İslam Bilim Tarihi'nin öğrenilmesi; gerek milletimizin gerekse bütün Müslümanların maneviyatını güçlendirmeyi, geçmişiyle barışmayı hatta iftihar etmeyi, kendine güvenmeyi, dininden ve kültüründen utanmamayı, aşağılık kompleksinden kurtularak geleceğe ümitle bakmayı sağlayacaktır. Gençlerimize bu milli ve dini kültür bilincini vermeden, onların sadece bilim ve teknolojide ilerleyeceğini zannetmek, bir sporcunun tek ayakla maraton kazanacağını iddia etmek kadar gülünçtür.

Prof. Dr. Fuat Sezgin yılı olan 2019 biterken, onun Bilim Tarihi'ne yaptığı büyük hizmetlerin sadece akademik bir çalışma olarak düşünülmemesi gerekir. Bilim Tarihi; İslam Medeniyetinin, başta Avrupa olmak üzere bütün dünyanın bugünkü üstün teknolojiye ulaşmasındaki önemli rolünü ispat etmesi bakımından çok önemli bir yere sahiptir.

Gülhane Parkının içinde 2008 yılında açılan İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi, onun yarım asırlık emek ve gayretinin müşahhas ve mücessem bir abidesidir. Bu müze, hemen yanı başındaki Topkapı Sarayı gibi tarih ve medeniyetin bugüne aksetmiş bir aynasıdır. İlkokuldan itibaren üniversite'ye kadar bütün öğrencilerin mutlaka gezdirilmesi ve ayrıntılı olarak bilgilendirilmesi gereken bir tarihi kaynaktır.

Hatta Milli Eğitim Bakanlığı bu müzenin gezilmesi ve tanıtımı için ciddi bir program hazırlamalıdır. Öncelikle Türkiye çapında ilgili branş öğretmenlerinin gruplar halinde İstanbul'a getirilip müzenin gezdirilerek bilgi sahibi olmaları sağlanmalıdır. Öğretmenler bilinçlendikten sonra öğrencilere sıra gelebilir. Yeni uygulamaya konulan birer haftalık iki ara tatil, bu program için çok uygundur.

Peki, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi niçin bu kadar önemli? İslam Bilim Tarihi neden bizi bu denli ilgilendiriyor?

Bu soruların cevabı aslında müzenin içinde saklı. Merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin hocamızın ömrünü vererek uzun araştırmalar sonunda ulaştığı tarihi gerçeklerin, elle tutulur, gözle görülür örnekleri ve maketleri, görenleri hayretler içinde bırakıyor. Müzeyi gezenler, Müslümanların asırlar boyunca bilim, teknoloji, sanat, kültür ve medeniyette ne kadar ileri olduğunu anlayıp, günümüzdeki acınacak hallerinin sebepleri üzerinde düşünmeye başlıyor. İşte Hocamızın yapmak istediği şey, tam da bu uyanıştır!

Biz gençliğimize batının ileri teknolojisi karşısında nasıl bir bakış açısı vermek istiyoruz? Hayranlık mı, taklit mi, faydalanma mı, sahiplenme mi yoksa aşağılık kompleksi mi? Üzülerek belirtelim ki, Tanzimat'tan bu yana aydınların takındığı bu yanlış tavır yüzünden kültürümüz, inancımız ve şuurumuz çok zarar gördü. Aynı yanlış zihniyet, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte artarak devam etti. İşte bu noktada büyük bir tarihi kırılma yaşandı.

Fuat Sezgin Hocamız bunun örneğini kendi hayatından veriyor:

"1943 yılında İstanbul Üniversitesinde Şarkiyat tahsiline başladığımda, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şarkiyatçısı olarak tanınan Hellmut Ritter'in öğrencisi olmak şans ve nimetine kavuştum. Bana ve fazla tembel bir öğrenci olmadığıma inanınca doğal bilimlerle özellikle matematikle ilgilenmemi, modern matematiğin temelinde İslam bilginlerinin kitaplarının bulunduğunu söyledi. Misal olarak el-Harizmi, İbn Yunus, İbn el-Heysem ve el-Biruni'nin adını andı. Onların batı dünyasında tanınan en büyük bilginler olduğunu söyledi. O gün eve gittim. Çok zor, uykusuz bir gece geçirdim.

Bir taraftan genç hafızamda eve götürdüğüm dört addan başka çok şey bilmek aşkı, öbür taraftan, ilkokula başladığım haftalarda süslü püslü hanım öğretmenimden duyduğum: "İslam bilginlerinin dünyanın bir öküzün boynuzu üzerine oturduğuna inandıkları" sözü benim için bir dönüm noktası oldu. Sabahın olmasını, hocama çok şeyler sorma saadetine kavuşma anını sabırsızlıkla bekledim."

