma ve diplomaların içinin boşalması ile ortaya çıkan adaletsizlik, okulları gözlerde hem çok küçülttü, hem de toplum hayatıyla okul  arasındaki değerli bağlar zayıfladı. Hatta yok oldu.

Ne öğreteceğimizi ne kadar iyi belirlersek belirleyelim, ölçme değerlendirme denilen sınav sistemi  ve öğretme metodu  doğru belirlenmemişse hedefe varamayız. İyi sınav sistemi ile iyi öğretim, fena  sınav sistemi ile  fena öğretim yapılır. Sınav  yapı ve düzeni muhtevadan ayrılmayan cilt ve beden gibidir.