Alexis Carrel, “İnsan bu meçhul” demişti. Bizim geleneğimizde insan “Ekmel-i mahlukat”, “Eşref-i mahlukat”tır. Ya da “Belhum adal”! Yani hayvandan da aşağı.

İnsan cahil ve zalimdir (El Ahzab 72) , Acelecidir (El Enbiya 37), Menfaatçidir ve Çabuk Ümitsizliğe kapılır (El Rum 36), Hemen şımarır (El Kasas 76), Şüphecidir (El Hacc 11), Allah’a karşı çok nankördür (El Adiyat 6-7 / El İsra 67-69 / El Fecr 15-16 / El Enbiya 35), Rabbine karşı İsyan eder (El Nahl 4), İhtiraslıdır ve Cimridir (El İsra 110 / El Haşr 8 /El Fecr 17-20 / El Mearic 19-21 / El Adiyad 8 / El Hümeze 3-4), Başkalarını ayıplar ve alay eder (El Hümeze 1-2), Kıskançtır ve Hased eder (El Nisa 128 - 54) İnsan zayıf yaratılmıştır (El Rum 54 / Yasin 68 / El Nisa 28 / Taha 115), Kibirlidir (El İsra 37 / Bakara 13-34-206 / Nisa 49-172-173 / Araf 12-13 - 36-40 - 48-75 - 76-82 - 88-123 - 133 - 146-206 / Yunus 75-83 / Hud 10, Hicr 31-32-33 / Nahl 49 / İsra 4-34-61 / Kehf 50 / Hacc 9 / Saffat 35 / Mü’min 76 / Duhan 19-31 / Casiye 31 / Kamer 25)

Yaratan Allah, yarattığı kulların, Şeytan tarafından en çok aldatıldıkları zaaf noktalarını bize “kitab”da haber verdi. Yukarıdaki ayetler nefsin bu zaaflarını bize işaret eder.

Öte yandan, Kur’an-ı Kerim’e göre insan, “Allah’ın yeryüzündeki halifesi”dir. (En’am 165 /  Yunus 14 / Hadid 7 / Bakara 30 / Neml 62 / Fatr 39 / Araf 69 / Sad 26 / Araf 74-129 / Yunus 73)  O’nun “gören gözü, işiten kulağı, tutan eli haykıran sesi” olacaktır. O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olacaktır. Zira Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir.(Tevbe 14)

İnsan aslında 4’ü asli, 3’ü arizi olmak üzere 7 kişilikten oluşur.

Bizim “rahmani” sıfatımız kaynağı olan ilk cevherimiz Ruh’dur. Onun hakkında bize ek az şey verildi. O’nun “Allah’tan bir nefha” olduğu haber verildi bize (El Hicr 29). Ruh bu anlamda mukaddestir. Yanılmaz, ölmez, hastalanmaz. İnsanın ruhaniyetini temsil eder. İçimizde Melekler alemini temsil eder. Makamı Kalb’dir. Hemen yanında Nefsimiz vardır. Terbiye edilmemiş, ıslah edilmemiş nefs Şeytan’ın yol arkadaşıdır. İçimizdeki şubesidir. “Ben”liğimiz orada gizlidir. Makamı cinsiyet mekanıdır. Can, hayat kaynağıdır. Bir insanla sivrisinek arasındaki benzerlik %80’dir. Merkezi mide, akciğer, karaciğer olsa da, enerjisi bütün bedeni kapsar. Akıl, makamın beyindir. Aslında kalbimiz de ayrı bir anlayış merkezidir. Beyin omurilik soğanı ile bütün sistemle karşılıklı bir iletişim içindedir. Aslında bu sistemler olimpik helezonlar gibi iç içedir.

Akıl bunlardan bizim doğrudan müdahale edebildiğimiz tek cevherdir. Bu “akıl” denen şey hangi cevhere dokunursa onu aktif hale getirir. Hakikatin idraki ve gerçeğin algılanması, sorgulanması, hakikat ile ilişkilendirilerek eyleme dönüştürülmesinde akıl kilit bir oynar.   

Kur’an-ı Kerim’de “Akıl” yalın halde, “isim” olarak değil, “Akletmek” şeklinde “fiil” olarak kullanılır. “Aklı selim”den söz eder. Çünkü akıl gibi görünen bir “ifsad” da sözkonusu (El Zümer 9) Yoksa Kur’an-ı Kerim zamanının en akıllı geçinenine niye “Ebu Cehil“ ya da “Kitap yüklü eşek” benzetmesi yapsın ki.

