İdlib'de insanlık çok büyük bir imtihanı kaybetmek üzere. Yüz binlerce insan evlerini terk edip sadece canlarını kurtarabilecek güvenli bölgelere doğru kaçmakta. Bu bir hicret değil tam manasıyla bir tehcir, yani sürgün. Çocuk, kadın, yaşlı hasta demeden bu masum insanlara bu zulmü reva görenlerin, hiçbir sebep ve bahaneleri geçerli değil. Haberlerde dahi seyretmeye tahammül edemediğimiz görüntüler, büyük bir insanlık dramının yaşandığını ve yakın zamanda katliama dönüşeceğinin işaretlerini vermektedir.

Zalim Esed'in arkasında yüzyılların birikmiş hırs ve hesaplarını gerçekleştirmeye çalışanlar, bu zülmün vebalini üstlenmiş durumdalar. Çünkü herkesin açıkça gördüğü gerçek şudur ki, İran ve Rusya olmasaydı Esed ve rejimi çoktan yıkılmıştı. Rusya'nın çok eskilere dayanan Ortadoğu'da kendine müttefik bulma çabaları, Baas rejimlerinin gücü ile günümüze kadar taşındı. Komünizmin çökmesinden sonra Rusya, kaybettiği demir perde ülkeleri yerine Ortadoğu'yu gözüne kestirdi. ABD'nin Irak'ta başlattığı operasyonlar sonunda Rusya'nın bölgedeki faaliyetleri hız kazandı. Suriye iç savaşı ise tam bir miras kavgasına döndü.

Rusya'nın tarihi misyonuna bakıldığında bu yaptığı kışkırtıcılığı bir dereceye kadar anlamak mümkündür. Fakat İran'ın mezhep tarafgirliği ile zulme ortak olması ve akan kanda vebalinin bulunması çok acıdır. Birinci Dünya Savaşından itibaren emperyalistlerin İslam dünyasında uyguladığı program şiddetlenerek devam ediyor. Müslümanları ırk, mezhep, siyaset, hakimiyet, menfaat gibi sebepleri kullanarak birbirine düşürmek, asla birleşmelerine müsaade etmemek, devamlı çatışmaya itmek, en geçerli silah olma özelliğini hâlâ devam ettiriyor.

Bugün kaosun merkezi olan Ortadoğu'yu dört asır idare etmiş olan Osmanlı Devleti, bazı art niyetli kişilerin suçladığı gibi sadece jandarmalık mı yapmıştı? Neredeyse kendisine hiçbir maddi menfaati olmayan bu toprakları neden yüzyıllarca elinde tutmuştu? Batılı sömürgeciler işgal ettikleri ülkelerde kısa zamanda dillerini ve kültürlerini hakim kıldıkları halde, Osmanlı idare ettiği ülkelerde niçin böyle bir yola tevessül etmemişti?

Bu sorulara maddi sebepler ve hakimiyet esasları üzerinden cevap vermek mümkün değil. Çünkü Osmanlının temelini oluşturan İslam inancı, bir merhamet medeniyeti meydana getirmişti. İnsanlar ırk, din, dil ve mezhebine bakılmadan Allah'ın yarattığı hürmete layık bir mükerrem varlık olarak kabul edilmişti. Dolayısıyla zalimin karşısında, mazlumun yanında olmanın da ötesinde "ihkakı hak" düsturunu uygulamak erdemine sahip olmuşlardı. Yani hak sahibine hakkını vermeyi, adaletin en temel prensibi olarak görmüşlerdi. Dikkat ederseniz günümüzün siyaset ve menfaat çekişmeleri içinde, savunmalar sadece sözde kalıyor ve fiiliyata dökülemiyor. Çünkü konuşmak kolay, yapmak zordur.

Osmanlı Devletinde maksat, fethedilen toprakların kıymetli kaynaklarının sömürülmesi ve insanların köleleştirilmesi değildi. Onlar en yüce gaye olan "i'layı kelimetullah" düşüncesiyle insanlara hakkı ve hakikati tebliğ etmeyi, dünya ve ahiret saadetini kazandırmayı kendilerine bir vazife olarak görüyorlardı. Böyle olunca uzak diyarlara hizmet, adalet ve barış götürmek, huzur ve güven ortamı sağlamak için maddi ve manevi büyük fedakârlıklar yapmışlardı.

Son yüzyıl içinde Osmanlı'dan koparılan, İngiliz ve Fransız işgalinde kalan ülkelere baktığımızda acımasız vahşi sömürgeciliğin yanı sıra derin bir kültür emperyalizminin tesirinde kaldığını görebiliriz.

