Kabe’nin Yemen cephesine nazır bir yerden seyrediyorum: Hac vaktinin yaklaşması nedeniyle sayıları gittikçe artan hacı adayları, iğne atsan yere düşmez deyimini doğrulayan bir dolulukta Kabe’yi Tavaf ediyorlar.

Seyreden olarak bana, seyrettiğim Kabe’ye ve onu Tavaf edenlere mahsus olmak üzere zaman üç düzeyden akıp gidiyor.

Aslında, sayısal manada elde var bir, ama bizim dünya / zaman ile kurduğumuz ilişkide bu böyle işlemiyor.

Zira, bir nispet olan zaman, icat nedeni olan dünyadan başlayıp, genelliğinden hiçbir şey kaybetmeksizin, yeryüzünde her bir varlığa doğru özelleşerek yayılıyor. Öyle ki, herkes (ve dolayısıyla her şey) kendi zamanını yaşıyor; bir şehrin zamanıyla bir kasabanın zamanı aynı şekilde işlemediği gibi, bir annenin, bir çocuğun, bir kedinin zamanı da benzerlik içine farklılaşıyor.

Bu cümleden olarak, seyreden (ben), seyredilen Kabe ve Tavaf yoluyla onunla ilişki kuran da aynı şimdide (tek kipte) birleştikleri halde, zamanı kendi cihetlerinden kurarak, açarak, yayarak ve kapatarak yaşıyorlar.

Bu manada, Kabe’nin zamanı, Tavaf esasında, öncelikle seyreden ben ve onunla ilişkili olanlar bakımından şimdide kurulup, geriye doğru inilerek idrak edilebiliyor.

Ancak bu hususu açmadan önce şunu zikretmemiz gerekir ki, kozmolojik bir aidiyete ve tarihe sahip bulunan Kabe’nin zamanı, bu esasta Tavaf ehli tarafından tanık olunanın fevkinde bir metafizik çerçeveye oturtulmayı hak ediyor. Bu bağlamda Ebu Hamid el-Gazali’nin şu sözlerini nakletmem sanırım yeterli olacaktır:

“Bil ki en faziletli tavaf, kalbin ilahi huzurda yaptığı tavaftır. Kabe, gözlerin görmediği ve melekut aleminde bulunan bu ilahi huzur için, mülk aleminde zahiri bir misaldir; aynen gayb aleminde bulunan ve gözle görülmeyen kalp için şehadet aleminde bedenin zahiri bir misal olduğu gibi. Mülk ve şehadet alemi, Allah Teala’nın kendisine kapısını açtıkları için gayb ve melekut aleminde bir giriş ve yükselme yoludur. Bu dengeye işaret olarak, göklerdeki beytülma’mur tam Kabe’nin hizasındadır. Meleklerin onu tavafı, insanların Kabe’yi tavafı gibidir. İnsanların çoğu böyle bir tavafı yapmaktan aciz oldukları için, onlara imkan dahilinde meleklere benzemeleri emredildi ve bir topluluğa benzeyenlerin onlardan sayılacağı bildirildi.”

Kabe’nin zamanı konusuna tekrar dönecek olursak. Önce, onun zamanını şimdiden geriye doğru kat ederek idrak etmekten ne kastettiğimizi açmaya çalışalım:

Malum olduğu üzere Tavaf, Kabe sola alınarak (saat yönünün tersine) yapılır. Hacerü’l-Esved’ten başlayan ve yine (bir tur olarak) onda biten şavt (hareketi), kalbin onunla kurduğu rabıtayı sabitleyecek şekilde yapılır ki, yedi şavt da bir Tavaf’ı oluşturduğundan, bu kendi içinde yedi tekrarla pekiştirilerek gerçekleşir.

Tavaf, genelde haccın tamamı için söylendiği gibi, bir kıyamet sahnesi (provası) değildir. O daha çok kozmolojik mütekabiliyetle (meleklerin Beytü’l-ma’mur’daki tavafıyla) ilişkili olduğu gibi, kainattaki kevni tavaftan da bir karşılık taşır.

Dolayısıyla Kabe’nin zamanı, bizim durduğumuz ve baktığımız yerden, hayata dair (tekvin, halk, din, ibadet anlamı dahil ameller, şeriat üzere sınanma vb.) olgu ve olayları (kısaca hareketi) geriye almak suretiyle, zamanı adeta bir film şeridinden tekrar izlercesine, kendi iyiliklerimizden sevinç, kötülüklerimizden üzüntü duyarak yaşama tecrübemize ilişir.

Haliyle ferdi planda Kabe’nin zamanı, Tavaf esasıyla hem unutmaya, hem de unuttuğunun unutulduğu vehmine kapılmaya karşı sarsıcı (hatta kendi eksik, yanlış, şeri sıhhate sahip bulunmayan amellerimiz cihetinden korkutucu) bir itirazdır.

Öte yandan Kabe’nin zamanı, sadece zikrettiğimiz bu sonucu değil, bu sonucu üreten ne-liğimize ve kim-liğimize dair verili (semavi kitaplardaki) bilgiye hangi tekrarlamayla tekrar eriştiğimizi, Hacerü’l-Esved’le musafaha yapmamızda sembolleşen merbubluk (Kâlû belâ’daki rab edinme) ahdimizde ne denli musır olup olmadığımızı da bize gösterir.

Bu yanıyla Kabe’nin zamanı, idraki ancak (Tavaf esasında) kendisi üzerinden yaşanacak bir şimdide, (Allah’ın bilgisinde yer aldığımız andan itibaren) zatımıza mahsus geçmişin ve haberi sadık olarak bize verilmiş bulunulan kadim geçmiş ile halen önümüzde açılmayı sürdüren geleceğin (ölümün, kıyametin, haşrın…) iç içe geçtiği, zamanın hemen tüm kiplerinin öncelik ve sonralık ayrımından azade olarak zamansızlık potasında erimesinden ibarettir.

Batılı felsefecilerin genel – özel, nicel – nitel, zamansallık yoluyla zamana katılma şeklinde terimleştirdikleri olgular ve kipler, Kabe’nin zamanında hükmünü kaybeder. Zira Tavaf’ta geriye dönülerek silinen zaman, Tavaf’ı takiben kılınan iki rekat namazla salt şimdinin konusu haline gelir ve fertler bunu idrak etme düzeylerine göre Kabe’nin zamanını yaşamış olurlar.

Seyredenin seyrinde, zikredenin zikrinde, sevenin sevgisinde, kurbiyetin içinde, berisinde ve ilerisinde, ezeli bir ahdin tesisinde.. suret suret açılan geçmişi ve geleceği şimdinin (ferdi) gerçekliğinde masseden Kabe’nin zamanında O’ndan başka hiçbir şey yoktur.

O halde, Kabe’nin zamanı O’ndan bana, benden O’na olan som bir akıştır.