İslam sanatının ilk programı olarak Kubbetü’s-Sahra esasında, Kur’an yazımı ve kısa bir süre sonra da Hüsn-i Hat olarak müesseseleşen İslam yazısının sanat olarak değerini konuşmayı nasipse sürdüreceğiz ama, bundan önce konuyla ilgili geçmişle bugün arasında meydana gelen bir zihniyet farkına işaret etmek –hatta kendi adımıza bir tashihi de bu sayede yapmak- kastıyla, güncel bir meselenin altını çizmek ihtiyacındayız.

Bir süredir yazdığımız yazılarda, kendimizi İslam sanatının oluşumuyla/idrakiyle sınırlandırdığımız için, mümkün olabildiğince bu oluşuma mahsus zamanın içinde durmaya çalışıyoruz.

Bunun doğru bir tutum olduğuna inanmamıza rağmen, sanatın modernizmle yüklendiği yeni anlam ve bunun mahsulü olan nazariyat (teori / kuram), eleştiri, estetik vb. Batı tefekkürüne mahsus terimlerin bizim zihnimizde yol açtığı değişim, daha doğrusu tahribat nedeniyle yer yer zihni bir savrulmaya uğruyor olabileceğimizi gözden ırak tutmuyoruz.

Bunun açık nedeni ise malumdur: İslam sanatının oluşumunu, bu zamanın taliplilerine ya da okurlarına yeni kelimelerle, terimlerle anlatma mecburiyeti içinde, bu oluşumu mümkün kılan zihniyetin kodlarını oluşturan kelimeleri, terimleri hatta kavramları yer yer ıskalamayı kanıksar hale geliyoruz.

Çünkü içten içe, Dini sorumluluk hissi ve hassasiyeti planında İslam sanatının –toplumsal manada- değerini yitirdiği yerden yeniden yükselmesini, daha açık bir söyleyişle Batı sanatı karşısındaki mühürlenmişliğinin, donmuşluğunun iptal edilmesini ve dolayısıyla yeni zamandan geleceğe doğru tekrar açılmasını arzuluyoruz.

Asıl sorun da buradan başlıyor, zira İslam sanatı ile ilgili düşüncelerimiz, bugünde şekillenen pratikle bağdaşmıyor; düşüncemiz önce var olanı –hattın evveliyatını- olduğu gibi, kendi hakikati içinde ihata etmeye yönelirken, gündelik olansa hattın modern teknik ve yöntemlerle pazarlanarak sanat piyasasında yer kapmasını hedefliyor.

Hattın kendisine has usûl bilgisinin öğrenilmesiyle, hatta dair modern teoriler arayışındaki gayretlerin çatışmasını buna örnek olarak verebiliriz.

Şöyle ki, bizler hat sanatının ilmi maksatla meraklıları, doğru anlaşılmasının taliplileri olarak diyoruz ki:

Hattın nazariyatı olmaz, çünkü hattın temeli Kur’an’a hizmettir ve “Kur’an İlahi bir hüküm olması bakımından, hükme konu edilemeyeceği” için, Kur’an’dan hayata yayılan kaide, tertip, düzen, ölçü, âdap, erkan... da –ki bunlar aynı zamanda usûl terimin karşılıklarıdır- nazariyata / teoriye konu edilmeksizin hayata –Müslüman yaşayışına- dahil edilmelidir.

Bu bağlamda inanıyoruz ki, hattatın ilk işi “tespih et” emrine (Vakıa 56:74), kendi sermayesi olan sanat istidadı gereğince yönelmesinden ibarettir, form arayışları, tarz kaygıları bundan sonra gelir.

Bunlardan hareketle bir hattata şöyle dendiğini ya da bir hattın şu hitapla sıkıca sarıldığını düşünüyoruz:

“Fikrin ile aklın deryalarında tespih eyle, tevhit gücüyle bilgi cevherlerini elde etmek üzere o deryalara dal. Bir sebeple veya başka bir nedenle dalmada eksilik etme, kuşkuların senin dikkatini dağıtmasından uzak dur. Böyle olursa sermayen telef olur, elinden gider. O sermaye dediğimiz şey, senin dinin ve inancındır. Yoksa kuşku deryalarında boğulur, yolunu yitirirsin. Allah’ın burada tadat ettiği mucizeler istidlal yolunu takip etmek üzere yolu hazırlar. Bir rivayette ‘Bir an düşünmek bir sene (nafile) ibadetten daha hayırlıdır.’ denilir. Kuşkusuz Allah bu şekilde düşünmenin zorluğuna dikkat çekmiştir.”

Buna karşılık, sanat ortamındaki hat pazarlamasında mahir olan ya da maharetinin takdir edilmesini isteyen biri de diyor ki:

“80 milyon nüfusumuz var 40 tane koleksiyoncu sayamayız. 2 milyon kişiye bir koleksiyoncu düşmüyor. Sanat eleştirmeni yok. Teorik olarak hat sanatıyla ilgili kaç kitap hatırlıyorsunuz? Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde hat sanatıyla ilgili biyografileri de dahil ediyorum basılı kitaplar yüz tane var mıdır? Peki Picasso ile ilgili kaç kitap yazılmış? 12 bin tane.”

Buna göre, hat için nazariyat ihtiyacından söz etmek, tutarlı bir pazarlama gerekçesi elde etmekten ibarettir. Bu talepte bir hattat, hattıyla aynı oranda pazarlanmaya tabidir, mâhiri methetmeden, mahâretini methetmek muhaldir, zira bir “sıfat kendi başına var olmaz, onu doğuran ya da onun hak edilişine neden olan bir şey gerekir.” Dolayısıyla, Hattat Hamid Aytaç hakkında beş kitap bile yokken, Picasso hakkında binlerce kitap var” demek, hakkındaki bilgi eksikliği yüzünden Hamid’in istiflerinin pazarlanamama sorununu dile getirmektir.