Kavram kelimesini “...Özsel özgürlüklerin toplamını, yani söz konusu nesnenin özünü temsil eden tasavvur” olarak açıklayan Ernst Cassirer, “bu bariz biçimde basit ve apaçık açıklamaya göre” kullanılma şartlarını da şöyle belirler:

“Genel bir kavramın oluşturulması belirli özgülükleri önceden var sayar; birbirine benzeyen nesneleri bir sınıfa toplamak ancak ve ancak kendileri aracılığıyla şeylerin benzer ya da farklı, örtüşür ya da örtüşmez olarak idrak edilebileceği sabit karakteristikler mevcut olduğu takdirde mümkün olur.”

Cassirer bu tanım ve yorumunu, evvelinde “basit ve apaçık” ilan etmekle sanki biraz acele ettiğini düşünmüş olmalıdır ki, şunu sormaktan kendisini alıkoyamaz:

“...Bunun gibi differentialar dilden önce nasıl var olabilirler?”

Bu alıntıları yaptığım, Cassirer imzalı Dil ve Mit adlı kitabın (Pinhan Yayınları) çevirmeni Onur Kuzgun differentia kelimesini dipnot olarak şöyle açıklamış:

“Tür ya da cinsin bir üyesini diğerinden ayıran özellik.”

Koronavirüs günlerinde, “biz onlar gibi değiliz” ayrımıyla başlanıp, “sanal alış verişlerin yüzdesindeki korkutucu artışla” tahkim olunduğu, ibadet, alışkanlık ve kültür kelimelerinin birbirlerinin yerine ikame edilmesi üzerinden “İngilizler insanı yaşatmanın önemini vurgulayan ayeti afiş yapmışlar” söyleyişinde dışlaşan böbürlenmelerin, “Batılılar da İslam’ın temizliğe verdiği değeri, gusül ve abdestin önemini nihayet anladılar” yargısına bitiştirildiği meşkuk ve muğlak bir dilin dehlizlerinde bocalarken, Cassirer’in differentia esaslı sorusu daha da anlamlı hale gelmektedir.

Örneğin kültür kavramını, bundan bir hafta önceki yazımızda kavramsal bir hesaplaşmanın zorunluluğuna vurgu yaparak, orada zikrettiğimiz ilgili terimlerin zarfı olarak belirlediğimize göre, şimdi açtığımız bahsi onun üzerinden sürdürebiliriz. Hem, kültürler birbirlerine enfeksiyon yoluyla bulaştıkları için, maruz kaldığımız salgın sayesinde aşağıdaki yorumlarımız da daha iyi anlaşılacaktır.

İnsan dilinden ibarettir. İnanışından eyleyişine her şeyi dil içinde ve dil ile yapar.

İyilik, kötülük, güzellik tanımlamaları insanın bunları dillendirme niyet ve formlarına göredir. Bu nedenle insanın dilinin altında gizli olduğunu söylemişlerdir büyüklerimiz. Kendisi de bir kelime olanın insanın kelimeleri içinde şekillenir inancı, zihniyeti, ferdiyeti, kimliği...

İnsanı dilinden ibaret kılan kimdir? Bu özelliği ona kim yüklemiştir? Dilinden ibaret olan insana dili veren bir dil sahibi mi vardır?

Bu soruları cevaplamak hiç de kolay değildir. Çünkü ilgili cevapları bize sağlayabilecek olan din, mit, kültür, millet, kavim... kelimeleri yaşadığımız dünyanın bizden önceki yaşanmışlığı da içkin olması nedeniyle, bilmem kaç milyar yılın birikimi / mirası üzerinden Arap saçına dönüşmüş olarak kucağımıza düşmüştür.

Cassirer’den yine bir yardım alalım. Sözümüzün eriştiği bu nokta için Cassirer şöyle diyor: “...Mit ile dilin, düşüncenin evriminde; anlık deneyimlerden kalıcı kavramlaştırmalara, duyu izlenimlerinden tarif etmeye geçiş evriminde benzer roller oynadıkları ve her birinin işlevinin birbirlerini koşullandırdığı apaçıktır. Zihinsel yaşantımızın, kozmosa dair birlenmiş görüşümüzün doğduğu büyük bir sentez için toprağı ikisi birlikte ve birleşim halinde hazırlarlar.”

Bundan hareketle, evvela “ikisi” sınırlamasına, mit yoluyla dinin dahil olduğunu belirterek, yukarıda koronavirüs tekili gündelik düşünüşün mahiyetini kültür esasında nasıl belirleyebiliriz?

Daha da açarak soracak olursak: Yukarıdaki ayırma, ayrıştırma, farklılaştırma yoluyla kendi inancından, ibadetlerinden gurur duymayı neyle ilişkilendirebiliriz? Dindarlıkla mı, kültürle mi, alışkanlıkla mı? Yoksa bunları bilinçli ve anlamlı bir sentezin ürünü olmaksızın, rastgele kullanan bulanmış, karışmış, dolaşmış ve dolayısıyla illetli hale gelmiş bir zihninle mi?

Şimdi bir kelime daha eklendi düşünüşümüze: Zihniyet.

Böyle düşünmeye devam edersek, mevcut karışıklığa başka kelimelerin eklenmesi de kaçınılmazdır. O nedenle önümüze düşen ilk üç kelimenin karşılıklı ilişkisine bakarak yürüyelim, ki hem düşmemizi önlemiş, hem zaten karışık olanı daha da fazla karartmamış olalım.

Hakiki din, semavidir. Peygamberlerin kalplerine düşürülen tüm kelimelerin, tek bir tanımla ed-Din’in karşılığıdır. Bu manada şeriatların ed-Din’in birer mezhebi olduğu da söylenmiştir ancak bizler daha önceki şeriatların kemal noktasını ifade eden İslam’ın, yaşayan yegâne hak din olduğuna inanmakla yükümlüyüzdür.

Buradan devam edelim inşallah.