On yedi yaşlarındayım. Lise 1’e kadar okumuş; genç, cevval bir imam hatipliyim. Bir takım sebeplerden dolayı kafaya koymuşum bir-iki sene ara vereceğim okula. Öğrencilerin kendisini gıyabında ‘’MTA’’ olarak andığı müdür yardımcımız Mustafa Hoca: ‘’devam et, ara verme’’ diyor. Onu da dinlemiyorum. Çok geçmedi bir arkadaşımın vesilesiyle Laleli’de bir otelde garson olarak işe başladım. Aile oteli. Ciddi prensipleri var! Daha o zaman evlilik cüzdanı olmayanların otele müşteri olarak alınmadığı yıllar. Mesai vakitlerini ayarlıyor, ara ara Aksaray’da MGV’ye takılıyorum. Laleli-Aksaray piyasasında bavul ticaretinin en yoğun olduğu günler. Rusya başta olmak üzere Macar, Polonyalı turistlerin İstanbul’a akın ettiği zamanlar. Anacağımdan tembih üstüne tembih.

-‘’Oğlum! -Bak Nadide Teyzen diyor ki; sen bu çocuğun otellerde çalışmasına nasıl izin veriyorsun. Oralarda her türlü hal var! Kırk çeşit insan var!- Aman diyim dikkat et Allahaşkına. Devir kötü oğlum!’’

-‘’Merak etme anacağım!’’ diyor, gönlünü ferahlatmaya çalışıyorum, sanki ikna olmuş gözüküyor…

Otelin resepsiyonunda, barında çalışan arkadaşlar var. Çok geçmeden tek başına kıldığımız namazları cemaatle kılmaya başlıyoruz. Hayat ve tecrübe denkleminde kulaç atma zamanları. Hayat beni, ben ise onu tanımaya çalışıyorum. Kaynak ustası Cengiz Usta’nın dört erkek evladının en büyüğüyüm. Ekonomik şartlar zor. Tek maaş. Dört okuyan erkek evlat. Anne ev hanımı. Babamın o zamanlar dört evladından başka dikili bir ağacı yok şu dâr-ı dünyada. Kezâ halen bugünde öyle ya elhamdulillah. Otel’de aldığım maaşı anamın eline sayıyorum her ay. Aldığım maaş belli. Garsonuz ya, ara ara bahşişlerimiz oluyor ama öyle aman aman bir yekûn tutmuyor. Yine öyle bir vakit, maaşı alacağımız hafta otele bir grup geliyor. Bavulculardan değiller. Elit bir grup. Grup rehberi üç gün sonra şef garsona hayli yekün bir bahşiş bırakıyor, o da usulen garson arkadaşlar arasında dağıtıyor. Payımıza düşen rakam neredeyse maaşımız kadar.  

-‘’Abi bu adam deli mi? Ne kadar bahşiş bırakmış?’’ diyoruz.

-‘’Kapalıçarşı’da her bir turist üçer halı almış, kuyumcular abad olmuş. İyi komisyon almış adam! Otel’den de memnun kalmış.’’ diyor.

’’ Eh Allah bereket versin!’’ diyoruz. Yaş on yedi, yüzler mutlu, cüzdan yüklü vardık eve. Anam bekliyor. Malum maaş günü. Aldığım bahşişin bir kısmını cepte bırakıp, kalan maaşı anacığımın eline bırakıverdim. Adeti! Keyifle sayıyor. O zamanlar babamın maaşı yanına ek bu meblağ, adeta ilaç mahiyetinde. Eee oğlu eve ekmek parası getiriyor, yaş on yedi. Yüzünde sevinç. İzliyorum anamı. Saydı! Rakam her aykinden fazla. Ben bekliyorum, yüzündeki sevinç daha da büyüyecek! İçten içe bir övünç halindeyim. Tuttu bi daha saydı anam, bu kez yüzü ekşidi. Baktım anam üçüncü kez yine sayıyor. Ben anama bakıyorum. O her ay maaşı verdiğimde sevinen kadın gitmişti. Hayırdır? Ne oluyordu?

-‘’Oğlum burada fazla para var!’’

-‘’Evet! Hadi iyisin varyemezim!’’ (hep, Allah vermeye, kötü günlerin hesabını yapıp ihtiyaçtan fazlasını sakladığı için, anamı halen bu sözle severim)

-‘’Oğlum senin maaşın belli! Bu para neden fazla? Nereden geldi bu? Nasıl kazandın? Kim verdi? Niye verdi?’ Anamda soru üstüne soru.

‘’Tip’’  (bahşiş) diyorum, ‘’Grup geldi’’ diyorum! ‘’Grup rehberi hizmetten çok memnun kalmış hepimize dağıttılar’’ diyorum, yok dinlemiyor!

