Önceki yazımda, Varlık ve Zaman çevirisinden hareketle, Aziz Yardımlı’nın vicdan kavramı ve duyunç / bulunç kelimesi üzerinden, Arapça ve Farsça kelimeler başta gelmek üzere dil kültürü içinde, başka dillerin Türkçeleşmiş kelimelerini de çevirdiğini belirterek, dil düzeyinde anlamsal yarılmalarla cebelleşmek zorunda kalmanın, tefekküre başlayamamayı, ona doğru doğru bir giriş yapamamayı beraberinde getireceğini söylemiştim.

Heidegger metinlerinin, ancak Almanca aslından okunduğunda tam anlaşılabileceğine dair ortak kanaatlerden hareket ettiğimizde, Yardımlı’nın söz konusu tutumunu olumsuzlamak hakkaniyete uygun olmayacak; bu hususu, Varlık ve Zaman’ın iki çevrisinden yapacağımız alıntılardan sonra kesinleştirmek daha doğru olacaktır.

Varlık ve Zaman’ın ikinci ve üçüncü çevirisi Kaan (H.) Ökten’e aittir. Ökten’in kendisi, çevirisinin yeni basımında “bundan önceki çevirim geçerliliğini yitirmiş oldu” dediği için onu üçüncü çeviri olarak kabul ediyoruz.

İki çeviriden, hemen elimin altına giriveren birkaç cümşeyi alıntılayıvereyim:

1-Ökten’in ilk çevirisinden (Agora Kitaplığı, 2. Basım, İstanbul 2011, s: 335):

“64. İhtimam-Göstermelik ve Kendilik

İhtimam göstermeliğin tesis edici etmenleri olan eksistensiyalite, faktisite ve düşkünlüğün birliği sayesinde Dasein’in yapı bütünü bütünlüğünün ontolojik bakımdan ihata edilmesi mümkün olabilmişti. İhtimam-göstermekliğin yapısı, şu eksistensiyal formüle indirgenmiştir: (bir dünya-) içinde-zaten-var-olarak-kendini-önceleme olarak (dünya içinde karşılaşılan varolanlar) beraberinde var olmak. İhtimam-göstermelik yapısının bütünlüğü birtakım kuplajlarla ortaya çıkıyor olmadığı halde, yine de eklemlemelidir.”

2-Bu paragrafın, Ökten’in ikinci çevrisindeki hali ise şöyledir (Alfa Yayınları, İstanbul 2018, s. 469):

“64. İhtimal Gösterme ve Benlik

İhtimam-göstermenin tesis edici momentleri olan eksistensiyalite, olgusallık ve düşmüşlüğün birliği Dasein’ın yapı bütünü bütünlüğünü ontolojik bakımdan sınırlandırma olanağı vermişti. İhtimam-göstermenin yapısı şu eksistensiyal formülle ifade edilmişti: (dünya dahilinde karşılaşılan varolanların) beraberinde-var-olma olarak kendini-önceleyerek-zaten-içinde-var-olma (bir dünyada). İhtimam-gösterme yapısının bütünlüğü birtakım birleştirmelerden meydana gelmediği halde yine de eklemlemelidir.”

3-Aynı paragrafı Yadımlı’nın çevirisinden de naklederek, kendi yorumumuza geçelim:

“64.Kaygı ve Kendilik

Kaygı oluşturucu kıpıları olarak varoluşsallık, olgusallık ve düşmüşlüğün birliği oradaki-Varlığın yapı-bütününün bütünlüğünün ilk varlıkbilimsel sınırlanışını olanaklı kıldı. Kaygı-yapısına varoluşsal formül verildi: (dünya-içinde karşılaşılan varolan-şeylerin) ortasındaki-Varlık olarak (bir dünya)da-daha-şimdiden-kendi-önünde-Varlık. Kaygı-yapısının bütünlüğü ilkin bir kaynaşmadan doğmaz, gerçi eklemlenmiş olsa da.”

Bu üç alıntı üzerinden önce şunları soralım:

-Ökten’in ihtimam-göstermelik’i / İhtimam-gösterme’si mi daha Türkçe’dir, yoksa Yardımlı’nın “kaygı”sı mı?

-Ökten’in moment’i, eksistensiyalite’si, ontolojisi, Dasein’ı mı daha Türkçe’dir, yoksa Yardımlı’nın kıpı’sı, varoluşsal’ı, varlıkbilim’i, oradaki-Varlığı mı daha Türkçe’dir?

Bu sorulara cevap aramamıza gerek yoktur çünkü, görünen köy kılavuz istemez. Asıl bu alıntılara göre sabit olan şu hususu vurgulanması önemlidir: Her üç çeviride de okur olarak anlamında tereddüt etmeyeceğimiz tek şey, arabölüm başlığındaki “64” rakamıdır. Gerisi bizim ihtiyacımıza ve anlayışımıza kalmıştır.

Şunu hassaten belirtmeliyim ki, burada derdimiz çevirileri tokuşturturarak yargılamak değildir. Dolayısıyla Kaan (H.) Ökten’in ilk çevirisinin üzerine yan gelip yatmak yerine, sürekli yeni ifade arayışlarına yatkınlık göstermesi ve Yardımlı’nın literal çeviride ısrar ederek, kelimelerin en doğru (en Türkçe) anlamlarını gözetmesi, birikte teslim edilmesi gereken bir haktır.

Kaldı ki, biz bu örnekleri, “felsefe yapmaya / tefekküre ve bunları açık ve seçik bir şekilde beyana mahsus bir dile sahip olunup olunmadığının anlaşılması zemininde ele alınması” bakımından seçtik.

Telif bir eseri değil, Heidegger çevirisini seçmemizin nedeni ise, Heidegger’in “şimdi” felsefe yapacak olanlar için uğranması zorunlu bir menzil olmasındandır.

Metnin kendisi de bir yana, “İhtimam-Göstermelik ve Kendilik / İhtimal Gösterme ve Benlik / Kaygı ve Kendilik” başlıklarından gördük ki, her şeyden önce felsefe yapma konusunda üzerinde uzlaşılmış bir kavram bütünlüğünden (tutarlılığından) yoksunuz. Türkçe olarak nitelediğimiz dil, dilsizleşmeye ramak kalışın bir belgesi niteliğindedir ve bu dille anlaşabiliyor olmamız (sanmıyorum ama, eğer sahiden anlaşabiliyorsak) bir şükür nedenidir.

Bunlardan hareketle, “bizden felsefeci çıkar mı?” sorusuna gelince.

Bu sorunun cevabı dil inkılabının neden olduğu enkazın altından çıkıp çıkamayacağımızla alakalıdır.

Verdiğim üç örnekten de açıkça görüldüğü üzere, halen bu enkazın içinde, tarafgir bir şartlanmayla şuursuzca dolaşıyorken, söz konusu çıkışa mahsus bir cehdin ilkin kim ya da kimler tarafından gösterileceğini ben de çok merak ediyorum.

Bu manada İslamcının, Liberalin, Kemalist-Solcunun, eyyamcının... durumu bir eşitlenmeden ibarettir ve bunlardan birinin bir diğerini entelektüel olamamakla / felsefeci yetiştirmemekle suçlaması, en basitinden varlığı sabit olan bir dil enkazını inkar etme ve dolayısıyla meseleyi doğru zeminde tartışmama cihetinden umutsuz bir vakadır.