Tarihin akışı içinde, değişen şartların getirdiği zorunluluklar kadar imkanların da etkisi ile, beklenmedik gelişmeler yaşanabilir.

Toplumun yok sayılan kesimlerinden biri çıkıp ülkenin lideri olur, dengeleri değiştirir, rotaya yön verir. Küçük bir kasabadan, bir dünya başkentine giden yol, kısa değildir ama hesapla bilinecek kadar basit de değil. Hayatın akışı; hem bir nehir gibi yatağında devam eder, hem de her an yaşanacak taşkınlarla, yeni yönler ve yollar açar, yeni imkanlar ve fırsatlar doğurur.

İşte tam da öyle bir dönemden geçtiğimiz hususunda neredeyse ortak bir tezi varken, şehirlerimizin, gönül ve kültür coğrafyamızda ortaya çıkan boşlukları doldurmak için, derli toplu,, ele avuca sığar, temelleri sağlam, ufku geniş  ve ayakları sabit bir duruş, bir gelişme ve bir ilerleyiş sağlamaları için hepimizin sorumluluğu olduğu kesin bir gerçek.

Gaziantep; adı duyulduğunda, insanların mide salgılarını harekete geçiren bir şehir olmakla yetinecek bir şehir mi olmalıydı?

Bu kentin, tarihte üstlendiği rollerden geriye, sadece restore edilmiş taş duvarlara sinen ve özel bir dikkat göstermedikçe okunamayan hatıraları mı kalmalıydı?

Gerçekten; camilerin, hanların, hamamların ve sair binaların taş duvarlarını ihya etmenin kültür ve medeniyet adına, bir anıt dikmek ya da harabe bir anıtı canlandırmaktan başka bir katkısı olmasını mı bekliyordunuz?

Camiyi bina eden ruhu inşa etmek, hanları ayakta tutan erdemi ihya etmek, hamamların sembolleştirdiği tertemiz bir medeniyet kurgusunu resmetmek, medreselerin veya tekkelerin yetiştirdiği insan modelini keşfetmek, herhalde taşları kazımaktan, duvarları yontmaktan, çatıları aktarmaktan daha zordur ama her bakımdan medeniyet olmanın da olmazsa olmaz temel şartıdır.

Mısır’ın piramitleri, yönetici ve halklarına, ilahlık taslamanın neticelerini anlatır. Petra’nın harabeleri, Allah(cc) ve peygamberine savaş açmanın sonunu gösterir. Gaziantep’in mozaikleri ise, zenginlik ve şatafatın mutlaka toprak altına gireceğinin habercileridir.

Onlardan geriye, bir kültür ya da medeniyet kalmadı. Süslü taşlar ve renkli resimlerden başka…

Bundan bir asır ya da bin asır sonra, bugünün Gaziantep’inden geriye kalacak olan, kebap şişlerinden ve beyran sahanlarından daha başka ve daha çok, daha büyük bir şey olmalı!

İmam Gazali’nin ilim adamlarıyla görüşmek ve teatide bulunmak için geldiği ve kaldığı şehrin, temellerinde bin yıldır bu topraklara bereket suyu olan irfanın keşfedilip yeniden halkına ve insanlığa sunulması gerekiyor.

Yeryüzünde bulunan ilk üç İncil basımevinden birinin neden bu şehirde olduğu üzerinde kafa yormak gerekiyor.

Çok değil, sadece 100 yıl kadar önce, bir Halep sancağı iken, sıradan bir ticari yol kesişmesinin yanında, büyük ve değerli bir kültür ve medeniyet güzergahının avantajlarını kullanmış olan bu şehrin, artık baklavadan daha tatlı bir sunumu olmalı.

İnsan, yaratılış itibariyle; en üstte baş, altında kalp, onun altında mide ve en altta cinsiyetten oluşan bir varlıktır. Biz sıralamayı yanlış yaparsak, fıtratı tersine çevirip, amuda kalkarak yürümeye ve yaşamaya kalkarsak, çok uzun süre ayakta kalamayacağımız ya da en azından kendimiz olarak devam edemeyeceğimiz, kaçınılmaz bir netice olur.

Küçük Buhara olarak anılmanın herhalde bugünkü karşılığı gastronomi başkenti olmak değildir. Elbette yesin insanlar, esnaf elbette ziyaretçilerle ticaret yaparak gelir elde etsin. Ancak şehrin ruhunu doyurmadan, sürekli mideye çalışmanın sonu bellidir.

Akılsız güç, vahşete yol açar. Medeniyetsiz zenginlik, cimriliğe götürür.

Beyin ve düşünceleri, kalp ve duyguları, mide ve lezzetleri arasında denge kurabilmiş toplumlar medeniyet kurar ya da kurulu medeniyetleri ileri taşırlar. Dengesiz ayakta kalan yoktur!

Şehrin idarecileri ile halkı, akademik birikimi ile zenginleri, sağlıklı bir sacayağı oluşturarak, var olanı güzelleştirebilir, geleceğe de yön verebilecek güzel işlerin temellerini atabilirler. Toplum kesimleri arasında etkileşimin artması, ortaya konulan doğru işlerin sahiplenilmesi ve daha iyiye gidilmesi için ortak adımlar atılmasının en kestirme yoludur.

Zira bütün kesimler bir yerlerinden birbirine bağlıdırlar. Bağı çözen dengesini kaybeder. Halkının elinden tutmayan idareci dengesini kaybeder. İhtiyaç sahiplerine el uzatmayan zengin dengesini kaybeder. İlmini insanlarla paylaşmayıp fildişi kulesinde yaşayan alim dengesini kaybeder.

İlimden, irfandan yani medeniyetten mahrum kalan her şehir ve toplum dengesini kaybeder.