Eskiler, yılları büyük olaylarla özdeşleştirir ve o yılları adeta bir tür tarih başlangıcı ya da dönüm noktası gibi kullanırlardı. Seferberlikten önce ya da seferberlikten sonra tabirleri, milattan önce ya da sonrasının kullanılmadığı evlerde, hayatın dönüm noktasını işaret ederlerdi.

Bir yıl ya da günden değil hayatı değiştiren, bir şeylerin eskisi gibi olmadığı zaman diliminden bahsedilirdi. Kimse saat ya da takvimle ilgilenmezdi zira. Ne zaman doğduğumuz mevsimlere bağlıydı; kimimiz güzün bağ bozumundan evvel, kimimiz Arap devenin karnından çıkınca doğmuştuk.

Bu adet bize has değil elbette.

Allah(cc), insanlara unutamayacakları bir olayla asıl unutmamaları gereken önemli hadiseyi öğretir gibi; son Nebi(sas) doğmadan önce, Mekke halkını hafızalarına kazınacak, Fil Ashabı’nın işgal ve Kabe’yi yıkma girişimine şahit etmişti.

Annem de böylesi bir zaman dilimleri yaşamıştı ve bazı olayları onlarla anlatırdı. Büyük kardan önce veya büyük kardan sonra dikilmişti bazı ağaçlar. Doğumlar ve ölümler de öyle.

Büyük kar dediği; Gaziantep’i tamamen kaplayan ve komşular arası münasebetlerin karda açılan tüneller yoluyla sağlandığı yılın kışı idi.

Bir de büyük sel vardı hafızasında, onunla anlatırdı gençliğini. Tarih bilmezdi, saatte bilmezdi, gerçi okuma yazma da bilmezdi. Pazartesi ya da salıyı bilmezdi, onun günleri “isneyn” veya “selase” idi.

Şimdi ne o seller ne o karlar yok. Ömrü bu kadar uzununu hatırlamaya yetenler, benzer hatıralarla yaşarlar. Mevsimler ve getirdikleri değişti, hem de gözle görülür biçimde değişti.

Toprak ve hayat değişti. İnsanlarla birlikte sadece teknoloji değil, dünya da değişti. Kendi ellerimizle düzenini bozduk dünyanın. Hem çevremizi hem bereketimizi dağıttık.

“İnsanların kendi işledikleri kötülükler sebebi ile karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Yanlıştan dönmeleri için Allah yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını onlara tattıracaktır.” (Rum 41)

Bunca olaydan sonra, fark ettiğim bir hakikat olarak şunu söyleyebilirim ki; “fıtrat ile savaşan kaybetmeye mahkumdur”.

Allah(cc)’in dünya ve insanlık için yaratılıştan kurduğu düzene aykırı işler yapanların sonu, dünyada rezalet olduğu gibi ahirette de asıl felaketi yaşamak olacaktır.

O’nun hürmet edilmesini emrettiği ne varsa çiğneyen insanoğlunun, bugün geldiğimiz noktada hesabının ahirete kalmadığının en net göstergelerinden birisi, iklimlerin değişmesi diyebilirim.

Bir diğer örnek olarak ise; din adamlarına, fıtrata muhalif olarak, kadınlarla evlenmeyi yasaklayan sapkın din mensuplarının, bugün o din adamlarının kendi nesillerine ettikleri rezaletlerle boğuşuyor olmalarını gösterebilirim.

Dünyayı ve içindekileri insan için yaratan Allah(cc), insanın da yaratırken koyduğu fıtrat kurallarına uymasını, düzenin devamı için şart koşmuştur.

Ekinleri ifsat ederseniz aç kalırsınız. Nesilleri ifsat ederseniz soyunuz kesilir.

Sonra bin bir çevre eylemi de yapsanız, yıkılan fıtrat düzenini yeniden inşa edemezsiniz. Batılı sahtekar çevrecilerin sıkıntısı da bu.

“İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahit getirir, oysa o azılı bir düşmandır.

O, iş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.” (Bakara 204-205)

Elbette alınacak tedbirler olmalıdır, elbette yeryüzünün halifeleri olma şuuruna sahip Müslümanların, bozulan bu düzeni düzeltmek namına söyleyecekleri çok şey vardır. Ancak bizim temel anlayışımız; dünyanın ve içindekilerin insan için yaratıldığı ve bunun sadece yaşayan nesil için değil, gelecek nesiller için düşünülmesi gerektiğidir.

Daha fazlası ve icrası, güç ve imkan sahiplerinin elindedir. Müslümanların bütün dünyaya, bitkiler ve hayvanlar hakkında ders verecek kadar sağlam bir altyapıları ve tarihin tecrübesi ile ardımızda durduğu büyük bir mirasımız vardır.

Kulluğu ilk vazifesi bilen Müslümanların, dünyayı muhafaza ve imar etmek gibi de bir sorumlulukları olduğu da unutulmamalıdır. Sırf bunun için bile dünyanın İslam’a ihtiyacı olduğu ortadadır.