Tarihimizi mazinin derin derelerinden ve tozlu sayfaları arasından çıkarıp günümüzün meselelerine çözüm sunan hatta geleceğimizi kuracak olan bir amil haline getirebilirsek, o zaman tarih şuuruna erdiğimizi söyleyebiliriz.

Tarihi sevmek ile tarih şuuruna sahip olmayı birbirine karıştırmayalım. Elbette insan sevmediği bir şeyi anlayamaz ve onu rehber edinemez. Fakat şuuruna varılamayan değerlerden de istifademiz mümkün olmaz.

Geçmişte bu ülkede tarih diye putperestlerin mitolojileri okutuldu. Gençlerimizin tarihten soğutulması için çok gayret gösterildi. Tarih bir masal dünyası şeklinde tasvir edildi. Gerçek kahramanlıklar bir mübalağa sanatı olarak algılandı.

Dahası İslam Tarihi, bazen yok sayılarak bazen de yabancı bir ülkenin geçmişi olarak değerlendirilerek dışlandı. Yakın geçmişte yaşanan talihsiz olaylar, büyütülüp ihanet hikayelerine konu edilerek, Müslümanlar arasındaki kardeşlik yok edilmeye çalışıldı.

Hele Endülüs gibi uzak diyarlardaki Müslümanların sekiz asırlık hakimiyet ve medeniyetleri, tam da Avrupalı’nın istediği tarzda yok sayıldı. Kısaca geçiştirildi. Olumlu değil, hep olumsuz tarafları öne çıkarıldı.

Yakın tarihimize gelince artık orada gerçekler değil resmiyet söz konusu oldu. Yeni kurulan devlet nizamı; neye ne kadar müsaade ederse, neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verirse, ona tarih dendi. Yüksek maaşlı kalemler buyrulanları en abartılı şekilde yazarken, itiraz edenlerin veya tersini söylemeye kalkanların durağı hapishaneler oldu.

Bu tarih, ne tılsımlı bir nesne imiş ki, kimilerini yüceltip maaşa mansıba kavuştururken, kimilerini de hapislerde süründürmüştü. Necip Fazıl ve Serdengeçti daha eline kalemi aldığında, hakim karşısına çıkacağını, ardından soğuk hücrelerde sabahlayacaklarını biliyorlardı.

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Uzun yıllar boyunca uyutulan gençlik, gerçek tarihin gün yüzüne çıkmasıyla şaşkına döndü. Her şeyden önce, bıkılan, istenmeyen, hatta nefret edilen tarihimizin sevdirilmesi gerekiyordu. Bu vazifeyi de tarihi roman yazarlarımız yaptı. Belki biraz abartı ve hayal karışmış olabilir ama tarihimizdeki kahramanları bu şekilde tanıma imkanı bulduk.

Son yıllardaki tarihi film ve dizilerin yükselen trendinden iki kesim ciddi şekilde rahatsız olmaktadır. Birincisi nemalandıkları ahlaksız dizi ve filmlerin artık eskisi gibi beğenilmediğini ve seyredilmediğini gören ticari zihniyetli akıllı düşmanlar. Diğeri ise sadece menfaat odaklı bakışa sahip, her şeyin en doğrusunu bildiğini iddia eden ve kendisine danışılıp maaşa bağlanmadığı için acımasızca eleştiren ahmak dostlardır.

Ertuğrul Gazi’yi, Şeyh Edebali’yi, Osman Bey’i, Sultan Melikşah’ı, Celaleddin Harizmşah’ı 7’den 77’ye halkımızın bilmesi, seyretmesi ve sevmesi, yıllardır yürütülen tarih düşmanlığı çabalarının artık iflas ettiğini gösteriyor.

Peki, insanlar tarihe niçin düşman olur? Özellikle tarihi kahramanlardan niçin nefret eder? Bunun cevabı çok basit. Çünkü tarihin içinde ve kahramanların yüreğinde iman var, cesaret var, adalet var. Toplumda maneviyat büyüklerinin tesiriyle meydana gelen saygı, sevgi, kardeşlik, fedakarlık, yardımlaşma ve daha nice güzel hasletler var. İslam dininin güzellikleri, yüksek ahlak umdeleri var. Bunları çağdışı kabul edenlerin tarihten hoşlanmaları elbette mümkün değildir.

