Hayat semboller ve işaretler üstüne bina edilir. Maddi ya da manevi bütün değerlerimiz birer semboldür aslında; varlığımızın, hayatiyetimizin, özgürlüğümüzün, fikir ve neslimizin devamının, dinimizin ve dünyamızın bekasının sembolleri ile yaşar ve o semboller uğrunda can verir gideriz bu alemden. En azından insanlık ve İslamlık onurunu taşıyanlar için bu böyledir.

Gerek bizim için manevi bir sembol oluşu, gerekse dünya siyasetinin kaçınılmaz, kadim ve müstakbel merkezi olması sebebiyle Kudüs, bir davanın sembolüdür. İslam dünyasının özgürlük meşalesi, şeytan ve askerlerine velhasıl bütün batıl güçlere başkaldırısının merkezidir.

Kudüs düşmüşse, siyaseten yenilmişiz demektir!

Kudüs düşmüşse, sahip olduğumuz her şey tehdit altında demektir.

Kudüs düşmüşse, geçmişimizin mirasını çiğnetmiş, geleceğimizin emanetini kaybetmişiz demektir.

Kudüs düşmüşse, dünya üzerindeki bekamız gerecekten büyük bir felakete muhatap demektir.

Kudüs semboldür…

Ve sandığımız ya da umum olarak öyle gördüğümüz gibi Kudüs, ne dün ya da önceki olaylar sırasında değil; Osmanlı orayı İngilizlere teslim etmek zorunda kaldığı ve İngiliz general elini kolunu sallayarak şehre girdiği gün düşmüştür.

İşte o gün bugündür, başımızı öne eğen bir yenilgi ile yeryüzünde sahip olduğumuz her şeyi korumakla meşgulüz, savunmadayız. Zira Kudüs düştükten sonra, elimizde kalan her şeyi almak isteyeceklerini ve bu yolun açıldığını biliriz.

Kudüs düştükten sonra; devletimiz gitti, rüzgarımız kesildi, umudumuz kırıldı.

Kudüs düştükten sonra; davamız yarım kaldı, neslimiz perişan oldu, dinimiz ve kültürümüz tarumar edildi.

Kudüs düştükten sonra, bir daha belimizi doğrultamadık!

Şimdi bu acı gerçekle yüzleşerek, hayata ve planlarımıza yeniden bakmak durumundayız. Allah(cc)’in dünyaya koyduğu kanunlar biz ve onlar için eşittir. Kim gayret eder, savaşır ve üstün gelirse yeryüzünde iktidar ve dolayısıyla Kudüs ona verilir.

Gerek Filistin’de gerekse sair İslam beldelerinde Kudüs’ün ve çevresinin işgali maalesef kabullenilmiş bir çaresizlik olarak karşımızda duruyor. Filistinliler, işgali sonlandırma güç ve yeteneğinin kendilerinde olmadığını fark ettiklerinden bu yana, gün be gün direniş saflarının seyrelmesi ve gerek madden gerekse manen gerilemeleri hızla devam ediyor.

Filistinlilerin çoğunluğu direniş olarak, orada var olmaya ve varlıklarını devam ettirmeye odaklanmış durumda. Defalarca denedikleri ve başarısız oldukları “intifada” ve benzeri kalkışmaların bir sonuç getirmediğini ve sonu olmayan bir yol olduğunu herkes gördü.

Kaybettikleri canlar ve işgal hapishanelerinde çürüyen yakınlarının acısı, zamanla işgal yarasının kabuk bağlamasına sebep oldu. Yeni nesil Filistinliler, -çok azı hariç- daha iyi bir hayat sürme, üretilen refahtan pay alma, daha çok yardım alma gibi meselelere kafa yoruyorlar.

Bundan 100 yıl önce, merkezi bir yönlendirme ile Yahudilerin başardığını, bu başıbozuk ve mağlubiyet ezikliğiyle Müslümanların başarması oldukça zor görünüyor.

Bu süreçte, Filistinli direniş örgütlerinin ne yapacağını kestirmek aşağı-yukarı mümkün: Gösteriler ve sloganlar üretecekler, halen yüreklerinde küllenmemiş bir kor taşıyan yiğitleri meydanlara çağıracaklar. Bu bir süre devam edecek ve sonra ön saftakiler, ya kurşunlarla ya da prangalarla durdurulacak ve geriden gelenler her zaman ve her yerde olduğu gibi azalacak ve bereketli bir ırmağın çölde kuruyuşu gibi kesilecekler…

Özellikle İran gibi ülkeler, destekledikleri ve desteklerini aldıkları örgütleri bugünlerde yeniden sahaya sürmek isteyecektir; nasıl olsa giden can kendilerinden değil ve akan kan da onların damarlarından çıkmayacak. Eksilen ümmetin kuvvetidir, onların değil.

Umarım Filistinli örgütler, kendilerine ve Kudüs’e bir fayda sağlamayacak “anlamsız işler” yerine, daha planlı ve kapsamlı bir direniş çözümüne yönelirler. Yeni bir nesle ve yeni bir direniş planına ihtiyacımız olduğu kesin. Yeni bir birliğe, kardeşliğe ihtiyacımız olduğu ortada.

Bunu anlamak için şu acı gerçeği de yazayım:

İşgalciler bugün Filistin’den herhangi bir bölgeyi, (bunu Gazze’de daha önce yaptılar) Müslümanların idaresine verseler, ertesi gün yaşanacak olan bir iç savaştır. Yaşandı da…

Mevcudiyeti ve istikbali hakkında fikir birliği etmeyen halkların özgürlük kavgasında galip gelmeleri muhaldir.

Neye ihtiyacımız olduğunu doğru tespit etmek ve önce onları yetiştirmek zorundayız. Faziletli alimler, yetenekli siyasetçiler, yiğit askerler ve vefalı bir halk; direniş ve özgürlüğün olmazsa olmaz temelleridir. Ve bunlar bizde öyle sandığımız kadar çok yok…

Kudüs’ü; sebeplerini yerine getirmeden, gökten bir el altın tepsi içinde bize sunmayacaktır. Allah(cc) bizi o sebeplerin yolcusu kılsın ve yaşarken Kudüs’ün özgürlüğünü, İslam’ın üstünlüğünü görmeyi nasip eylesin.