Arızi olarak bizim hayatımıza müdahale eden, gelip giden ya da sürekli bizimle beraber olan 3 cevher daha vardır. Bunlar, Melek, Cin ve Şeytan. Melek Ruhun arkadaşıdır. Şeytan Nefsin arkadaşıdır, Cin, Rahmani veya Şeytani olabilir. Aklımız ve nefsimizle arkadaş olabilir.

İnsan bu 7 kişilik içindedir. İnsan, aile içinde genetik bir mirasla doğduğu gibi, aynı zamanda tarih, bugün ve gelecek hayali ve tasavvuru ile kişilik kazanır.

Aile genetik bir mirası beraberinde getirir. Şehir geniş bir aile gibidir. İçinde yaşadığımız din, dil, tarih, toplum, hukuk kişiliğimizin oluşmasında ana belirleyici unsur olarak önem taşır. 

Doğduğumuz ana babayı biz seçmedik, Doğduğumuz zamanı, toprağı, cinsiyetimizi ve derimizin rengini de biz seçmedik. Bunlar önemsiz değil. Ama bunlar her şeyi açıklamak için de yetersiz kalır.

Vahyin muhatabı olarak insan, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olurken aynı zamanda Allah insanlar eliyle zalimleri cezalandırmak, mazlumlara yardım etmek ister.

İnsan Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacaktı. Ama galu bela’da verdiğimiz sözde durmadık. Cahillik ettik ve zalimlerden olduk. “Yaşayan Kur’an”, “Veresetül enbiya” olacaktık.

Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Yeryüzünden hesaba çekileceğiz. Sadece Müslümanlardan değil, sadece öteki insanlardan da değil, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir adli ilahi sorar Ömer’den onu”. Yıkık bir köprüden geçerken ayağı sürçen topal keçinin sorumluluğu Halife Ömer’e aittir.

Hayal ettiğimiz, herkes için Adalet, herkes için Barış, herkes için Hürriyet vaad eden bir medeniyetin inşası için Müslümanlarla Müttehid, erdemli insanlarla ve mazlumlarla Müttefik, bize düşman olmayan ve değer üreten herkesle, nimet ve külfet dengesine dayalı İtilaf’lar gerçekleştirmeliyiz..

Yalnız Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”.. Şiarımız belli, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli. İşi ehline vermeliyiz. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelmeli.

Bir ayet de mealen, “De ki, Hak geldi batıl zail oldu, şüphesiz batıl yok olmaya mahkumdur” denir. (İsra 81). Burada Allah böyle demiyor, ama bizim böyle dememizi istiyor. Bunu somut bir örnekle açıklamak gerekirse, “Işık gelince karanlık yok olur. Karanlık zaten yok olmaya mahkumdur” gibi bir anlam çıkıyor. Karanlık gelince ışık yok olmuyor, ışık gelince karanlık yok oluyor. Bundan çıkan bir diğer anlam da şu: “Karanlık aydınlığın yokluğudur”. Yine farklı bir sonuç olarak bu hükümden “Şeytanın varlığı günah işlememizin bahanesi, gerekçesi olamaz”. 

Bizim geleneğimizde insan, “meçhul” bir kişilik değil, “Galu bela zamanı”ndan başlayarak, ruh, cennet hayatı, dünya hayatı ve ilk insandan günümüze bütün serüveni ile biliyoruz. Şeytanın isyanı/inkarı/kıskançlığı, meleklerin “Merak”ı, Hz. Adem’le, Hz. Havva’nın hayatı, Kâbe’nin inşası, bize tek tek anlatılır.

İlk insan ev’de oturuyordu. Kendine eşyanın isimleri öğretilmişti. Bir de 10 sayfalık “Suhuflar” verilmişti. Okur-yazardı. Tarım ve hayvancılıkla meşguldüler. İbadet ediyorlardı. Tarih yazı ile başlarmış. Prehistorya böyle diyor ama, tarihi çok yakın bir zamandan başlatıyor.

Batı insanı “Birey” olarak tanımlar. Biz iç içe geçmiş birçok kişilikten oluşuyoruz ve evrenle interaktif bir etkileşim içindeyiz. Ve bizim için dünya hayatından sonra başlayacak bir ahiret hayatı var. Geldiğimiz yere geri döndürüleceğiz. İmtihan olacağız. Son durak cennet ya da cehennem olacak.

Biz ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz.

Son duamız şöyle olsun:

Rabbim, yalnız Senden yardım diler ve yalnız Sana sığınırız. Bize Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hak’ta toplanmayı nasib et. Bizi nimet verdiklerinizi yoluna ilet. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. 

Selâm ve dua ile.