Yazı dizimizin

Başlıklı yedinci bölümünü murakabelerinize arz ediyorum.

Bu bölümümüzün ve yazı dizimizin geneli itibariye bahsedilen konular ayrıca birer makale mevzuudur. Bu sebeple yazının insicamını bozmamak adına gerekli bilgiler ve kaynaklar dipnotlarda kısaca belirtilmiştir. Değerli okuyucularımızdan dipnotlara dikkat buyurmalarını tavsiye ederiz.

Unutulmasın ki; İçimizde ve dışımızda her gün bir Kerbela Cengi kurulur, mesele her an Hüseyin olabilmektir.

  • HAŞİMOĞULLARI, İKTİDAR MI? DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

İmam Hz. Hüseyin (as), ezelden ebede giden süreçte bütün küfür, şirk, nifak, zulüm olgusunu kahreden, sadra şifa olan, nübüvvet – velayet – İmamet – Adalet mütearifesi uğrunda;

  • ZULÜM İLE ADALETİN,
  • FESAT İLE İHYANIN
  • VAHŞET İLE MEDENİYETİN tanımlarını ebediyen kesinleştiren bir KIYAMIN örnek, kusursuz, mazlum ve masum kurbanı olarak görevlendirilmiştir.

Emeviler döneminde katliamlardan kaçan Ehl-i Beyt ve sevenlerinin toplanma yeri Türkistan oldu[1]. İmam Ebu Hanife (ra) ve benzeri kahramanların gayreti ile marjinal doyurma noktasını geçmiş olan Emevi iktidarı yıkıldı. Özellikle, “taraftarlarının onlara zarar vermeyeceklerinden emin olduklarından onları İHMAL ETMEKTE mahzur görmezken, kendilerini sevdirebilmek için iltifat ettikleri düşmanları dostları olmadı ama ihmal edilen dostları düşman olunca, yıkılmaları gerçekleşti.” Bu yıkılışa “Müslümanların Babası” unvanlı Horasanlı Ebu Müslim[2] ( asıl ismi ATAMAN ) isimli bir Türk’ün komuta ettiği ordu vesile oldu. Abbasiler iktidara geldiler ve Emevi krallarının cesetlerini mezarlarından çıkararak asacak kadar intikam aldılar.

Peygamberimizin amca çocukları olan bu aile “ALİ ŞİASI” olarak bilinirdi. İmam Ebu Hanife (ra) de dâhil tüm müminler adalete kavuşacaklarını ümit ederlerken, o da ne! Abbasiler Hz. Fatma (as)’nın çocuklarına Emeviler’in benzeri katil ve cinayetleri uygulamaya başladılar. Bu yönetim tarzına itiraz edenler işkenceye tabi tutuldular. İmam Ebu Hanife (ra), Ali Şiası olduklarını iddia edenlerin istismarda çok mahir oldukları İmam Caferi Sadık (as)’a tabi olduğu ve Ehl-i Beyt’e taraftar olduğu için işkence ile şehit edildi[3]. Şİİ Abbasilerde yezitLEŞmeyi tercih etmişlerdi.

Ne enteresan tecelli, yüzyıllar sonra, 2012 yılında Şiilik iddiasındaki iktidarlar Irak’ta müminlerin, SEYYİT Mutasavvıfların aleyhine, İngilizler ile yezit vari ittifaklar yapmaya, Suriye’de küresel çete ile müttefik olarak, Ehl-i Beyt mutasavvıflarına Kerbela vari katliamlar uygulamaya devam edeceklerdi.

Bu yezit vari katliamlara Türkiye’de EHLİ BEYT SEVDALISI OLMAK İDDİASINDAKİ Güya ALEVİCİ siyasilerden Yezitlik benzeri tutumlar ile destekler alacaklardı.

Firavun – Nemrut – Tağut -  Pavlos - Ebu cehil – Muaviye  – Yezit  gidişatı yine Hz. Nuh (as) - Hz. İbrahim (as ) - Hz. Musa (as) - Hz.İsa (as) - Hz. Muhammed Mustafa (sav) - Hz. Ali (kva) - Hz. Hasan (as) - Hz. Hüseyin (as) yolunun medeniyetine kast etmeye devam ediyordu.

Yine iktidardan nasiplenemeyen, dertleri iktidarın kudretini ele geçirmek olan muhaliflere, cıfıtlıklarını haklı gösterecek BAHANE gerekliydi. En Masum bahane de Ehl-i Beyt Taraftarlığı olarak ortada duruyordu.

Yüzyıllar sonra Türkistan’da sahih bir tasavvuf , ERDEBİLLİ Safiyüddin  ERDEBİLİ ailesine mensup İsmail isimli şahsın tavrına bakınız. Özendiği Ateşperest SASANİ Saltanatını tesis edip, SASANİ KRALLARININ Unvanı olan ŞAHLIK tahtına oturmayı hedefledikten sonra, iktidara gelince de yine aynı bahaneye sarılıp, Kerbela benzeri katliamlar uygulayacaktı.

