Cumhuriyet yıllarında “En milli dönem ne zaman?” diye sorulduğunda sanırım duraksamaksızın “1920-1938 arası dönem” derim.

Öncesini sormayın.

Misyoner okullarının pıtırak gibi her vilayette kök saldığı 1920 öncesinde padişah fermanıyla ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşan, sözde eğitimci Alman, Amerikan, Fransız, İngiliz ve İtalyan casusların şekillendirdiği eğitim sisteminin neyini konuşacağız?

Bu sadece dış politika, kalkınma, askeri ittifak, bölgesel anlaşma konularında değil, Milli Eğitim politikalarının belirlenmesinde de geçerli.

Sol ve muhafazakâr çevreler cumhuriyet rejimine yönelik eleştirilerinde, Milli Eğitim Bakanlığı’nda yuvalanmış ABD patentli Fulbright Eğitim Komisyonu, farklı isimle de Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu’nu hedef alırlar.

Fulbright projesi nasıl ortaya çıktı?

1946’da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında; Senatör J. William Fulbright, Amerikan Kongresi'ne sunduğu kanun teklifinde, "Eğitim ve kültürel değişim yoluyla ülkeler arasında ortak bir anlayış” geliştirmeyi öneriyor.

Bu teklif; Kongre tarafından da uygun görülünce dünyanın çeşitli ülkeleriyle, karşılıklı ilişkiyi ve işbirliğini esas alan "kültür anlaşmaları" yapıyorlar.

Bu anlaşmalar çerçevesinde; Amerikalı öğrencilerin, öğretmenlerin, akademisyenlerin o ülkelerde araştırma yapmaları ile o ülkelerden gelen öğrencilerin, öğretmenlerin, akademisyenlerin Amerika'da araştırma yapmalarını finanse eden, destekleyen “Fulbright Programı başlatılıyor.

Bu amaca uygun bir yönetim, organizasyon modeli geliştirilip; konunun tüm safha ve süreçleri belli kural ve yöntemlere bağlanıyor.

Araştırmacılara; eğitim, geçim, seyahat ve proje bazında AR-GE çalışmaları için mali destek sağlanıyor.

Fulbright anlaşması nedir?

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu farklı isimle “Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu”, 1949’da Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye arasında imzalanan ikili anlaşma olarak biliniyor.

Bu anlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçtikten sonra, 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı Kanun çerçevesinde çalışmalarına başladı.

Fulbright Eğitim Komisyonu, kuruluş amacı olarak Türk ve Amerikan halkları arasında eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirmek olduğu belirtilse de bu komisyonun Türkiye’de eğitim politikalarını belirlemede etkin olduğuna dair Türk kamuoyunda eleştiriler hep yapıldı.

Fulbright Bursu ile Türkiye'den Amerika'ya giden, Amerika'dan Türkiye'ye gelen binlerce araştırmacı var.

Öngörülen amaca göre; Türk ve Amerikan halkları arasında, eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirmek için çalışıyorlar. *

Halen bu süreç çatır çatır işliyor. Muhafazakar Demokratlar zerre kadar rahatsızlık duymadıklarından, milli olmayan eğitim sistemini değiştirmek için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk hayal kırıklığı…

Öğretmen kökenli olduğumdan, Prof. Dr. Ziya Selçuk, Milli Eğitim Bakanı atandığında en çok sevinenlerdenim.

Sayın bakanın akademik kişiliğinin yanı sıra MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı yapmış olmasından dolayı “Milli Eğitim camiasının sorunlarını en iyi bilenlerden biri” diye düşünüyordum.

Öyle ya Maya Okulları'nın sahibi ve TED Üniversitesi Mütevelli heyeti başkan yardımcısı olan birisi, herhalde öncekilerden daha iyi hizmet verebilirdi.

Bu nedenle uzun süre Ziya Selçuk hakkında eleştirel yorumlardan kaçındım. Ne yazık ki bu saatten sonra bakanın esprili yaklaşımlarının Türk Milli Eğitimine zerre kadar faydası olmaz.

Tüm Bakanlık bürokrasilerinde günü kurtarma, reklam ve tanıtım anlayışı baskın. "-Aman bakanlığımızla ilgili kötü haber çıkmasın!.. -Aman Cumhurbaşkanımızdan zılgıt yemeyelim!..” endişesi ellerini kollarını bağlıyor.

Sendika üzerinden cemaatlerin, Milli Eğitim’e çöreklenmesi…

DP iktidarının DSİ Genel Müdürü, Ispartalı Başbakan/Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in tarihe not düşen “Camiye, mektebe, kışlaya siyaseti sokmayın!” sözü günümüze ışık tutuyor.

Ne yazık ki Türkiye'de sendikal mücadele, özlük haklarından çok ideolojik önyargıların faaliyet gösterilen iş kolu çalışanlarına dayatılması gibi algılanıyor.

Solcu sendikalar, Sağcı sendikalar hatta cemaat sendikaları mevcut. Hatta Parti sendikaları var.

Eğer iktidara yakın veya hükümetin dümen suyunda giden bir sendikada yönetici iseniz, çalıştığınız işkolunda, tabii ki bu özel sektör değil, üst düzey göreve atanmanız her daim mümkün.

Vahim olan, farklı dini cemaat ve grupların kümelendiği eğitim işkolunda yetkili bir sendikanın Türk Maarif Mefkuresi’ni hiçe sayan anlayışına Ziya Selçuk'un karşı çıkamamasıdır.

  1. sendika üyesi bazı bakanlık bürokratları, il milli eğitim müdürleri, şube müdürleri, okul müdürleri fırsat buldukça Atatürk'e saldırmayı marifet sayıyor.

Göstermelik soruşturmalarla geçiştirilen bu hakaretler, “dinin gereği” gibi kabullenildiğinden, kendilerine “Allah yolunda Cihat etmiş mücahit!..” payesi veriyorlar.

Bakanın onlara birşey yapmasını boşuna beklemeyin! Burnunun dibinde Bakanlık binası bu “mürteci tipler”le kaynıyor.

Bütün amaçları, bir üst kadroya atanmak, yurtdışı görevlere katılıp yolluk almak, yüksek göstergeli kadrodan emekli olmak.

Proje üreten yok! Türk gençliğini düşünen yok!

Bu saatten sonra değil Ziya Selçuk, İbni Sina, Farabi, Ali Kuşçu hatta Koçi Bey gelse dahi bu zihniyetin iktidarında eğitimi ıslah edemez.