Haberlerde sık sık okuruz. Bilmem hangi şehrimizin bazen arka sokaklarında, bazen de güpegündüz ana caddelerinde iki kişi arasında değil çoğu zaman iki kalabalık grup arasında genelde alacak-verecek yüzünden taş, sopa, bıçak ve pompalı tüfeklerin kullanıldığı kavgalar çıkmaktadır. Savaş alanına dönüşen meydanlarda insanların yaralanması ve hatta ölmesi, gayri ihtiyari olarak bunun sonucu olmaktadır.

Türkiye’nin herhangi bir kentinde özellikle iki kişi arasında bir meseleden dolayı çıkan ihtilaf, kitlesel çatışmaya dönüşebiliyorsa orada mutlaka gizli de olsa cahiliyenin bir yansıması olan asabiyet kültürünün de olduğu söylenebilir. Sosyolojik boyutuyla asabiyet kültürü, kendi akrabanı, soyunu veya milliyetini aşırı derecede kayırma gayretine bağlı olarak körü körüne ortaya çıkan bir dayanışma biçimidir. Burada kan bağı bulunan akrabaların veya başka bir sebeple aralarında fikrî yakınlık bulunanların herhangi bir dış tehlikeye veya muhaliflere karşı birlikte hareket etmeleri söz konusudur. İbni Haldun'a (1332–1406) göre kandaşlık bağı varsa "nesep asabiyeti", ortak bir menfaat söz konusu ise "sebep asabiyeti" türünde bir grup dayanışması meydana gelmektedir.

İslâm dinî, inananlar arasında manevî dayanışmayı teşvik ederken, başka grupların mal, can, ırz güvenliğini ve diğer hak ve menfaatlerini de korumayı ön görmüş ve onlara karşı şiddete başvurarak, üstünlük sağlamayı reddetmiştir. Bir kimsenin haksız olmasına rağmen, kendi kavmine/hemşerisine yardımcı olmayı onaylamayan İslâm dini, her durumda haksız tarafın karşısında olmayı, adalet ve hakkaniyetten yana tavır konulmasını istemektedir. Ne var ki günümüzün bazı Müslüman toplulukları, bu ilahî kurallara uyacaklarına aşiretçilik, hemşerilik ve kavmiyetçilik gibi sapkın görüşlerin etkisiyle haklının değil haksız bile olsa kendine daha yakın olduğuna inandığı kişinin/kişilerin yanında yer alabilmektedir. Asabî insanlar, gerekirse yine kayırmacılık saikıyla koruma altına aldığı kişi/kişilere karşı cephe alan düşmanlarına karşı şiddeti de bir araç olarak kullanabilmektedir.

Hukuka saygı çerçevesinde fikren, irfânen ve vicdanen hür nesiller yetiştirmek arzusunun uzağında olan bu sosyolojik tablo, ne yazık ki Türkiye’nin halen baş edemediği bir sosyal gerçekliktir. Toplum olarak bizler kentlerimizde halen ne medenîleşebildik, ne de sosyalleşebildik. İnsan toplum münasebetleri açısından ele alınan bu sosyal süreçte kentin, daha doğrusu kent yöneticilerinin önemli sosyal sorumlulukları ve görevleri vardır. Belde insanlarının güvenli bir ortamda sosyalleşebilmesi, kent halkı ile bütünleşebilmesi ve ihtilafların medenî bir ortamda çözümlenebilmesi için, adaleti esas alan bütüncül (yerel) sosyal politikaların uygulanması gerekmektedir.

Aksi takdirde iki kişi arasındaymış gibi görünen bireysel sorunlar, toplumsal gerginliklere yol açacak ve vandalizm günlük hayatımızın bir parçası olmaya devam edecektir. O halde yerel yönetimler adlî kurumlarla birlikte, ihtilaf halinde olan kişilerin aralarını bulacak uzlaştırıcı mekanizmalar geliştirmelidir. Nitekim C. Hak da Müslüman toplumların sosyal barış içinde yaşamaları için bu yönde bir telkinde bulunmaktadır:

“Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa (sokak kavgasına girişirlerse), hemen aralarını düzelterek barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine saldırırsa, o zaman o saldıranla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşınız (mücadele ediniz). (Sonunda teslim/ikna olur, Allah'ın emrine) dönerse yine adaletle aralarını düzeltin ve hep adaletle iş görün. Şüphesiz ki Allah adalet yapanları sever. Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştir; öyle ise (dargın/kavgalı olan) kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah'tan sakının ki size merhamet etsin.” (Hucurat: 49/9-10).

Kent nüfusu arttığı halde kentlerimizde halen bedevî kültürüne benzer ayrışmalar ve çatışmalar meydana geliyorsa orada medeniyeti/kardeşliği esas alan yerel sosyal politika konseptleri yoktur. Halbuki kentlilerin medenileşmesi, İslâm dinini ve emirlerini bilinçli olarak yaşamak ve yaşatmak ile mümkündür. Başta yerel yöneticilerimiz olmak üzere Müslümanlar, birbirleriyle manen kardeş olduklarını ve kardeşlik hukuku bağlamında Allah’a karşı sorumlu olduklarını unutmamalıdır.