Peygamber ailesinin muhibbi olmak iddiasındaki bu şahıs, Hz. Peygamberin (sav) neslinden, Büyük Mutasavvıf Seyyit Abdulkadir Geylani (ksa)’nin kabrini hangi Ehl-i Beyt sevgisi adına TAHRİP EDECEKTİ Acaba? Özenti Şah İsmail MEHDİLİK unvan ve iddiasını iktidarının Türkmenler üzerindeki itibarını güçlendirmek için kullandı. Güya Ehl-i Beyt aşığı İsmail’in oğlunun ismini niçin Ehl-i Beyt‘ten değil de PERS şahlarından birinin ismi olan TEHMASP olarak koyduğu hiç sorgulanmamıştır(?).

Bu gafil özenti Türkmen’in eli ile Persler (sasaniler), BATILILARIN adını PERSİA (İRAN) KOYDUKLARI ÜLKEDE, yine batılıların hediye ettikleri iktidar gücünü bu defa yine ŞİİCİLİK ile perdeledikleri ARYANİCİLİK asabiyesi olgusu üzerinden, Muaviye tipi bir tavırla, Türkiye’nin bölgedeki etkisini, batılılar namına sınırlama görevine amade kılacaklardı. Hedeflerine bölgede PERSÇİLİK ile yürüme imkânları olmadığından, hedeflerine yine şimdide ŞİİCİLİK kamuflajı ile yürümek istemektedirler.

  • BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY VAR

15. yüzyıla kadar mutasavvıflar içerisinde nispeten yoğunlukta olan Ehl-i Beyt taraftarı Türkmenlerin Osmanlı devlet siyaseti ve davranışlarında etkin oldukları bir durum geçerliydi.

 İstanbul’un Fethi ile beraber Fatih’in KAYZERİ RUM ( Roma imparatoru ) unvanını da RESMEN alması ile devletin aklı da yönetim tarzı da Bizans vari bir değişime uğradı[4]. Enderun’a devşirme çocukların alınışı, yönetimde Türkmenlerin çevreye itilme durumları saltanat ile tebaanın arasını açmakta etkili oldu. Saltanatın getirdiği mantığın sonucu olarak her şeyi kontrol altında tutmanın zorunlu görülmesinden ötürü, Hacı Bektaş ocağının ve diğer tasavvufi ekollerin de kontrolünün zorunlu olduğu şeklinde telakkiye yol açtı.

Muaviye’nin Osmanlı’da saygın sahabe kategorisine alınması bu dönemde başlar. Molla Ebu-s Suud dedesi Muaviye’yi tulekalıktan sahabeliğe yükseltmiştir. Daha önce de bahsedildiği üzere Muaviye yönetimde Bizans’ı esas almıştı ve başveziri Hristiyan’dı. Osmanlı yönetimi de Bizans modelini esas aldıktan sonra uygulamalarına meşru dayanak bulmak durumundaydı. Osmanlı aradığı dayanağı Emevi saltanatı uygulamalarında bulmuştur. Osmanlı Şah İsmail’in Muaviye’ye saldırılarını, kendi uygulamalarına yönelik bir tehdit olarak algıladığından Muaviye’yi tartışılmaz kılıp kendisini bu yöndeki eleştirilerden azad edebilmek için Muaviye’ye dokunulmazlık zırhı giydirmek zorunda kalmıştır. Gerçekte uygulamalar açısından saltanat yönetimi olarak Şah İsmail’inde tipik bir Muaviye yönetimi taklitçisi olduğunu söylememiz mümkündür.

Doğu’da Türkmen İsmail’in Safevi Devletini kurmuş olması, Mecusi Sasani (Pers) İMPARATORLUĞUNUN ŞAŞAASINA ÖZENEREK, Sasani krallarının unvanı olan ŞAH unvanını kullanmağa başlaması, Şah İsmail’in 6. Göbek dedesi Şeyh Safiyüddin Veli ocağının Anadolu Türkmenleri üzerindeki saygınlığı Osmanlıyı tedirgin etti.

Ehli Beyt muhabbeti iddiası ile hem şeyhliğini hem şahlığını ilan eden İsmail, bir müddet sonra MEHDİLİĞİNİ de ilan ettikten sonra, ilginç bir şekilde kendisine tabi olmak istemeyen halkları kerbela benzeri kılıçtan geçirdi. Hatta Peygamberimizin soyundan büyük mutasavvıf Seyyit Abdulkadir Geylani (ksa) hazretlerinin mezarını yıkacak kadar gözü döndü. Bu arada kendilerini İmam Caferi Sadık (as)’a nispet edenlerin, ŞAHLIK döneminden bugüne ve Ayetullah cuntaları eli ile İmam Caferi Sadık (as) ekolünü nasıl tanınmaz safsatalar yığını haline getirdiklerini de kaydedelim.

