Din, kadimdir.

Kadim, yani öncesiz; başlangıcı belli bir zamanla kayıtlı olmayan; varlığı çok uzun bir geçmişe dayanan demektir.

Kadim olanın eskiliği, sadece nispettir. Bu manada eskilik hem yeniliğin eşiği, hem yeniliğe esas mensubiyetin tayinidir.

Öte yandan, din anlamında Hakikat’in sabitliği, ilgili değişmenin bu sabitlikte değil onunla kurulan ilişkide tahakkuk etmesi nedeniyle, mutlak manada bir eskilik söz konusu olmadığı gibi, ilişkinin varlık / insan nesli cihetinden sürekliliği / dinamizmi de onun karakteridir.

Dolayısıyla kadim olan Hakikat, onu duyma kabiliyetine sahip her yeni kulakta, ilk kez duyulan şey olarak yenilenir; Hakikat’in akışı, akışa mahsus farkın tahakkukuyla bakidir, zira Gilles Deleuze’nin kelimeleriyle “Farkın süregen ıraksamasının ve merkezileşmesinin tam karşılığı tekrarın içinde meydana gelen bir yer ve kılık değiştirmedir” (Bkz. Fark ve Tekrar) ki, biz bunu onunla ilişki kurmadaki değişmeye yorduk.

Mit / esatir, Hakikat’le ilişki kurma yollarından biri olarak, kendi zaviyemizden / düşünme düzeyimizden Hakikat’e dahildir. İnsan asliyetinde bir düşünce tembeli olmasına rağmen, edindiği bilgiyi mitler, mecazlar, semboller.. yoluyla kodlayarak sürekli elinin altında tutmayı / gerekli olduğunda güncellemeyi / tedavüle koymayı bilme uyanıklığına da sahiptir ki, bu durumda Hakikat’i, salt eskilikle niteleyerek olumsuzladığını sanmak gericiliktir, en azından zaman bilincinden, Hakikat idrakinden ve hayat dinamizminden yoksunluk olarak bariz bir aptallık ve yobazlık belirtisidir.

Bunlardan hareketle önceki yazımızda, kültür savaşı şeklinde kullandığımız son terkibe bir açıklık getirmemiz gerekirse...

Öyle çok da gerilere, büyük planların, kumpasların, komploların tipik örneklerine gitmemize hiç gerek yok. Geçtiğimiz şu birkaç günde, eşcinsellik teması altında kopartılan gürültüye bakmamız yeterli olacaktır.

Olay malum: Diyanet işleri Başkanı eşcinselliğin ve zinanın haram olduğunu söyledi. Ankara Barosu da yayınladığı bildiride onu eski zamanın düşüncelerine sahip olmakla suçlayıp, hayvani / başıboş bir yaşantıya olan kendi özlemini dile getirdi; CHP de baroya anında destek verdi.

Böylece, Hakikat’e karşı münkirlik eden ve onun olumsuzladığı bir yaşama tarzını olumlamaya kalkışan Baro, bildirisindeki düşkün dili ve eskilik suçlamasındaki gerici mantığıyla, kültür savaşının yeni bir örneğini vermiş oldu.

Kültür kelimesinin bizim icadımız olmadığını ve dolayısıyla sahip olduğumuz zihniyet gereği kültürle ilgili sorunların da tarafı olmadığımızı belirterek, kültür savaşına maruz bırakıldığımızı söylemiştik. Baronun eşcinselliği özneleştirme gayreti bunu yeniden gösterdi.

Bu savaşın, kaç zamandır çağdaşlaştırma, aydınlandırma, demokratlaştırma, özgürleştirme.. terimleri üzerinden yürütüldüğünü düşündüğümüzde, yeni konuda da biz, güya akıl edemediğimiz bir iyiliğe layık görülmenin mahcubiyetiyle mahkum ve yeni boyun bükmeyi kabullenmek zorunda olan nesnelere indirgendik.

Bu bağlamda ilgili baro yukarıda da zikrettiğimiz gibi kullandığı adi dil ve gerici mantık itibariyle, Batı’nın bize karşı yürüttüğü kültür savaşında, onlara ait bir mevzi durumundadır. Nitekim, bildirisinde yer alan “... halkı ellerinde meşalelerle meydanlarda ‘cadı’ diye kadın yakmaya davet etme” ifadesiyle, içeriye değil dışarıya karşı bir mesaj iletmektedir. Daha açık bir söyleyişle, bizi sahiplerine ihbar ederek, onlardan yardım dilenmektedir: “Yetiş ey CNN, ey BBC, ey NYT... Nesne saydıklarımız canlılık belirtisi gösteriyor, sizin kapı kullarınız olan bizlerin varlığına itiraz ediyorlar ve sizin adınıza onlara layık gördüğümüz şeyi reddediyorlar!”

Haliyle biz “cadı hangi kültürün kelimesidir; cadı yakmak hangi milletlerin işidir; engizisyon hangi medeniyetin kurumudur?” şeklinde kimi soruları sorma kabiliyetine sahip görülmediğimiz ve dolayısıyla eşcinsellerin ve eşcinsel-sevicilerin pervasızlıklarını sinemize çekmeye mahkum sayıldığımız için, sorduğumuz her soruyla ve yaptığımız her itirazla baroyu ve onu destekleyen CHP’yi korku ve telaşla çıldırtmış oluyoruz.

Birkaç yazıdır din, zihniyet, mit ve kültür bağlamında söylediklerimizi baro örneğiyle özetleyecek olursak:

Kültürel etkileşim asliyetinde enfeksiyonel olmakla birlikte, maruz kaldığımız kültür savaşı cebren ve hile üzerinedir. Hedefi, inancımızla birlikte, bu inanç içinde şekillenen varlık bilincimizdir, daha açık bir söyleyişle: şahsiyetimizdir.

Bu savaşa karşı durmak, son tahlilde insanlık görevimizdir.