Ulusal varlığımıza yönelik en büyük tehdit sınırdaki kaostan, sokaklardaki anarşiden, nükleer silahlı İran veya Çin'in ilerlemesinden kaynaklanmıyor. Bu, ulusumuzun tarihiyle gurur duymayan ve uğruna savaşmaya değer hiçbir şeyimiz olmadığına inanan genç Amerikalıların sayısının giderek artmasında yatmıyor. Hayır, Amerika için uzun vadedeki en büyük tehlike, toplumu bir arada tutan yapıştırıcı olan ailelerimizin çöküşünde yatmaktadır.” Bu ifadeler 11 Şubat 2024 pazar günü, The Washington Times’ta, Don Feder imzasıyla yayınlanan bir köşe yazısının girizgâhından.

         Küresel aşındırmanın, dünyanın her yerinde aynı hız ve tahrip gücüyle devam etmekte olduğunun, farkına varma durumumuz, sorgulamadan beri olamaz herhalde! “Yav he he(!)” repliğiyle geçiştirilemeyecek kadar berbat bir hal-i hazine sürükleniyoruz. Kolonu kesilen binaların, en ufak sarsıntıda uğradığı akıbetten ne farkı var ki? Kolonlarımız kesilirken, yıllar yılı aşındırılışımıza kör bakarken; aymazlığımızı kadir kıymet saymazlığımızla kamufle etmedik mi?

         Toplumu yaşayan bir organizma olarak ele alırsak; aile, o organizmanın en küçük yapı taşı olan hücreye tekabül etmekte tabii olarak. Hücre düzeyinde meydana gelen arızalar genellikle şifa kabul etmez kanser vb hastalıklar olarak karşımıza çıkıyor ya! İşte aile merkezli aşınışlar, kopuşlar, kırılışlar ve çözülüşler; gün gelip tedavisi mümkün olmayan birkaç kanser vakasıyla karşı karşıya kalmamıza sebep olmayacak mı? Belki de çoktan oldu!

         Kültürel karakterde yaşanan hızlı erozyonun temelini aile kavramındaki aşınmada aramak çok da yanlış olmaz sanırım. Başkalaşıyor olmamızın konuşulamamasının önündeki en büyük engel, değişime, yeniliğe ve gelişmeye karşıtlık olarak (tuhaf biçimde) anlaşılıyor olması değil mi? Toplumu nev-i şahsına münhasır kılan ne varsa tedavülden kalkıyor. Tabiat boşluk kabul etmez prensibinden hareketle, yitirilenin yerine neyin geçtiği sorusunun cevabı ise tam anlamıyla muamma!

         Lale Devrinin şairi olarak bildiğimiz Nedim şu beyti küreselleşme diye tanımladığımız binbir yüzlü tahrip mekanizması için demiş olabilir mi?

         “Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısın kâfir

Aman dünyayı yaktın ateş-i sûzân mısın kâfir

Zira, bütün cereyan edene bakınca Moğol istilası zamanlarını andıran bir tutukluk, teslimiyet ve aciziyet neticesi gelişen bir manzaranın, bütün insanlık(kaldıysa) olarak seyircileri olduğumuzu hüzünlü kelimelerle ifade etmek lüzumu dikiliveriyor karşımıza.

Modern Hülagüler küresel konsorsiyumun icra kurulu… Alt yüklenicileri ise her ihtiyaca göre çeşit çeşit…

Moğolların istilasından bahseden tarih metinleri ekseriyetle, nihayetinde şu ifadelerle mevzuyu bağlıyor: “Suriye’yi ele geçirdikten sonra Mısır’ı da almak isteyen Hülagü Han ile Memlükler Ayn Calut Savaşı’nda karşı karşıya geldi. Yapılan Ayn Calut Savaşı Moğolların ilk yenilgisi olurken, bu savaş aynı zamanda İslam dünyasının kurtarıcısı olmuştu. Tarihin akışını değiştiren Ayn Calut Savaşı, kesin sonuçlu savaşlardan biridir. Bütün İslâm dünyasının büyük bir başarısı sayılmaktadır. Ayn Calut Savaşı ismini Filistin'de Nablus ile Beysân arasında kalan küçük bir yerden almaktadır.”

Herhangi bir şeyin ulaşacağı en tepe noktası, aynı zamanda inişinin de başlangıcı anlamına gelmez mi? Gazze ile başlayan bir süreç bu! Olmamız gereken hal üzere olmadığımız takdirde hissemize mazzallah zeval düşüverir!

Unutmadan! Çanakkale Savaşı'nda, 13 Mayıs 1915'de Muavenet-i Milliye muhribi tarafından gece 01:00 sularında morto (İtalyanca morto "ölü" manasına geliyor) koyunda torpillenerek, batırılan İngiliz gemisinin adı HMS Goliath idi.

Yazının buraya nasıl geldiğini sorgular gibi olduğunuzu hissediyorum.

Enigmatik karakteri baskın, Kuantik bir evreye geçtiğimiz söylenip duruyor artık sıkça… Her şey her şeyle ilgili… Her zaman her zamanla ilintili… Olanlar, olmakta olanlar ve olacaklar… Hiçbir şey birbirinden bağımsız değil. Okumalarımızı bütün zamanları kuşatacak şekilde genişletmez isek, anahtar deliğinden bakıp bütün evi tarif eden adamın trajikomik haline düşmemiz işten değil!

Fuzuli Dedemin kuantik düşünce ikliminin esintilerini taşıyan şu kıymetli beytiyle bağlayalım sözümüzü:

Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever

Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever