Bazen yalnızlık duygularına kapıldığımda eski dostları hatırlarım. Onları arama ihtiyacı duyarım. Ama bugün yüksek makamlara kadar gelebilmiş bazı eski dostlarım, her nedense özellikle zor dönemlerden geçtiğim son yıllarda beni aramaz oldular. Halbuki onlara karşı herhangi bir kusurum olmamıştır. Bu durum, beni dostluk kavramını yeniden gözden geçirmeme sebep oldu. Gerçek dostluğun varlığına hasret duyduğum bu günlerde “Nerede O Eski Dostluklar?” deme ve ideal bir dostluk tablosu çizme ihtiyacı duymaktayım. O halde nedir gerçek dostluk?

Dostluk, insanların birbirleriyle kaynaşıp bütünleşmesini temin eden, fertleri birbirine bağlayan, sosyal münasebetleri en üst seviyeye ulaştıran yüce bir duygu ve paha biçilmez kalıcı ve korunması gereken bir değerdir. Bu doğrultuda bir iyilikten dolayı oluşuveren eski dostlukları muhafaza etmek ve eski dostları unutmayıp onları arayıp sormak da vefakârlığın güzel bir örneğidir. İki dostun, his, inanç, huy, mizaç, dava ve(ya) meslek açısından gönül birliği içinde olmaları ve birbirlerine bağlı olarak müşterek hareket etme kabiliyeti göstermeleri, manevî dinamiklerimizin hayatiyet bulması ve sosyal birliğimizin korunması açısından son derece önemlidir. Dostluğun olduğu ve ne pahasına olursa olsun korunduğu toplumlarda, millî birlik de olur.

Sevgi ve saygı çerçevesinde iki insanın, birbirlerinin hak ve hukukunu fedakârane bir biçimde korumaları ve birbirlerine her hususta destek olmaları, gerçekten imrendirici bir olaydır. Dostlukta menfaate dayanan geçici bir ilişkiyi görmeniz mümkün değildir. Gerçek dostluğun en güzel örneğini dostlardan birisinin zor durumda olduğunda, özellikle haksızlığa uğradığında diğerinin ona sahip çıkmasında görebiliriz. Mazlumiyet içinde acılar çeken eski bir dosta sahip çıkmayan bir insan, gerçek dost olamaz. Böyle bir kişi, iyi günde yakın olan, kötü günde uzak kalan ikiyüzlü bir karaktere sahip olan bir insandır.

Halbuki sosyal ilişkilerimizi arkadaşlığın en ileri derecesi olan dostluk seviyesine ne kadar çıkartabilirsek toplumda fedakârlık ve İsâr ahlâkı da o derece yaygınlaşır. İsâr toplumunda fertler, başkalarının saadet ve refahını düşünme ve ona göre fedakârane bir yaklaşımla hareket etme yeteneklerini en ileri derecede sergiler. Başkalarının hissiyatıyla, başkalarının ihtiyacıyla kendimizi doğrudan mesul görme duygusu, başkaları için yaşamak, başkaları için mücadele etmek, erdemlerin en yücesidir. Bir düşünün; böyle bir toplumda acı da, tatlı da paylaşılır, hüzün hafifler, muhabbet artar, güven ortamı tesis edilir. Doğru ve sağlam temeller üzerine kurulan gerçek ve ebedî dostluklarda sevgi, ortak ideal, takva ve karşılıklı yardımlaşma üzerine kurulan manevî bağlar vardır. Böyle dostluklar, dünyada başlasa da ahirette de devam eder.

İslâm’a Göre Gerçek Dostluğun Belirtileri Nelerdir?

Gerçek dostluk, bilge ve erdemli kişiler arasında yarar, çıkar gözetmeyen, karşılık beklemeyen bir hayat beraberliği şekline yükselir; bu çeşit bir beraberlikte de insan, mutluluğun en yüksek derecesine ulaşır. Dostluk, her ne kadar şahsî bağların oluşması anlamına geliyor ise de, sosyal hayatın idealidir Çünkü insanın özel hayatına çekilip sadece kendisini düşünmesi, yalnızlaşması millî birliği de zedeler.

İslâm dinine göre gerçek dostluğun manevî kaynağı, Allah rızasına dayanır ve bundan ötürü bu dostluklarda samimî olarak sevgi ve muhabbetin yanında takva şuuru ve hassasiyeti de görülür. Takva; cefaları safa, zahmetleri de rahmet hâline getirir. Bu itibarla iman ehli bir dost,tıpkı Ensar’ın Muhacirlere gösterdiği ilgi gibi sevdiğinin meşakkatlerine her daim seve seve katlanır. Dolayısıyla gerçek dostluklar, takva şuuruyla ancak oluşabilir ve gelişebilir. Nitekim Allah (c.c.), bize dünyadaki gerçek dostlukların ölçüsünü aşağıdaki âyette vermektedir:

“Muttakiler (Allah’tan sakınanlar) hariç, dünyadaki bütün dostlar (bile) o gün birbirinin düşmanı olur.” (Zuhruf: 67).

O halde dünyalık zevk arkadaşlığı, ahiret açısından hiçbir fayda getirmeyen sadece karşılıklı menfaate dayanan bir sosyal ilişki türüdür. Şuurlu Müslümanlar, dünya menfaatleri için değil sadece Allah rızasını kazanmak için dostluklar kurar. Peygamberimiz (sav) de Müslümanların manevî dostluklarını nasıl korumaları gerektiğini şu örnekleriyle bize açıklık getirmektedir:

“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.” (Buhârî; Mezâlim: 3)

Binaenaleyh Müslümanlar, dostluklarını korumak ve geliştirmek istiyorsa, kendi menfaatini düşünmeden dostlarına hep iyilikte bulunmalı, unutulsa dahî o dostlarını unutmamalı, dostluktan vazgeçmemeli, dostlarının ayıbını değil hünerini görebilmeli, arandığında onlara cevap vermelidir.

Bu güzel temenniler ve nasihatler, herkes için geçerli olsa da, bazı yaşadığım tecrübelerden sonra başta kendi nefsime yöneliktir. Beni unutan eski dostlarıma biraz kırgınlığım olmuş olabilir. Belki onların da kendilerine göre bazı haklı sebepleri olabilir. Ama eski dostlukların hatırı için, onların kusurlarını görmezden geliyorum. Zulüm yapanlar hariç, benimle yeniden münasebete geçmek isteyen eski dostlarıma kapımı ardına kadar açıyor ve kendilerine “Hoş geldin” demek istiyorum, vesselâm.