Dünyanın düzeninde parmağı olanlar bir yana, bizzat düzenin dümeninde oturanların sürekli ellerinde tutmak istedikleri bir mağduriyet algısı var. Her türlü melanet ve zulmü onlar işlediği halde, gündemi döndürüp dolaştırıp onların ekmeğine kan doğrar hale getiriyorlar. Ya da bir şekilde, boğazlarını ıslatmak için, kimin olduğuna bakmaksızın kan içmekten çekinmiyorlar.

Bazen yaptıklarına gölge etmek, bazen de yapacaklarına malzeme üretmek için; kim olduğuna bakmaksızın ve gerektiğinde kendi halklarının da olmak üzere, büyük bir rahatlıkla kan döküyorlar.

Bu adeti başlatanlar, dünyanın halihazırdaki düzeninde en etkin konumda bulunan Siyonistlerdir ki; ellerindeki en etkin malzeme, bir zamanlar Hitler’in onlara soykırım uyguladığı iddiasıdır. Bu soykırım iddiası onlara, gerek Filistin’de gerekse dünyanın geri kalanında, her konuda haklı olma özelliği kazandırmıştır. Ne yapsalar mazurdurlar, ne işleseler masumdurlar. İşgal ve katliam gibi suçlar onların sıradan işleri haline gelebilir ama aleyhlerinde sıradan bir karar bile alınamaz, alınsa da uygulanamaz.

Batılı devletlerin bile kabullenemediği ya da en azından alenen sahip çıkamadığı, Yeni Zelanda’da yaşanan cami katliamından sonra dünya kamuoyunda bu saldırıya karşı oluşan nefret ve Müslümanlara dair olumlu havanın birilerini çok fena rahatsız ettiği bir gerçek. Hatta o elim hadiseden sonra, bir çok insanın İslam hakkında araştırmalar yaptığı ve bazılarının hidayete mazhar olduğu da bir vakıa.

Bugünlerde ise dünya, yine Asya’da bir ada ülkesi olan, çok az sayıda Müslümanın da yaşadığı Sri Lanka’da gerçekleştirilen bir saldırı dalgası ile sarsıldı. Hem de Hristiyanların dini bir bayram gününde yapılan bu saldırıların hedefinde otellerin yanı sıra kiliselerin de olması, katliamın asıl maksadının batının Hristiyan halklarının gönüllerini sarsmak ve bir şeylere hazırlamak olduğunu gösteriyor.

Yakın bir gelecekte batılı müstekbirlerin bu saldırılarla neye mazeret ürettiklerini yaşayarak öğreneceğiz.

Bu süreçte bizim kendimizden kesinlikle emin olmamız gerekiyor. Bu saldırılar bizim işimiz değil, bunları yapanlar arasında bizden birilerinin olması da bu saldırıların bizim üstümüze yıkılmasına sebep olamaz.

İçimizden yalnızca köle değil, isyancı da devşirdikleri bir çok olayda karşımıza çıktı. Kölelerini ülkelerimizin başlarına bela ettikleri yetmedi bir de teröristlerini salıyorlar üstümüze. Bütün dertleri; onların saltanatı sarsılmasın, düzenleri bozulmasın, sömürüleri engellenmesin, kölelik düzenlerinin başına tayin ettikleri köleleri baş kaldırmayı bile düşünemesin…

Kimse kem-küm etmesin! Artık birilerinin bizi suçluluk psikolojisine sokarak katliamlarını mazur gösterme gayretlerine hizmet etmekten vazgeçelim.

Onlar kurgulayıp, onlar oynatıyorlar. Seyretmekten başka bir rolümüzün olmadığı bu tiyatrodan bize fatura kesmelerine izin vermeyelim. Biz zaten seyirci kaldığımız zulümlerin ve coğrafyamızın değişik yerlerinden yükselen feryatların hesabını nasıl vereceğimizin derdindeyiz. Bir de üstüne batılıların melanetlerini yüklenmeye hiç gerek yok.

Bir mescide, havraya ya da kiliseye saldırı düzenlendiğine dair bir haber duyduğumuzda, bileceğiz ki olay birilerinin hesaplı projesidir. Yapanların adının Ahmet ya da Mehmet olması ile Hans ya da George olması arasında bir fark yoktur.

Dolayısıyla; cici mesajlarla kınamamızın da, utançla başımızı eğmemizin de anlamı olmaz. Onlarla kol kola girip, yaslarına ortak olmamızın da bir getirisi olmayacaktır. Çünkü katille yakınlaşmak can kurtarmaz, belki daha da çok can yakar.

Hem bizim hem de kendilerinin halklarından, sayısız masumun canına mal olan bu dehşet verici korku imparatorluğunun, ayakta kalmak için her şeyi ayakları altına alabileceğini hepimiz çok iyi biliyoruz.

Kainatı kıyamete zorlamayı hesap eden bir tıynetin, insanların acısına, canına, malına ya da mukaddesatına değer verebileceğini düşünmek saflıktan öte ahmaklık olur.

Hak ettikleri ile karşılaştıklarında, bir başka deyişle ektiklerini biçtiklerinde; hiçbir zalimin bize laf etmeye hakkı olmadığını unutmayalım.