Gelelim tarih şuuruna. Tarihi sevmek, dizileri filmleri seyretmek, romanları okumak yeterli değildir. Çünkü tarih geçmişin tecrübesiyle geleceği inşa etmektir. Bunun için de tarih şuuruna sahip olmak gerekir. Öncelikle aydınlarımızın bu şuura ermesi, yükselen medeniyetimizin yeniden dünyaya meydan okuyacak seviyeye gelmesini sağlayacaktır.

Bugünümüze çok şükrederek düne baktığımızda, aşağılık kompleksine girmiş, ümitsizlik girdabına kapılmış nesillerin, nasıl batılı sömürgecilerin kültür emperyalizmi içinde benliklerini ve kimliklerini kaybettiklerini görürüz. İslam’ı geri kalmışlık sebebi, dine karşı veya en azından lakayt olmayı ilericilik zanneden biçareler, yaranmak istedikleri güç odaklarından gereken ilgiyi görememişlerdir.

İslam alimlerinin yüzyıllarca ilim dünyasının öncüleri olduğunu, yazdıkları kitapların üç asır Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulduğunu anlatan merhum Fuat Sezgin Hocamız şöyle diyordu:

"Genellikle Müslümanlar, özellikle de Türkler, İslam kültür dünyasının bilimler tarihindeki yerini ya çok az biliyorlar, ya hiç bilmiyorlar veya bu kültür dünyasına karşı çok yanlış görüşler taşıyorlar."

Tarihi, kültürden, bilimden, medeniyetten soyutlayanlar, onun bir masal veya destan şeklinde algılanmasını, çocukları uyutan bir ninni olarak kalmasını istiyorlar. Bir medeniyetin yeniden inşasında temel taşı olacak bir tarih şuuru, Türkiye’nin yıllardır itilmeye çalışıldığı uçurumun kenarında tutunacağı kuvvetli bir daldır.

Yakın tarihimizi, Osmanlı ve Selçuklu tarihini, İslam tarihini, Filistin ve Kudüs tarihini, sekiz asırlık Endülüs tarihini, üzerindeki kalın kül tabakasını temizleyerek ortaya çıkardığımızda, milletimiz ve gençlerimiz belini doğrultacak. Aşağılık kompleksinden kurtulup mazimizle iftihar edeceğiz. İslam kardeşliğini hatırlayıp bir anda iki milyarlık nüfusa sahip bir güç haline geleceğiz. Dünyanın siyasi ve ekonomik dengesini değiştireceğiz.

Bu tarih ne tılsımlı bir meta imiş ki, çok fazilet ve hasletler onun içinde gizlenmiş, üstü örtülmüş ve yok edilmeye çalışılmış. Fakat tersini düşünürsek, nice güzel ahlakın ve seciyenin de menbaı olmuş.

***

Tarih şuuru, eğitimin, kültürün ve medeniyetin temelini meydana getirir. Öğrencilerimizin ve gençlerimizin uzun yıllar boyunca bu şuurdan mahrum olarak yetişmesi, bugünkü sıkıntıların kaynağıdır. Tarih sadece olaylar, savaşlar, hükümdarlar, yakılıp yıkılan şehirler ve devletlerin hikayesi değildir. Gerçekte yaşanan olayların perde arkasındaki iman, cihad, kahramanlık, azim, sevgi, hürmet, merhamet, dostluk, vefa, çalışkanlık ve maneviyatın toplum üzerindeki tesirleriyle, milletlerin meydana getirdiği kültür ve medeniyeti ifade eder.

Tarihi; geçmiş olayların dar kalıplarına sıkıştırıp hatta neredeyse masal gibi göstermeye çalışanların gayesi, onun dayandığı manevi ve fikri temellerin bugünün insanlarına ulaşmasını engellemektir. Daha açık ifade etmek gerekirse, din, inanç, tarih, güzel sanatlar, gelenek ve görenekleri içine alan tüm kültürel değerleri yok sayarak, bugünün kozmopolit toplumunu savunmaya çalışanlar, elbette tarihe ve onun kahramanlarına da düşman olacaklardır.

Tarihi kitapları okuyarak onun kahramanlarını kendine örnek alan gençler, vatanını seven, dindar, çalışkan, dürüst, devletine milletine hizmet eden, ülkesi için her türlü fedakarlığı göze alan insanlar olarak yetişiyor. Bu yüksek ahlaka sahip insanların çoğalması, istikbal ve istiklalimiz için en çok sevineceğimiz ve memnuniyet duyacağımız gelişmelerdir.