Yabancı dillerden Türkçe’ye tercüme yapılırken, özbeöz Türkçe olan kelimler, devrimcilik veya moda gerekçesiyle kasten kullanılmamış, bunların yerine ya Batı menşeli kelimeler aynen muhafaza edilmiş, ya da uydurukça sözde bazı alternatif kelimler ortaya atılmıştır. Bilhassa alanında geri kaldığımız ve kendi icadımız olmadığı için, ilmî ve teknik terimlerin hemen hemen hepsi Batı kaynaklıdır.

Bazen hiçbir mecburiyet olmadığı halde herkesçe bilinen ve birçok kullanış incelikleri ihtiva eden bir kelimeyi atıp yerine yabancı bir kelime koymak, lisanımıza katkı getirmekten ziyade ifadede güçlük ve sıkıntılara sebebiyet verebilmektedir. Bunlar dil kaidelerine aykırı olduğu kadar ses, şekil ve manaca yanlış kullanılmaktadır. Bilhassa mücerret (soyut) mefhumların (kavramların) büyük bir bölümü, başta Batı lisanlarından herhangi birisini bilmeyenler olmak üzere, çoğumuz tarafından kolay bellenemeyeceğine gibi, berrak ve belirli bir mana vermekten de uzaktır. Birkaç örnek vereyim:

Polemik yerine tartışma(lı), enformasyon yerine haber alma veya istihbarat, provokasyon yerine kışkırtma, prosedür yerine usul veya yol, bol şans yerine bahtınız açık olsun, rasyonel yerine akıllıca veya akılca desek olmaz mı? Ama biz düşünmeden kolaycılığa kaçıyoruz. Ecnebî kelimeleri böyle olduğu gibi alıp Türkçeye aktarma hevesi, kendi kelime hazinemizi iyi bilmediğimizden kaynaklanabileceği gibi, yabancı dildeki mefhumları anlayamadığımızdan ve zahmet edip de bunların Türkçedeki hakikî manası ne olabileceği hususunda düşünüp araştırmamamızdan kaynaklanmaktadır. Bundan ötürü yabancı bir dil öğrenirken, kendi lisanımızın bozulmasına asla müsaade etmemeliyiz.

Ancak lisanımıza mutlak fayda ve katkı getirebilecek yabancı kelimeleri Türkçenin yapısına, kalıp ve kendine has hususiyetlerine uygun olarak alıp, bunları millî terminolojimize ilave etmede hiçbir sakınca yoktur. Nitekim meşhur Alman edebiyatçı Goethe, haklı olarak şunu ifade etmiştir: “Düşüncemi en iyi ifade eden kelime yabancı da olsa, onu Almanca sayar ve Kullanırım.” Onun için hiçbir Batı devleti, Lâtin ve Yunan menşeli kelimelerini atmaya düşünmez. Bilakis bunlar münevverler tarafından ihya edildiği gibi millî eğitimde de mühim bir yer teşkil eder.

Tercümelerde Dikkatli Olmamız Gereken Hususlar

Mevzumuzla ilgili olarak tercümelerde daima göz önünde tutulması gereken iki temel unsur vardır:

  1. Lâfzî Tercüme: Burada bir dildeki kelime ve tabirler, başka bir dildeki en yakın karşılıklarını, olabildiği nispette, harfen yanı kelimesi kelimesine aktarılır. Cemil Meric’e göre tercüme, sanatların en güçlü, lakin tercümede lafza teslimiyet ihanetlerin en büyüğüdür. Ne var ki sayılar, renkler, mevsimler, ay ve gün adları, kuru/yaş gibi mefhumların tercümesinde “Eşitlik” esasının dışında tercüme etmemiz mümkün olmamaktadır.
  2. Mefhumî Tercüme: Burada esas olarak mana aktarılır. Atasözü, tabir ve deyimlerde olduğu gibi. Bunun için de harfî tercümedeki kelimelere olabildiğince bire bir karşılık bulma gibi sınırlı bir kaide yoktur. Tercümede asıl olan yabancı kelimelerin tek tek aktarılması değil, mananın kendi kültürümüze uygun olarak verilebilmesidir. Ancak, bunu da kendi öz lisanına iyi vâkıf olanlar gerçekleştirebilir. Bir de üslup meselesi vardır. Tercümenin tercüme olduğunu hissettirmemek için, mevzuya hâkim olmak ve her iki kültürün o alanla ilgili inceliklerini bilmek gerekir. Ayrıca bazı kelimelerin birden fazla manaya sahip olduğu da unutulmamalıdır. Böyle durumlarda kastedilen mana, kontekstin (bağlamın) içinden bulunabilir. Bu iki temel esasa binaen bazı örnekler verelim:
  3. Yabancı dillerde sık sık duyulan “Hot Dog” ifadesi, harfen ele alındığında “Sıcak Köpek” gibi anlamsız bir ifade çıkmaktadır. Halbuki burada “Sosis” kastedilmektedir.
  4. İngilizcede dövmek ve yenmek gibi iki anlamı vardır “to beat” fiilinin.  Türkçe altyazılı bir İngiliz filminde aralarında maç yapan iki spor kulübünün mensuplarından biri içinde “to beat” geçen bir ifade şöyle tercüme edilmiş: “Karşı tarafı amma da dövdük ha!” Halbuki aslı “Karşı tarafı amma da yendik ha!” olması icap eder.
  5. “Aşçılar çoğaldı mı çorba tatsız olur.” İngiliz atasözünü aynen tercüme etmek yerine buna karşılık olarak yerine göre ya “Horozu çok olan köyün sabahı geç olur” ya da “İki arslan bir posta sığmaz” atasözlerini kullanabiliriz. Eğer yabancı bile olsa bu atasözü, medeniyetimize/edebiyatımıza zenginlik kazandıracağı düşünülürse bu durumda en güzel bir ifade ile aynen tercüme de edilebilir.

Yabancı dillerde müteradif kelimelerin bolluğu, tasavvur edemeyeceğimiz kadar zengindir. Bu kelimelerin yazılışı her ne kadar farklı ise de manası aynı veya birbirine çok benzemekle beraber ifade etmek istedikleri hususiyetlerde bazen ince ve derin bir farklılık göze çarpmaktadır. Almancadan bir misal verelim: “Ich bin zwar alleine, aber nicht einsam.” “Alleine (sein)” ve “Einsam (sein)” sıfatlarının her ikisi de “Yalnız olmak” anlamındadır. Ancak “Einsam”ın yalnızlığında hissî, manevî ve garip bir yapayalnızlık vurgusu vardır. Onun için mezkûr cümle şöyle tercüme edilebilir: “Her ne kadar yalnız isem de, kendimi yapayalnız hissetmiyorum.”

Demek oluyor ki, bir insanın sırf bir yabancı dil bilmesi, onun iyi bir mütercim (yazılı tercüme yapan kişi) veya iyi bir tercüman (sözlü tercümanlık yapan kişi) olduğu anlama gelmiyor. Şu veya bu şekilde tercümanlık yapmak isteyen kişi, kendi lisanını herkesten daha iyi bilmenin ötesinde tercüme ettiği yabancı dilin edebiyat, sanat ve tarih gibi ona ait kültürel mirasını da iyi bilmelidir. Güzel Türkçemizin özünü korumak istiyorsak yabancı dillerden yapılan tercümelere dikkat etmeliyiz ve bu şekilde Türkçemizin tahrip olmasına izin vermemeliyiz.