Bir uluslararası toplantıda, Kuzey Afrika ülkelerinden bir ilim adamı Fransızca olarak: "Osmanlılar sömürgeci bir devletti" diye bir konuşma yapıyor. O toplantıda bulunan bir Türk profesör söz alıp, Arapça olarak şöyle diyor: "Eğer Osmanlı gerçekten sömürgeci bir devlet olsaydı, siz şu anda Türkçe konuşuyor olacaktınız. Ama siz Arapça bile değil, daha dünkü işgalcilerin dilini konuşuyorsunuz. Acaba sömürgeci olan Osmanlı mı, yoksa Fransızlar mı?"

***

Türkiye'nin çok büyük riskler alarak İdlib dramına fiilen müdahil olmasını bu yönden değerlendirmek lazım. Artık sözün bittiği yerdeyiz. Yıkıldığımız yerden doğrulup, tarihi misyonumuzu yeniden hatırlayıp, bütün dünyaya mazlumun lafla değil gücümüzle yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Aslında zalime karşı çıkan büyük bir çoğunluk olduğu halde, lidersiz ve dağınık kaldıkları için sesleri çıkmıyor. Türkiye sadece İslam Âlemi değil, bütün mazlum ve sömürülen ülkelerin dile getiremedikleri gerçekleri cesurca söylediği için gönülden seviliyor. Kukla liderleri bir tarafa bırakırsak, Türkiye artık Müslüman milletlerin ümidi olmuştur.

"Kişi başkasını kendi gibi bilir" kaidesince işgalci, sömürgeci ve merhametsiz zihniyete sahip emperyalistler, Türkiye'yi başkalarının toprağında gözü olan, saldırgan bir ülke olarak göstermeye çalışıyor. Halbuki zamanında 20 milyon kilometre kareye hükmeden Osmanlı, tarihin hiç bir devrinde sömürgeci olmamış, hep hizmet götürmüş, masraf yapmış. Karşılığında bir hayır dua, gönülden bir teşekkür ve Allah rızasından başka bir gaye gütmemiş.

Hele bir asır önce milleti ve devletiyle ölüm kalım mücadelesi verirken, Suriye için yaptığı fedakârlıklar asla unutulmamalı. Sırtlan sürüsünün yaralı bir aslana saldırması gibi, her taraftan parçalar koparılmaya çalışılan koca Devleti Aliyye, o zor şartlar altında bile kutsal topraklardan, Filistin'den, Irak ve Suriye'den acaba kolay mı vazgeçmişti? Yüz binlerce şehit, gazi ve esir vererek, her karışını kanlarımızla sulayarak, çok büyük bedeller ödeyerek çekildiğimiz bu topraklarda, şimdi hainlerin işbirliği sayesinde Moskofu, ABD ve Avrupa sömürgecilerini seyretmeye tahammül edemeyiz. Yüz senedir onların emirlerine boyun eğen, tarihini unutan hatta düşman olan, görünüşte bağımsız ama gerçekte esaret altında bulunan Türk milleti artık uyanmıştır. Sadece kendi bekası için değil, bütün Müslümanlar için, bütün mazlumlar için, hadiselere müdahil olmaya başlamış ve zulme dur demiştir.

Cumhurbaşkanımızın Pakistan ziyareti hele şu günlerde o kadar büyük ve derin manalar taşıyor ki, bunu ancak gafiller idrak edemez. Oradan, öncelikle İslam Âlemine ve özellikle Arap dünyasına çok önemli mesajlar verilmiştir. İhanet ve nifak içinde olan kukla Arap liderleri, bu mesajları anlamazsa yakın gelecekte ne kendileri, ne hanedanları, ne de devletçikleri kalmayacaktır. Artık geri dönülmez bir yola girilmiştir. Ya İslam'ın izzetini muhafaza eden Müslümanlar, dünyada üçüncü ve en büyük güç olduklarını anlayıp birleşecek veyahut ABD, Avrupa ve Rusya üçgenindeki çelik dişliler arasında ezilip gidecektir.

Türk milleti, tarihinden aldığı güçle barış, adalet ve merhamet medeniyetini yeniden inşa edecek, sadece Müslümanları değil bütün insanlığı şemsiyesi altında toplayacaktır. Yüzyıllardan beri olduğu gibi zalimlerin korkulu rüyası ve mazlumların sığınılacak yuvası olmaya devam edecektir, İnşaallah.