Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “İnsan Hakları Eylem Planı” Tanıtım Toplantısı’nda vizyonu özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye olarak belirlenen eylem planının 11 temel ilkesinin 3. maddesi, “Hiç Kimseye Ayrımcılık Yapmama” umdesi ile ilgilidir. Birlikte okuyalım:

"Dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın herkes hukuk önünde eşittir.”

“Benzeri sebepler”, uluslararası hukukta genelde “cinsel eğilimi/tercihi farklı olanlar” yani LGBT’liler için düşünüldüğü belki malumunuzdur. Ama ben bugün bu konuya yer vermeyeceğin. Türkiye’de LGBT’li olmadığı halde bazı sosyal kesimler, hukuka aykırı olduğu halde halen ayrımcılığa tâbi tutulduğu konusuna yer vermek istiyorum. Konuya şöyle bir giriş yapayım:

Hukuk temeline dayanan bir sosyal devletin en temel görevi, yoldan çıkmış veya suç işlemiş olsalar dahî vatandaşlarını topluma (yeniden) kazandırmak ve insan gibi yaşamalarını sağlayan asgari şartları yerine getirmektir. Bunun içindir ki “İnsanı Yaşat Ki, Devlet Yaşasın” ilkesi, bilhassa devleti yönetenler için rehber niteliğinde önemli bir umdedir. Buna bağlı olarak her sosyal devlet, vatandaşlarının hayata tutunmalarına ve geçimlerini sağlayabilmelerine yardımcı olabilmek için, sosyal siyaset alanında aktif istihdam politikaları geliştirir.

T.C. Devleti de bu anlayış doğrultusunda suç işlemiş ammâ klâsik ceza adalet sisteminde infaz sürecini tamamladıktan sonra ‘eski hükümlü’ sıfatıyla anılan vatandaşlarına dahî iş bulmaları yönünde kendilerine mevzuat çerçevesinde değişik kolaylıklar sağlamaktadır. Cezalarını tamamlayıp, yeniden özgür olduklarında bu kişilerin hayatlarını idame ettirebilmek adına gerek emek piyasasına, gerekse toplum hayatına yönelik rehabilite edici sosyal politikalar bundan dolayı gereklidir.

Ne var ülkemizde eski hükümlüler, engelliler, gaziler, şehit aileleri gibi dezavantajlı sosyal gruplara yönelik “pozitif ayrımcılık” anlayışı doğrultusunda yapılan sosyal politikalara ve “insanı yaşat ki…” ilkesine aykırı ve netice itibariyle bir nevi (negatif) ayrımcılığa yol açan uygulamalar, 15 Temmuz hain darbe girişimden sonra da görülmektedir. Hukuku esas alan bir sosyal devlet, bir taraftan sosyal korumayı ihtiva eden kanunî düzenlemelere sahip iken diğer taraftan da tam tersine belirli bir kesimin topyekun sosyal dışlanmasına yol açan kanunî çerçeve oluşturamaz. Ne demek istediğimi daha somut olarak açıklayayım:

Melun 15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen ardından 21 Temmuz 2016’da Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında ilan edilen Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile 140 bine yakın vatandaşımız, genelde sorgusuz sualsiz kamudan ihraç edildi. Bunlardan birisi de bendenizim. Mahkemece kesinleşmiş beraat kararı almamıza rağmen halen aslî görevimize dönemediğimizi burada ifade etmeliyim.

FETÖ ile iltisaklıdır diye toplamda 2 bin 500’e yakın kurum ve kuruluş kapatılarak, faaliyetlerine son verildi. Gerek bu kurum ve kuruluşlardan, gerekse diğer kamu ve özel işletmelerden mahkeme kararı olmaksızın ihraç edilen KHK’lar o günden beri ne kamuda, ne de özel sektörde çalışma hakkına sahiptir. Zira OHAL döneminde çıkan kanun, yönetmelik, tebliğ ve genelgeler KHK’lilerin önünde ciddî bir engeldir.

Mesela Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’nda önceden toplam 34 kod bulunmaktaydı ve işlemler de bunlara göre yapılmaktaydı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise SGK tarafından yayımlanan 2016-16 sayılı bir genelge ile 36 numaralı kod eklendi. Buna göre, işverenlerin kendi şahsî takdirleriyle, FETÖ/PDY ile ilişkisi / irtibatı bulunduğu kanaatine vararak, işten çıkardıkları elemanlar, SGK 36 çıkış kodu ile kayda geçirilmiş oldu. Bu ne anlama gelmektedir?

36 koduyla çıkışı bildirilen sigortalı çalışanların velev ki haklarında beraat veya takipsizlik kararı verilmiş olsa dahî kıdem ve ihbar tazminatı hakkı bulunmamaktadır. Bu işçilere İŞ-KUR tarafından işsizlik maaşı bağlanmamaktadır. Ayrıca 36 kodu “OHAL/KHK” olan vatandaşların İŞ-KUR’un meslekî kurs ve programlarından yararlanmaları da mümkün değildir.

Bunun yanında en az iki bin engelli kamu görevlisi, OHAL KHK’ları ile ihraç edildi. Bu engelli vatandaşlarımız da halen engellilere tanınan sosyal haklardan faydalanamıyor. Kendisi ya da eşi KHK ile ihraç edilen yoksul kişilere hanelerinde bakıma muhtaç bir engelli olmasına rağmen aslında hak sahibi oldukları halde “engelli bakım ödeneği” verilmiyor.

'36 kod', suç işlemediği ve dolayısıyla hüküm giymediği halde halen sakıncalı görülen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yönelik bu gibi haksız uygulamaların kaynağıdır. Sigorta siciline kaydedilen bu fişleme, vatandaşı topluma kazandırma ilkesinin tam tersine bizzat devlet eliyle onu dışlama eyleminin kötü bir örneğidir. Haklarında hiçbir suç bulunmayan vatandaşları otomatik olarak fişlemek, hukuk devletine de aykırıdır. Dağdaki PKK teröristlerin pişmanlık duyup silahlarını bırakarak, devletin merhametli kucağına sarılmaları için, devlet eliyle yapılan insanî çağrılar ne kadar doğru ise devletin sosyal kurumlarından yardım ve destek isteyen KHK’li mağdurları dışlamak da o kadar yanlıştır.

Hukuk ve İnsan Hakları alanında gerçekten bir reform düşünülüyorsa bu “herkes için sosyal adalet ve fırsat eşitliği” ilkesi doğrultusunda yapılması gerekir ve bu ilkeye ters düşen uygulamalar da derhal kaldırılmalıdır. Daha somut bir ifadeyle SGK’nın işten çıkış sebebi alanında yer alan 36-OHAL/KHK maddesi kaldırılmalı ve masum olduğu mahkemelerce tescil edilmiş vatandaşların sosyal hakları iade edilmelidir. Aksi takdirde ”at izinin it izine karıştığı” bir ülke olarak hiç bir zaman toplamsal barış ve huzur yüzü göremeyiz. Demokrasi ve İnsan Hakları alanında da ileri düzeyde gelişmiş bir ülke de olamayız. “İnsan Hakları Eylem Planı”ndan somut adımlar bekliyoruz vesselâm…