Tabiat Arapça bir kelime. Tb’ kökünden geliyor ve Doğan Sözlük’e göre, tabi’a(t) olarak “Hilkatin eseri olan her şey, yaratılmış şeylerin tamamı, kâinatın bütünü, kâinat; maddî âlem; 3. Yaratılmış olan şeyler arasındaki âhenk ve düzen, ilâhî nizam; yaratılmış şeylerde mevcut olan kuvvet; bir cismin mahiyeti, temel vasıfları, değişmez temel hususiyetleri; doğuştan taşınan karakter, seciye, mizaç, yaratılış; âdet, huy, itiyat, alışkanlık, görenek; zerâfet, naziklik; incelik; insan elinin değmediği yerler, şehir dışı yerler, kır kesimi ” anlamlarını taşıyor.

Doğan Sözlük, tabiatın uydurukçası olan doğa kelimesine de yer vermiş. Doğ kökünden uydurulan doğanın anlamı ise Gülensoy Sözlüğü’ne göre mizaç ve tabiat demek. Anlamının açıklamasını uydurulduğu kelimeye borçlu olan doğanın lafız, mana, mecaz, temsil ve ima yönünden tabiat kelimesinin yerini tutmayacağı aşikardır. Ancak, uydurulması Doğan Sözlükteki mezkur atıfla, asliyet belirtme ve taşrayı şehirden ayrıma bakımından faydalı olmuş gibidir. Örneğin, tabiatlarında tatil düşkünlüğü olanların, içinde bulunduğumuz şu dokuz günlük resmi tatil için şehri terk edip kendilerini kırlara, el değmedik koy bulmak maksadıyla sahillere vurmalarını “doğaya kaçmak” şeklinde ifade ediyoruz.

Bu manada, kendisine mahsus tabiatıyla –şehrin tabiatı- tabiata dahil olan şehirden, tabiata – hele hele kâinat’a- kaçmak mümkün olmadığına göre, komşumuz Süleyman beylerin ‘cümbür cemaat’ doğaya kaçtıklarını söylememiz daha makul görünüyor. Tıpkı hayat ile yaşam ayrımında yaptığımız gibi...

Bu bahiste beni ilgilendirense, doğaya kaçanların tabiatla kurdukları sorunlu ilişkidir.

Son üç haftada, öncesinde salgın nedeniyle erteleye geldiğim dost ziyaretlerini yapmak, sonrasında ailevi sebeplerle uğramak üzere Akdeniz bölgesinde bulundum. Her insan için alışkanlıkları – kendi tabiatı- önemlidir ve mekan değişimi bu cihetle önemlidir. Herkesin şahsında bir tür kırılmaya, alıştığından daha farklı yaşayabileceğine dair kanaatler doğurabilen bu durum, son tahlilde tekrar doğadan şehre kaçmakla neticelendiğine göre burada bir sorun olsa gerektir.

Zira, mezkur bağlamda tabiata gitmek, tabiata hizmet etmek suretiyle ondan en verimli hizmeti almak şeklinde tahakkuk etmiyor. Bilakis, hali hazırda tabiatta var olanı kullanmak, daha doğru bir ifadeyle sömürmek şeklinde gerçekleşiyor. Oysa ki, tabiatla ilişkimiz, tıpkı insan dahil tabiattaki varlıklarla kurduğumuz ilişkilerdeki gibi, karşılıklı bir mevla’lık ilişkisine tabi bulunuyor.

Buna göre, tabiatla bile değil, tabiattan küçücük bir parça olarak evimizdeki bitkiyle kurduğumuz ilişkide, toprağını zamanında değiştirerek, harici vitaminlerle zenginleştirerek, sinek ve sair zararlılardan koruyarak, seviyorsa güneşle buluşturarak, sevmiyorsa güneşten kaçırarak, ihtiyaç duyduğu suyu tam zamanında vererek... ona nasıl titizlikle hizmet ediyor ve bu sayede onda çıkmasına vesile olduğumuz birkaç çiçekle seviniyorsak, hakikatte ona mevlalık ediyor ve onun sunduğu çiçek sayesinde onun bize olan mevlalığını da gözetiyoruz demektir.

Ki, bu örneği inek üzerinden düşündüğümüzde, bizim mi ona yoksa onun mu bize mevlalık yaptığı, karşılıklı ilişkideki iç içelik nedeniyle neredeyse belirsiz bir hale geliyor ve geriye bizim onunla birlikteliğimizin zorunluluğundan başka bir şey kalmıyor.

Bu manada resmi tatiller ya da özel yönelişlerle doğaya kaçmanın insani bir karşılığı bulunmuyor.

Nitekim, doğaya kaçanların, sinek, karınca ve muzır böcekleri öldürmek, arıları kovmak için yanlarında taşıdıkları ilaçlar; güneş çarpmasından korunmak için daha şehirdeyken yanlarına aldıkları kremler, losyonlar, deodorantlar, kalacakları mekanları hijyen bahanesiyle görünen ve görünmeyen her türlü canlıdan arındıranlar... şehir hayatlarındakinden çok çok daha fazla tabiattayken tabiata savaş açıyorlar.

Bunca ilacın, alet ve edevatın neden olduğu kirlilik ise cabası...

Doğaya kaçanların arkalarında bıraktıkları pet ve cam şişeler, naylon poşetler, böceklerin bile tenezzül etmeyecekleri cinsten yemek artıkları, bezler, tüpler... ilgililerinin doğaya kaçmadıklarını, bilakis insanlıktan hayvanlığa kaçtıklarını ancak tabiatta bir ahenk üzere yer alan hayvanlar gibi de davranmadıklarını gösteriyor.

Daha özet bir söyleyişle, yukarıda zikrettiğimiz sorun esasında, doğaya kaçanlar mevlalık yapmadıkları gibi, mevla da aramıyorlar; sadece tahrip ediyorlar, yakıyorlar, kirletiyorlar, eziyorlar ve yok ediyorlar.

Tabiat bizi sever mi diye sormuştum.

Sanırım cevap gerekmiyor.