Hanefi ekolüne sultanların, Caferi ekolüne şahların müdahaleleri başlı başına bir kitap konusudur.

Bugün, batılıların ismini İran diye hediye ettikleri coğrafyada Ayetullah cuntası, “ben caferiyim” diyen yüzlerce mutasavvıf şeyhi katletmiş olup, mutasavvıflar halen tehdit altında yaşamaktadırlar!

Bu esnada Osmanlı hanları da ŞAH İsmail’den geri kalmamak için onlar da artık PADİŞAH unvanında yarışa başlarken, aslında özünde yapılanın ateşperest sasani yaşamına ÖZENTİNİN hücrelere İşlemesinden başka bir şey olmadığını fark edemediler mi, yoksa zaten saltana gönüllü razı mı idiler? Sultan 2. Abdulhamid’in Han unvanını seçmiş olması bu özentinin maliyetinin farkına varmış olmasındandır.

Padişah 2. Beyazıt Balkan coğrafyasında Dimetoka’da yaşayan teyze oğlu, Hristiyan – Yahudi – Müslüman karışımı namazsız, sarhoş Balım Sultan isimli şahsı Hacı Bektaş tekkesine şeyh tayin ederken, yaptığı vahim yanlışlıkla devletin ve halkın başına büyük bir belayı açtığını fark etmenin aksine, Tekkeyi kontrol altına alarak önemli bir iş yaptığını zannediyordu. Hacı Bektaş tekkesinin bu şekilde bozuluşuna yol açılması imparatorluğun temel yıkılış sebeplerinden birini de oluşturdu. ,

Anadolu Türkmenleri hem çevreye itilmenin hem de sarhoş bir namazsızın Hacı Bektaş Tekkesine şeyh atanmasının verdiği kızgınlıkla ayaklanarak Şah İsmail’i Osmanlı üzerine tahrik ettiler. Bu çatışma ortamında, edilgen, pasif, reaksiyoner bir tavırla Osmanlı, Şah İSMAİL İLE HİÇBİR ŞEKİLDE BENZEŞMEME ADINA ÖĞLE BİR SAVRULDU Kİ artık Osmanlı mülkünde Muaviye’ye “Hazreti” diye hitap etmeyen herkes potansiyel RAFİZİ TERÖRİST olarak algılandığından, bu durum Anadolu’da on binlerce Türkmen’in yine Kerbela benzeri kıyımını getirdi. Nasıl olsa beşik ulemalığının mucidi Ebus Suud’un kurtarıcı fetvaları buna cevaz veriyordu.

Bu Cihangirlik ve saltanat çatışmasının İNANÇ çatışması kamuflajına sokulmasında ve bugüne kadar Alevi – Sünni çatışması olarak süregelmesindeki sefilliğe Anezi Kökenli, Emeviler ile akraba, bu günki SUUD ailesinin dedelerinden, Osmanlı PADİŞAH’ı Süleyman’ın Şeyhulislam’ı Molla Ebussuud’un katkısı çok önemlidir. Bu konu başlı başına bir makale konusudur.

Şahlar ile padişahlar arası hâkimiyet mücadelesi, zavallı Müslümanların Alevi yezidi tiyatroları ile kıyılmalarına yol açıyordu. Katliamları güya meşrulaştıran kamuflaj da DİN idi.

 Güya İslam adına Padişahlar şahların halklarını, GÜYA Ehl-i Beyt taraftarlığı adına şahlar padişahların halklarını katlettiler. Nebevi Nübüvvet—velayet—adalet mütearifesini kaybedip, Tağuti- firavuni- nemrudi saltanat taklitçiliği elbette bu sonucu getirecekti.

 

[1] Konu ile alakalı olarak Baki Yaşar ALTINOK’un EHL- BEYT VE TÜRKLER isimli makalesinin dikkatle murakabe edilmesi tavsiye olunur.

[2] Ebû Müslim Abdurrahmân b. Müslim el-Horâsânî (ö. 137/755), Abbâsî ihtilâlinin önde gelen şahsiyetlerinden, ayrıntılı bilgi için: TDV İslâm Ansiklopedisi;1994; 10. Cilt;197-199  

[3] Zaylabidin ACIMAMATOV; 2005; EBÛ Hanîfe Ve Fergana Vadisindeki Etkisi ( Doktora Tezi ); 13-14

Ayrıntılı bilgi için: 

  • Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, çev. Osmân Keskioğlu, Ankara 2002
  • Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd,
  • İbn Hâcer el-Heytemî, İmâm-ı Azam’ın Menkıbeleri,
  • Mustafa Şeyh, Menâkıbü’l-İmam Ebû Hanîfe ve Ashâbiha, Süleymaniye Ktp., Reisülküttab Nu: 001189,

[4] Konu hakkında detaylı bilgi için: Hikmet Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihinin Maddesi, Sosyal İnsan Yayınları; Ekim 2018;Barkod no: 3990000075983 ve Halil İalcık “Osmanlı Tarihi”