Değerli okuyucularım;

Geçenlerde yıllar öncesi mezun olan bir öğrencim, beni hatırlayıp, bir elektronik posta ile bana ‘müjde” vermek üzere bir mektup gönderdi. Burada isim de vererek, kendisinin asrın ‘mehdi’sini bulduğunu, beni de sevdiği için, tebliğ yapma ihtiyacı duyduğunu ve övgü ile bahsettiği ‘mehdi’sine intisap etmemi istedi. Başta şaka yaptığını düşündüm ama yazışmalardan anladım ki ‘davasında’ gayet ciddî. Ne ben onu bu ‘davadan’ vazgeçirebildim, ne de o beni ikna edebildi.

İslâm tarihinde sapkın dinî liderlerin/mehdilerin zuhur ettiği ve binlerce insanı kendi tarikatlarına çekebildikleri, sosyal bir gerçektir. Bununla birlikte, bugün de olduğu gibi, sapkın tarikatların ve manevî kurucularının (mehdilerin, sahte peygamberlerin vs.) varlığı, her zaman toplumsal/kamusal bir soruna dönüşmüştür. Bu sorunun çözümü, kolay olmadığı gibi, geçmişte kanlı sahnelere de yol açmıştır.

İşte Türk-Moğol soyundan gelen hemen bütün Asya’yı istila eden devlet adamı Timurlenk (Aksak Timur) (1336–1405) döneminde yaşamış olan Fazlullah Hurufi (1340-1394) de sapkın dinî görüşlerinden ötürü siyaseten tehlikeli görülmüş ve hakkında fetvalar istenerek idam edilmiştir. İdam edilmesinin sebeplerinin başında ilhamını doğrudan Allah’tan aldığı ve peygamberlerin mertebesine ulaştığı inancına bağlı olarak takipçilerin kendisini Allah’ın insan suretindeki tecellisi olarak görmeleri gelmekteydi. Hurufilik ‘ilminin’ de kurucusu olarak kabul edilen Fazlullah Hurûfî, İlhanlılar döneminde miladî 1340 yılında Hazar denizinin güneydoğusundaki Esterâbâd şehrinde dünyaya gelir. Onun için kendisi çoğu zaman Fazlullah Esterâbâdî diye de anılmaktadır.

Eski Mısırlılar, firavunlara nasıl ki üstün ilahî sıfatlar vererek, teomorfizmin doğmasına sebebiyet vermişse, Fazlullah Hurufi de Allah’ın insan bedeninde vücut bulabileceği inancını yayabilmiştir. Bu aynı zamanda Allah’ın haşa insanlaştırılması (antropomorfizm) anlamına da geldiği için, İslâm’ın tevhit inancına tamamen ters düşmektedir. Hurufilik olarak bilinen bu sapkın dinî akımın nasıl doğduğu, geliştiği ve neticede bu dinî hareketin Timurlenk tarafından neden bir tehdit olarak algılandığını, Fazlullah Hurufi’nin idamı ve sonraki gelişmelerin perde arkasını gelecek yazımızda tahlil etmeye gayret göstereceğiz. Konuyu daha çok devlet-din ilişkileri açısından ele alacağımız için, ilk önce Timurlenk’in kimliği ve siyaset anlayışı üzerine kısaca duralım.

Timurlenk’in Cihangirliği ve Zulmü

Semerkant, Keş’de doğmuş olan Timurlenk, Barlas aşiretinin başbuğlarından Emir Turagay ile Tekina Hatunun oğluydu. Cengiz Han’ın torunlarından olan Timur'un sonundaki “lenk” eki, "aksak" anlamına gelmektedir. Türkler, bunun için kendisine, “Aksak Timur” derlerdi. Avrupalılar ise onu “Tamerlan” olarak bilir. Timurlenk, hükümdar oluncaya kadar bir hayli muharebelere katılmış ve tehlikeler atlatmıştır. Gençliğinde biri ayağından, öteki elinden aldığı iki önemli yara, onda iki türlü sakatlık bırakmıştı.

İmparatorluğun sınırlarını, İtil (Volga)'den Hindistan'daki Ganj Nehri'ne, Tanrı Dağları'ndan İzmir ve Şam'a kadar uzatabilmesi, belki onun siyasî ve askerî yönden bir dahî olduğunun işaretidir. Başarılı bir şekilde 17 sefer düzenleyen, 27 ülkenin hakanına baş eğdiren, onlara baş olan Timur, sivil halka çoğu kez kan dökücü ve gaddar davranmıştır.

Özellikle Hıristiyan Batı, onu zalim ve yıkıcı olarak göstermek ister. Timur, daha hayatta iken bu suçlamalara cevap vermiştir. O, İlhanlı Devleti'nin ve ona bağlı Çağatay Hanlığı'nın kargaşalıklar, entrikalarla sarsıldığı bir dönemde, yenilmez bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Türk, İran ve Arap tarihçileri, bu kargaşalığa Yahudi tüccarların ve Hıristiyan misyonerlerin birinci derecede sebep olduklarını belirtir. Bu tüccarlar ve bazı misyonerler, Avrupa krallarına casusluk yapıyorlardı ve bunlar bütün Türkistan'da âdeta cirit atıyordu. Timur, bunların faaliyetlerine son verdi. Hindistan'dan Hıristiyan misyonerlerin kovulmasını, bu kıtada Müslümanlığın yayılmasını sağladı. Bunun için Hıristiyanlar, ona düşman idi. Timur, işgal ettiği yerlerde, Yunan ve Roma eserlerinin kalıntılarını yıkmıştı. Bu yüzden ona "yıkıcı" da demişlerdir.

Timur, deyince bazıların aklına Bursa dâhil, yakılıp yıkılan kentler, katliamlar, at nalları altında ezilen çocuklar, tabanları dağlanmış insanlar ve tarihin sayfalarına kanla imza atan 35 yıllık bir hükümranlık yapmış bir savaşçı akla gelir. Müslüman ordularla savaşa girmesi, Müslüman kanı akıtması ve sivil halka zarar vermesi, elbette kabul edilir değildir.

Timur gerçi bir Müslüman liderdi, ama yine de pek dindar olduğu söylenemez. Ancak (kendine tâbi olan) İslâm âlimlerine ve şairlere de saygı göstermekten uzak kalmamıştır. Rivayetlere göre Timur, bir gün rüyasında Ahmet Yesevi’yi görür ve bunun üzerine Ahmet Yesevi için bugünkü türbesini yaptırır. İstilâ ettiği ülkeleri memleketleri tahrip etmiş, fakat kendi ülkesinde birçok mimarî eserler bırakmıştır. Timur, Asya'da Türkçe'nin, Türk sanat ve kültürünün Fars kültürünün baskısı altında yok olup gitmesini de önlemiştir.

Peki adalet konusunda pek duyarlı olmayan Timur, genelde İslâm âlimlerine gösterdiği saygıyı Fazlullah Hurufi’ye niçin göstermemiştir? Timur, onu sırf sapkın görüşlerinden dolayı mı yoksa artan nüfuzuna bağlı olarak kendine siyasî rakip olarak gördüğü için mi idamına karar vermiştir? Günümüze ışık tutması niyetiyle gelecek yazımızda inşallah bu girift sorulara cevap vereceğiz…