-‘’Elin adamı sana zaten yapmak zorunda olduğun iş için neden bu kadar çok bahşiş versin oğlum?’’ diyor, soru üstüne soru. Daralıyorum. Cevaplarım yetmiyor anama! Gönlü ferahlamıyor bir türlü…

(…)

Kerbela Şehidimiz Hz. Hüseyin’le (ra), Medine sokaklarında birlikte büyüyen Ömer bin Sa’d, Efendimizin (sav) Halasının oğlu, cennetle müjdelenen Aşere-i Mübeşşere’den, kemankeş’lerin piri Sa’d bin Ebi Vakkas’ın oğludur! Uhud Savaşı esnasında düşmana ok atan Sa’d Hz. lerine sadağından çıkartıp ok veren Resulullah as vesselam Efendimiz;

-‘’Anam-babam Sana feda olsun! At ey Sa’d!’’ diyerek sesleniyor. İşte O Sa’d hz. lerinin oğlu Ömer bin Sa’d bir akşam keyifle gelir eve. Ömer’de ki halet-i ruhiye eşinin dikkatini çeker ve sorar:

-‘’Hayırdır Ya Ömer? Sen de bugün bir başka hal var?’’

Ömer cevap verir:

-‘’Bugüne bugün, senin karşında Rey Valisi Ömer bin Sa’d var!’’ der. Kocasının böyle büyük bir makamı öyle birden bire getirilmiş olmasına anlam veremeyen hanımı sorar:

-‘’Hayrolsun! Koskoca Rey Valiliği için Yezid’in gönlünü nasıl yaptın da sana bu makamı layık gördü?’’

-‘’Hüseyin!’’ der. Ömer!

-‘’Hüseyin, Yezid’e biat etmiyor! Yola çıkmış, Küfe’ye doğru geliyor. Yezid’in sağ kolu Ubeydullah şirret biliyorsun. Müslim bin Akil’i şehid etti. Verdiği gözdağı ve savurduğu tehtidler bir yana, vazifeyi ifa edersem Rey Valiliği’ni vâdetti. Hüseyin’i, Yezid’e biata davet edeceğim ve ikna olması karşılığında Rey Valisi olacağım! Bedeli ne olursa olsun! Hüseyin, Yezid bin Muaviye’ye biat edecek…’’

Karısı, yapacağı iş karşılığı; makama tamah eden ve Ubeydullah’ın şerrinden korkan kocası Ömer’e defalarca ‘’yapma-etme’’ diye telkinde bulunur. Ve nihayet (Nüveyri’nin Nihayet’ül Ereb) te yazdığı şekliyle, aralarında şöyle bir konuşma gerçekleşir:

‘’Ömer bin Sa’d’in hanımının adı Esma idi. Kerbela öncesi eşine; “buralardan gidelim, diyar diyar dolaşıp dilenerek hayat sürelim ancak Hüseyin’in kanı eline bulaşmasın” demişti.

Ömer ise şu şiirini okudu:

çok istediğim Rey valiliğini mi bırakayım

yoksa Hüseyin’i öldürüp tarih boyu kötü mü anılayım.

Onu öldürmekte perdesiz cehennem var

Ama İran valiliği gözümün nuru…

Bunu  üzerine Esma ona;

Hüseyin’in kanına girene benim yatağım ebediyen haramdır!” dedi ve hayatı boyunca onu yanına yaklaştırmadı.’’

Yine farklı kaynaklara yansıyan şekliyle: Ömer bin Sa’d’ın karısı Esma, hışımla Ömer’in üzerine yürüdü. ‘’Boynu kılıçlara gelesi! Babasının utancı! Yezid’in kulu! O mel’un Yezid’e Hüseyin’in mübarek başını mı götüreceksin. Lanet olsun doğduğun güne! Ya bu görevden vazgeçersin! Ya seni boşarım!’’

Esma, Ömer’i boşadı! Ömer, Kerbela’da Hz. Hüseyin’i katleden ordunun başına geçti! Ömer, tarihe geçti! Hanımı Esma’nın tavrıda! Rey Valisinin karısı olmayı değil, Hz. Muhammed’in emanetine sahip çıkmayı tercih etti. Kocasına isyan etti! Edineceği makam-mal-güçten dolayı kocasına hesap sordu! Engellemek istedi. Başaramasa da o zulme, harama, haksızlığa ortak olmadı!

(…)

Doksanlı yıllarda çok çile çekti Ömer! Zor zamanlardı. Ekmek aslanın ağzında, sömürü çarkları arasında ezilen milyonlardan biriydi. İnançlıydı! Gayretliydi! Bu düzen değişmeliydi. Hak, Batıl’a galebe çalmalıydı! Adil bir düzen kurulmalıydı. Fedakarca çalıştı. Düzenlenen mitinglerde yeri geldi bayrak astı, yeri geldi sandalye düzeltti. Aç kaldılar, ekmek arası peynir yediler arkadaşlarıyla. Teşkilatta nöbetlere kaldı. Seçim konvoylarına katıldı. İl il, İlçe ilçe, kapı kapı gezdi Ömer! Çok çalıştı! Cihad ruhuyla gayret etti. Davayı anlattı her fırsatta!

