Ahmet Güneştekin’in Ölümsüzlük Odası’nda ölüm imgelerinden üç tanesinin baskın olduğunu görüyoruz: Kurukafa, boynuz ve yılan.

Elbette ölüm imgeleri bunlardan ibaret değildir; zamanı imleyen kum, her türden saat, güneş, siyah (gece, karanlık), sarı; nesnelerden mum, canlılardan karga, kedi, akbaba, yarasa, baykuş... da en çok bilinen ölüm imgeleridir.

Güneştekin’in bunlardan kurukafa, boynuz ve yılan’ı seçmiş olması, Mezopotamya mitolojisinden en başat olanı gözetmesine ve bu gözetmede modern bir tutumu izlemesine yorulabilir.

Şöyle ki, semavi ve dünyevi inanışların hemen hepsinde kendisinden şu ya da bu oranda bir iz bulunan Mezopotamya Mitolojisi’nde inanmanın bir mana olduğu, en azından Enki ve Ninhursag mitine esas yazıtların çözümünden beri bilinmektedir. Konuyu, manadan lafza taşıyarak düşünenler ise bizleriz, yoksa mezkur metnileri yazanlar değil.

Bizim buna mahsus tefekkürümüzün temeli ise Yunanî’dir. Zira Mezopotamya’da tek anlamda toplanan sonsuzluk ve sonluluk terimleri, lafzen ilkin Yunanca’da bios ve zoe kelimeleriyle ayrıştırılmıştır. Carl Kerényi, bunu şu cümlelerle anlatmaktadır:

“Biologos sözcüğü Yunanlar için bir bireyin tipik yaşamını taklit eden ve taklidiyle bunun daha tipik görünmesini sağlayan bir kişi anlamına gelmekteydi. Bios ise, thanatos yani ‘ölüm’ü dışladığı kadar ona böylesi karşıt bir anlamda değildir. Aksine tipik bir ölüm, tipik bir yaşama aittir. Bu yaşam aslında oluşu sonlandırma şekliyle nitelendirilir. (...) Zoe, thanatos için özel bir karşıtlık sunmaktadır. Yunan bakış açısından modern biyolojinin ‘zooloji’ olarak adlandırılması gerekmektedir. Zoe, ilave bir nitelendirme olmaksızın düşünülen ve sınırsız deneyimlenen yaşamdır. Günümüzde ‘yaşam’ olgusunu öğrenen kişi için, zore’nin sınırsız şekilde deneyimlenmesi bütüne ait değildir, yalnızca bakış açılarından biridir. (...)

Zoe’nin nadiren dış çizgileri vardır; ancak thanatos ile kesin biçimde zıttır. Zoe’de kesin ve açıkça tınlayan şey ‘ölümsüzlüktür.’ Bu, ölümün yaklaşmasına bile izin vermeyen bir ifadedir. (...) Plotinos zoe’ye ‘ruhun zamanı’ demiştir. Bu zamanda ruh, yeniden doğuşlar sürecinde bir bios’tan diğerine geçmektedir.” (Dionysos – Yok Edilemez Yaşamın Arketip İmgesi, Pinhan Yayınları)

Aslına bakılırsa söz konusu (alıntıdaki) ayrışma planında Yunanlarlar da tam kesinliğe ulaşmış değildir. Ancak ayrıştırmanın mümkün olabileceğini onlar göstermişler, Modernizm de buna son noktayı koymuştur.

Yukarıda belirttiğim gibi, bizler de artık ilgili bilginin son şekline tabi olduğumuz için, ölüm imgeleri olarak kurukafa, boynuz ve yılana buradan bakmak durumundayız.

Yapısı itibariyle sürekli sırıtan kurukafa, Mezopotamya’ya değil, Batı’ya (daha genel bir söyleyişle Hind’i de içine alacak şekilde Ariler’e) aittir. Biz de bunu esas alarak Güneştekin’in Ölümsüzlük Odası’nda mezkur imgeleri seçerken, Mezopotamya mitolojisinden en başat olanı gözetmiş ve bu gözetmede modern bir tutumu izlemiş olabileceğini söylemiştik. Nitekim Ölümsüzlük Odası’na karakterini veren tutumun öncelikle Batılı bir tutum olduğunu bundan hareketle ileri sürebiliriz.

Boynuz, daha çok hayvan başıyla birlikte düşünülmesi gereken ve zaten onu imleyen bir güç simgesidir. En kestirmeden söyleyişle Musevilerce kimi bayramlarda kullanılan Şofar’ın, çok büyük ihtimalle Babil Sürgünü’nden getirilmiş olması, boynuzun ilk kullanım yerinin Mezoptamya olduğunu gösterir. Ancak boğa kültüne sahip bulunan Minoslular’ın hayvan başlarını şarap kabı olarak kullandıklarını; ineğin halen Hindularca kutsal sayıldığını; Kur’an’ın ikinci suresine (Bakara) ad olduğunu hatırladığımızda, bu yüceltmeye dahil olarak boynuz kullanımının çok geniş bir coğrafyaya yayıldığını söyleyebiliriz.

Yılan’ın ise, farklı içeriklerle de olsa semavi dinlerde bir karşılığa sahip olduğu, zehiri yönünden ölümü ve eczayı birlikte temsil ettiği, dolayısıyla öte dünya ile ilişkisinin bulunduğu; kayganlığıyla fitneyi, soğukluğu ve kabuk değiştirmesi nedeniyle hilekarlığı imlediği bilinen bir şeydir.

Bunlardan hareketle, bir sanatçıyı koşulsuz olarak (kültürel kodları nedeniyle) etkileyen ve sanatına karakter veren dünya görüşü meselesine gelirsek: Güneştekin’in bu manada ve Ölümsüzlük Odası özelinde, dünya görüşünün berrak olmadığına hükmedebiliriz.

Söz konusu berraklığa neden ihtiyaç duyduğumuz aşikardır.

Güneştekin, kimlik ve temsil planında neden Türkiyenin Rodin’i olmasın?

Sanat istidadı, istihkakı, (diğer eserlerinden herkesin açıkça gördüğü) istikameti de teslim edilmiş iken?