İlçe belediyelerimizden biri, parklarda, üç – dört kişinin oturabildiği bankların ortasını keserek, ancak iki kişinin oturabileceği temas mesafeli bank sistemine geçmiş.

İlk bakışta, mevcut gündemdeki sağlık sorununa uygun tavır alma hızıyla tebessüm ettiren bu uygulama, aslında sistemin gücünü ele veriyor. Sistem / devlet dediğimiz şey, en alt biriminden en üst birimine çok sayıdaki kurum ve kuruluşların birliğinden, ve dolayısıyla bunların birbirini tamamlayan işleyişlerinden oluştuğuna göre, yaptığımız güç vurgusunda bir sorun yok.

Sorun, bu ve benzeri tekil eylemler dâhil sistemin, sağlık konusundaki yenilikleri, ilgili uygulamaların boyutlarını, toplumun bunlara uyumunu ve uyumsuzluğa karşı üretilecek tedbirleri nasıl yapılandıracağıdır.

Yapılandırmak derken, Covid-19 adlı fırtınanın neden olduğu ölüm korkusuyla, sistemin karantinaya mahsus tüm emirlerini büyük oranda yerine getirmekte tereddüt göstermeyen toplumun, aynı etkiye tabi olarak birden bire unutuverdiği sisteme ilişkin sözüm ona değerlerin yeni durumundan söz ediyoruz.

Örneğin Demokrasi diye bir şey vardı. Bakıyoruz, onun beşiği ya da döşeği sayılan ülkelerde şimdi esamisi okunmuyor. Yine, insan hakları, özgürlük, sisteme katılma, yönetime ortak olma vb. kutsal kase niteliğindeki terimlerin de yerlerinde yeller esiyor.

Dahası, Demokrat valilerle Trump arasındaki, yetki çatışması diye adlandırılan ama son tahlilde “kim emredecek” sorusunun doğurduğu güç yarıştırmadan ibaret olan tartışmada, kamuoyu, masaya vurulacak en güçlü yumruğun sesini duymaktan başka bir tercihte bulunmuyor.

Neden? Çünkü Covid-19 adlı ölümün soğuk nefesi, canları çok kıymetli olanların enselerinde geziniyor.

Yapılandırma konusuna sistem esaslı toplumsal kabuller ya tercihler cihetinden baktık. Bir de konunun inançlar, dünya görüşleri, ahlak, gelenek-görenek, bilim... boyutu var.

Bunun örneğini başkasından değil kendimizden verelim:

Hastalık, genel bir tanımlamayla insanın sağlığıyla kendi ara’sına giren ve çoğunlukla geçici olan ya da geçici olması temenni edilen olumsuz bir şeydi.

Hasta olmayanların da hastalara karşı imani, ahlaki, geleneksel, sosyal, ekonomik görevleri vardı. Bunun başında ise, hastayı ziyaret etmek, hatırını bizzat sormak, yardım teklifini kendisine doğrudan iletmek gelirdi.

Covid-19’la birlikte, muhtemel / potansiyel hastalardan şiddetle kaçınma, onlarla aynı ortamı paylaşmama, hele hastalık riski çok yüksek olan altmış beş yaş ve üzerindeki ihtiyarlarla müşterek ortamlarda bulunmama emirleri, sağlık temalı bir şiddetle bizlere -güya normal emir kipinde- dayatıldı. Akabinde hasta olan ihtiyarları da bir kenara bırakalım, sağlıklı olan ihtiyarlardan bile “Sen artık öl be dede” ricasında bulunacak, hatta onları “nasıl olsa ölecekler” düşüncesiyle kendi hallerine terk etmeye yeltenecek kadar ileri gitmekte hiçbir sakınca görmedik.

Öte yandan dilimizi ve kullandığımız gündelik kelimeleri de anında değiştirdik. Mülteci, sürgün, Kudüs emaneti, Kâbetullah sevgisi vb. asli / inanç esaslı terimlerle aramızda oluşuveren mesafeye hiç değinmeyelim, çünkü bir şekilde sıkıntıya sebep olur. Zülfü yare dokunmayacak kelimelerden söz edelim örneğin: Maske, dezenfektan, kolonya, salgın, viral, immünoloji, oksijen makinesi, entübe olmak, plazma, izolasyon, negatif, pozitif... enformatik dilimizin başat kelimeleri haline gelmekle kalmadı, bunlardan bazıları da farklı bir idrakin gelişmesine neden oldu.

Negatif ve pozitif kelimeleri örneğin! Negatifin olumsuzluk, pozitifin olumluluk olduğu yönündeki doğal ezberimiz gereğince, bunların virüslülerin teşhisindeki ters kullanımıyla aramızda aklı karışmamış kaç kişi çıkar dersiniz.

Ölüm korkusuyla işlediğimiz böyle birçok vukuat nedeniyledir ki, adına kısaca kontrollü sosyal hayat dediğimiz, yeni yapılandırmayı merak ediyoruz.

Kontrollü sosyal hayat, tahmin edileceği üzere sosyal nitelemesinin çok fevkindedir. AVM’ler, hastaneler, hapishaneler, fabrikalar, toplu taşıma araçları, ekim ve hasat, seyahatler, aile ziyaretleri, tatiller, hac, umre, bayram, hatta haberleşme, gazetecilik, yazarlık, edebiyat, felsefe, ziraat, sigara, internette gezinme, bilgisayar, cep telefonları, dil, diyalog, parklarda oturma... kontrollü sosyal hayata dahildir.

Yazdığım son kelimelerin bir kısmını ödünç aldığım Giorgio Agamben, artık hemen her şeyin dâhil olduğu söz konusu hayatı veya bunları içeren sistemin tümünü tek bir kavramla karşılıyor: Dispozitif!

Buradan devam edelim inşallah.