‘’İnanlar geliyor! Hakk’ı hakim kılmaya! Zalim’e dur diyerek! Adil düzen kurmaya…’’ marşlarını okudular şehirlerarası yolculuklarda. Çoluk çocuk evde hanıma emanetti. Esma yengede vefakardı! Çilekeşti! E yükü ağırdı devin! Dimdik olmalı ve yarının Ömer’leri sevinsin diye çok çalışmalıydı. Çalıştı Ömer! İhlasla! Gayretle!

Ve aradan yıllar geçti. Millet, hizmetinde bulunduğu erdemli hareketi anlamış baş tacı etmişti! Mahallenin Ömer’i, Ömer ‘’abi-reis-başkan’’  olmuştu! Artık önemli bir vazifede idi Ömer! İktidar nimetleriyle imtihan da başlamıştı! Vakit hızla geçiyordu…

O gün heyecanlıydı Ömer! Mahalleye yeni arabasıyla gelmiş, Q7 sıfır aracı kapının önüne çekmişti! Eşi, Esma’yı aradı:

‘’-Aşkım! Aşağıdayım! Hemen in bir yere gideceğiz’’ dedi. Esma Yenge beş dakika sonra aşağıdaydı, kapının önünde ki lüks arabada oturan kocasını gördü.

-‘’Hayırdır Ömer’im! Kimin bu araba?’’ diye sordu. Ömer cevap verdi:

 -‘’Ee artık …. kurumunun yetkilisi var karşında! Olacak o kadar!’’

-‘’Nereye gidiyoruz?’’ diye sordu Esma!

-‘’Sabret! Göreceksin!’’ dedi Ömer!

Yarım saat sonra lüks bir Rezidans’ın önünde durdular. Güvenliğe bir şeyler söyledi Ömer. İçeri alındılar. Aracını, alana ortalayarak parketti Ömer! Arabadan indiler! Eşi Esma’nın elini tuttu, sol işaret parmağıyla yukarıları göstererek:

-‘’Bak şu on yedinci katta ki, 3+1 rezidans artık bizim!’’

Esma, ‘’Ömer! Ömerim! Senin maaşın belli. Aylık gelirimiz ortada. Allahaşkına bu lüks arabayı ve şu rezidansı nasıl ve hangi yolla temin ettin? Ne karşılığı elde ettin? Kursağımıza haram para mı geçireceksin? Vazifeli olduğun makamın imkanlarını kişisel çıkarların için mi kullanıyorsun? Neyin karşılığında seni sen yapan değerlerden vazgeçtin! Tüyü bitmemiş yetimin hakkını mı evlatlarının boğazından geçireceksin. Makamın sana emanet değil mi? Hz. Hüseyin’i , bir makam-mevki uğruna satan Ömer değilsin sen! Kamu malıyla alınmış mumu söndürüp kendi işi için cebinden satın aldığı mumu kullanan Ömer’imsin benim!’’ demedi. Esma yenge; ‘’Çok çektik, çok emek verdik. Bizim de hakkımız dı!’’ dedi mi o kısmı bilinmiyor… Zaten çok geçmedi! O rezidansın diğer bloğunda bir daire daha aldı Ömer! Esma yengenin bundan haberi olduğunda ise iş işten çoktan geçmişti bile…

(…)

‘’Anne! Vallahi bak! Karşılıksız bir menfaat değil. Haram değil. Bahşiş! Bu meslekte usüldendir. Müşteri memnun kalır yediği yemek ücreti kadar bahşiş bile bırakır. Ortada bişey yok! Yetim malı yemedim! Kimsenin hakkına el uzatmadım…’’

Anlatıyorum anama! Anam bir türlü anlamıyor. Maaşım kadarını aldı ve paranın kalanını bana uzatarak:

‘’Al bunu götür, kimden aldıysan ver. Kursağından haram geçirme! Beni üzme! Analık hakkımı haram ederim! Sütü mü haram ederim sana…’’

On yedi yaşındaydım. Hayat beni, ben ise hayatı anlamaya çalışıyordum. On yedi yaşındaydım. İbrahim Sadri’nin bu şiiri, çok sonra okuduğu dönemlerdi. İktidara yürüyorduk…

‘’Sen benim on yedi yaşımsın,

Deli çağımsın...

Sen benim ayakkabılarımın arkasına ilk basışımsın .

İlk cigaram, ilk ıslığım, ilk kızgınlığım, ilk aldanışımsın.

Sen benim ilk ütülü beyaz gömleğim ,

İlk şiirim, ilk kavgam ,

Yaşamı ilk farkedişimsin .

Sen benim on yedi yaşımsın...

Mahallenin delikanlısı,

Elleri ceplerinde, dudağında ıslığı,

Başında kavak yelleri.

Şarkılar mırıldanıyor.

'Zalimin zulmü varsa sevenin Allahı var' yeni çalıyor 45lik plaklardan.

Sen benim on yedi yaşımsın,

Ben anamın muskasını nasıl astıysam göğsüme öyle güvendiğimsin.’’

..

“Neyseki yarın var. Umutların en sevdiği gün”

Bülent Deniz – Habervakti.com Genel Koord.

@bulentdenizim

İnsta: @bulentsea

http://www.bulentdeniz.com