Değerli dostlarım,

Bu yazımda, bugünlerimizde idarcilerimize rehberlik edeceğine inandığım, yakın tarihimizde yaşanmış bir vakıayı sizlerle paylaşacağım. 

Osmanlı’nın son dönemlerinde bir paşa vardır; Yedi Sekiz HASAN PAŞA. Bu lakapla bilinmesinin sebebi okuma yazması zayıf olan bu paşanın imzası Arapça yedi ve sekiz rakamlarının birleşmesinden oluştuğu için adı böyle kalmıştır.

Devletine bağlı, vatanını seven Yedi Sekiz Hasan Paşa, Osmanlı ordusunda erlikten mareşalliğe yükselen ender askerlerden biridir.

Hasan Paşa’nın en önemli özelliği ise; 20 Mayıs 1878’de Abdülhamdid Han'ı indirerek yerine 5. Murad'ı getirmek için, dış güçlerin desteklediği Ali Suavi'nin önderlik ettiği ‘Çırağan Baskını’ olarak tarihe geçen ve Abdülhamid Han’ın 15 Temmuz’u olarak bilinen darbe girişimini, Suavi ve hain grubu 5. Murad’ı almak için saraya girdiğinde, hasbelkader o civarda traş olurken gürültüleri duyup ve hareketliliği görerek geldiği sarayın kapısında yakaladığı Suavi'nin elindeki sopayı alıp, silahı yanında olmadığı için o sopayla Suavi'nin kafasına vurarak öldürüp, darbe kalkışmasını önlemesidir.

Hasan Paşa, o sopaya daha sonra 'Mehdi' ismi vererek, hayatının sonuna kadar saklamıştır.

Beşiktaş Muhafız Alayı komutanı iken, bir sopayla darbe girişimini önlediği için, paşalık rütbesine kadar yükselir.

Hasan Paşa, alaylı olduğundan okuma yazması zayıftır ama hitabeti, görgüsü ve nezaketi çok gelişmiştir. Tam bir vatansever ve aynı zamanda da çok takva sahibi bir müslüman olan olan Hasan Paşa'yı çekemeyenler, başına türlü çoraplar örerek onun azledilmesine sebep olurlar ve her şeyi elinden alınır.

Hasan Paşa, görevden alındıktan sonra tebdili kıyafet ederek Adapazarı civarında bir çiftliğe bahçıvan olarak işe girer ve ailesiyle beraber orada çalışmaya başlar. Bir zaman sonra çiftliğin sahibi, İstanbul’un zenginlerinden olan zât, vefat eder ve çiftlik, genç oğluna kalır.

Hariciye nazırlığında çalışan bu genç diplomat, çiftliğe geldiği bir gün, ata bindiği esnada düşer ve elbiseleri çamur olur. Çiftlik kahyası, elbiseleri bahçıvanın hanımına götürür. Hanım elbiseleri bir güzel yıkayıp ateş ütüsüyle de güzelce ütüler ve bir bohça içinde kızıyla, genç diplomata gönderir.


Diplomat bohçayı açar bakar, elbiselerin katlanışından, ütüsünden bu insanların sıradan insanlar olmadığını anlar. Oradaki saray terbiyesini hemen fark eder ve hülasa onlarla tanışıp samimi olur.

Bir zaman sonra çiftlik sahibi genç diplomat, bahçıvanın damadı olur. Ancak iş durumunun hassasiyetinden dolayı da bu evliliği gizli tutulur. Artık sık sık çiftliğe gelmektedir.

Bir gün çok sıkıntılı bir şekilde gelir İstanbul’dan ve odasına kapanır, dışarı çıkmaz. Hasan Paşa, tecrübesiyle sıkıntılı bir durum olduğunu anlar ve damadının odasına girer, bir de bakar ki, etrafa saçılmış onlarca kağıt.. Durumu damadına sorunca, damadı “baba bu devlet işi, sen anlamazsın bırak da çalışayım” der.

Hasan Paşa’nın ısrarı üzerine, diplomat damat derdini anlatır. Padişah bir görev vermiştir. Rus Çarı’na öyle bir mektup yazılacak ki, Çar, savaşı göze alamasın.

Hasan Paşa, ısrarla bir de ben yazdırayım der. Damat istemeye istemeye kabul eder ve başlar söylediklerini yazmaya.

Yedi Sekiz Hasan Paşa mektubu öyle bir üslupla yazdırır ki, damadı şaşar kalır. “Baba sen kimsin?” demeden de edemez. Paşa, kendini açık etmez.

Damat hemen yola koyulup doğruca padişahın huzuruna çıkar ve heyecanla mektubu okur. Padişah, “bunu kim yazdırdı, doğru söyle” der, o da durumu anlatır.

Padişah, o senin bahçıvan dediğin adam, bizim “YEDİ SEKİZ HASAN PAŞAMIZ” evladım der ve tekrar göreve davet eder. Damat geri dönüp durumu kayınbabasına anlatır. Birlikte İstanbul’a gelip Padişahın huzuruna çıkarlar. 

Hasan Paşa, göreve tekrar başlama şartını söyler. Padişah da kabul eder. 

Plana göre üst düzey bürokratlar, paşalar ve idareciler toplanır. Padişah der ki; “bugün buraya sizi sadakatinizi ölçmek için çağırdım. Bana sadık olan, şu tabağın içindeki b..tan bir parmak alıp yiyecek” der.

Ne kadar yağcı, gevşek adam varsa, padişahın dediğini adeta birbirleriyle yarışırcasına hemen yaparlar.

Geriye on kişi kalır. Padişah; “siz ne beklersiniz, bana karşı mı geliyorsunuz, hiç mi hatrım, itibarım yok sizin yanınızda?!” diye hiddetlenir.

Ölümü göze alan bu hakiki liyakat sahibi, onurlu, omurgalı, hakperest yiğit adamlar; “PADİŞAHIM, SİZİ ÇOK SEVİYOR VE SAYIYORUZ. SANA VE DEVLETİMİZE DE SADAKATLE BAĞLIYIZ. ANCAK HATIR İÇİN ... YENMEZ!” deyince, Hasan Paşa gizlendiği yerden çıkar ve der ki;

“İşte, Padişahım senin ve devletin gerçek sadık adamları bunlar!” 

Hasan Paşa’nın bu operasyonunun, Osmanlı'nın ömrünü kırk yıl uzattığı da söylenmektedir. 

Tarih, tekerrür olmasın diye bugünler için kıssadan hisse işte!


Allah cc, HATIR İÇİN ... YEMEYECEK,

LİYAKATLİ,

HER ŞARTTA HAKKI SÖYLEYEN VE HAKKIN TARAFINDA DURAN,

MAKAMINI MENFAAT KAPISI GÖRMEYEN,

DEVLETİN MİLLETİN HAKKINI GÖZETEN, KORUYAN,

ADALET VE MERHAMET SAHİBİ,

MİLLETE, DEVLETE HİZMETE SEVDALI,

VEFALI,

DÜNYEVİ ÇIKARLARI İÇİN ZAAFA DÜŞMEYEN,

ALLAH’TAN KORKAN VE HAKKI HAKİM KILMAK İÇİN MEFKUREMİZE ADANAN ,

TAKVA SAHİBİ,

ŞUURLU,

FERASETLİ,

YEDİ SEKİZ HASAN PAŞA GİBİ SAMİMİ siyasetçiler, idareciler ve bürokratlar nasip etsin!