İşte genç neslimizin eğitim ve kültür yoluyla maruz kaldığı ve kendi dininden, tarihinden, ecdadından ve bütünüyle geçmişinden soğutulmasına sebep olan resmi ideolojinin en açık örneği. Belki bazılarımız bunun daha aşırı örneklerini görmüş, açıkça dini inanç ve mukaddeslerimizle alay edildiğine hatta Allah'a ve Peygambere hakaret edildiğine şahit olmuşuzdur. Cumhuriyet aydınının güya medeniyet ve ilericilik adına savunduğu düşünce hep aynıydı:

"Avrupa din baskısından kurtulup, antik Yunan Uygarlığını keşfederek büyük atılımlar yaptı. Sanayi ve teknoloji devrimiyle bütün dünyada üstünlüğü ele geçirdi. Müslümanlar ise dinin dar çemberi içinde taassup ile geri kalmaya mahkum oldu. O halde doğu ülkeleri için tek çözüm, dini gericiliğin bütün argümanlarından kurtulup batı medeniyetinin takipçisi veya en azından taklitçisi olmaktır."

Sözünü ettiğim tarihi kırılma, işte bu zihniyetin ülkemize ve tüm İslam âlemine empoze ettiği ve maalesef kabul ettirdiği bir devlet politikası olmuştur.

Şimdi merhum Fuat Sezgin Hocamızın Bilim Tarihi'ne en büyük katkısı olan, İslam Kültür ve Medeniyetinin yerini anlamaya çalışalım. Hocamız medeniyetlerin birbirini takip ederek ve tamamlayarak bilimin geliştiğini söylemektedir. Bir zincirin halkaları gibi hepsinin çok önemli ve değerli olduğunu, bir halkanın eksikliği halinde bütün gelişmenin bozulacağını ifade ederek, kültür ve medeniyetlerin birbirinden etkilenmesini üç safhada incelemektedir: Birincisi, alma (resepsiyon); ikincisi özümleme (asimilasyon); üçüncüsü oluşturma (kreasyon) safhalarıdır.

İslam medeniyetinin bu safhalarının zaman dağılımını ise şöyle yapmaktadır: Alma çağının İslam'ın ilk yüzyılının ortalarında, özümleme safhasının ikinci yüzyılın ortalarında, oluşturma merhalesinin ikinci yüzyılın ikinci yarısı ile üçüncü yüzyılın ilk yarısında kendini gösterdiğini söylemektedir.

Bu ne demektir? Müslümanlar, dinlerinin bilim ve öğrenmeye verdiği önemin farkında olarak fethettikleri tüm ülkelerdeki kültür ve medeniyet değerlerini aldılar. Yüzlerce kitabı Yunanca'dan, Farsça'dan, Hintçe'den Arapça'ya çevirerek kısa zamanda bu bilgileri özümlediler. Onlara şerh ve tenkid yazmaya başladılar. En fazla iki yüzyıl sonra da artık yeni fikirlerle ve buluşlarla ortaya çıktılar. İşte bu şekilde dünya bilim tarihinin en önemli orta halkasını meydana getirdiler.

Kendilerini izleyen Avrupalı bilim adamları, bütün ilerlemelerini borçlu oldukları bu insanları kaynak olarak göstermediler. Hatta birçoğu tercüme ettiği kitaplara kendi isimlerini yazarak bilim hırsızlığı yaptılar. Siyasi, askeri, ekonomik ve jeopolitik sebeplerden duraklamaya ve gerilemeye başlayan İslam Medeniyetini yok saymak için batı dünyasının eline çok iyi bir fırsat geçmişti. Böylece Müslümanlardan alarak geliştirdikleri bilim ve teknolojiyi, aradaki sekiz asırlık İslam Medeniyeti halkasını çıkararak, doğrudan antik Yunan Medeniyetine bağlama gayretiyle Rönesans diye bir kavram uydurdular.

Sonunda bu sömürgeci zihniyet, hem kendileri İslam Bilim Tarihini yok saydılar hem de bize unutturdular. Müslümanlarda batı kültür ve medeniyetine karşı tapınma derecesinde bir bağlılık meydana gelince, kendi din ve kültürlerine karşı da şiddetli bir aşağılık kompleksi oluştu. İşte batı emperyalizminin Müslümanlara karşı maddi ve manevi alanda elde ettiği tam bir zafer. Bilim ve teknolojideki gerileme zaman içinde telafi edilebilir ama zihniyetteki deformasyonun düzelmesi çok zordur. Eğitim sistemi de söz konusu yanlışı destekliyorsa bunu önlemek neredeyse imkânsızdır.

Eğitim ve kültür alanında yeterince ilerleme kaydetmediğimizi söyleyen politikacılara çok kolay bir yol çizilmiş oluyor. Her kademeden eğitim kurumlarına İslam Bilim Tarihi dersleri koymakla ve Fuat Sezgin Hocamızın büyük emek ve gayretle kurduğu müzeyi gençlerimizin görmelerini ve anlamalarını sağlamakla bu eksikliği kolayca giderebiliriz.