Gürcistan ve Gürcüler, aşk hikâyelerimizle masallarımızın kurucu kelimelerindendir. Bu nedenle daha çocukluğumuzda yer etmişlerdir kültür iklimimizde.

Kimi âşıklarımız doluyu/aşk badesini bu beldede içmişler, kimi âşıklarımız rüyalarındaki güzelin izini sürdüklerinde buraya vasıl olmuşlardır.

Örneğin, Feridüddin Attar’ın Şeyh San’an’ı, aşkı uğruna Kâbe’den yola çıkıp, Tiflis’te bir tepeyi mesken tutarken, Tebrizli Maksut da, Tiflisli Şahsenem’in dolusunu içtikten sonra, dillere destan olan hikâyesini Âşık Garip adıyla burada dokumuştur:

“Adı Senem özü suna / Vuruldum bir şirin cana / Maksut ağlar yana yana / Ana Tiflis diyarında.”

Hâsılı, -Abdülhak Şinasi’den mülhem kelimelerle- bu aşk hikâyelerini dinledikten sonra uykuya dalabilmek için, Kâbe’den Tiflis’e, Delhi’den Bağdat’a, Şiraz’dan Erzurum’a, Tebriz’den Bursa’ya... uzanan bir coğrafyadan, Gürcistan’ı bir yorgan gibi üstümüze çeker, rüyalarımızda kalplerimizi teslim ettiğimiz Gürcü güzellerinin gözlerinden –meşhur türküdeki gibi- İstanbul’u, Bursa’yı, Konya’yı, Tiflis’i, Kars’ı, Ardahan’ı, Erzurum’u, Van’ı, Delhi’yi ve Buhara’yı... birlikte temaşa ederdik.

Sonra coğrafyamızın üzerinden bir buldozer gibi geçen İngiliz ve Rus sömürgenler yüzünden şehirlerimizin arasındaki bağlar koptu, güzellerimizin ayrılık acısıyla ağlamaktan feri sönmüş gözlerinde yabancılık mesken tuttu; yakın coğrafyamız uzaklaştırıldı, yüz yılların komşu kardeşleri düşman edildiler........