Filistin meselesi, herhalde halihazırda kendini Müslümanlardan sayan herkesin bir kenarından tuttuğu ve hakkında bir şeyler bildiği, bir şeyler söylediği ve bir şeyler yaptığı tek meseledir. Bunların üstüne bir de insani duygular ya da politik gerekçelerle işgale karşı olan toplum ya da devletleri de eklediğimizde, baya bir yekunumuz var demektir.

Ancak, kalabalık ve çok ses çıkaran bu büyük kitlenin gerçek hayatta karşılığı, ancak su üstünde yüzen bir saman balyası kadardır, maalesef.

Filistin’deki işgalin üzerinden geçen şu kadar zaman ve yaşanan onca olaydan sonra geriye kalan, bir hayıflanmadan, derin bir iç geçirmeden ve sonra uzaklara bakıp of çekmekten ibarettir.

Ne Arapların milliyetçi duyguları ne de Müslümanların İslami hassasiyetleri, işgalcilere geri adım attırmayı bırakın, yeni hamleler yapmaktan korkutacak kadar bile etkin olamamıştır.

Elde ettiğimiz en büyük kazanım; Filistinli çiftçilerin, yakılmayan ürünlerinin pazara çıkarılmasını sağlamakla veya dışarıdan gönderilen yardımların Filistin halkına ulaştırılması için izin almakla sınırlandırılmış durumda.

Tabi Filistinli yöneticilerin neler yaptığından pek haberimiz olmasa da; vefat ettiğinde karısına 2 milyar dolar gibi bir servet bırakın birinin peşinden yıllarca sürüklenen Filistin halkının, kim bilir kimler tarafından daha ne kadar kullanıldığını ancak Allah(cc) biliyor.

Dışarıdan kullanılmaya oldukça müsait bir konu olduğu ve hariçten gazel okumanın genelde bir sorun oluşturmadığı düşünülünce; bedel ödenmeksizin bağırıp çağırarak yapılan hamasi reklamlar, parlak nutuklar ve gerçekleşmesi için değil duyulması için atılan sloganlarla, Filistinlilerden daha çok Filistinli gibi hareket eden bir kitlemiz olduğu gerçeği oldukça düşündürücü geliyor bana.

Bir yanda 40 yıldır işgalcilerle bir tek kere karşılaşamayan ancak Suriye’de sivil katliamlarına imza atan bir Kudüs ordusu masalı, diğer yanda 2 ileri 1 geri mehter marşı ritmiyle yürütülen Filistin politikaları, bir başka açıdan kültürel ve sanatsal faaliyetlere gayet uygun bir konu başlığı olarak Filistin hikayeleri, fotoğraflanmak için çok güzel bir manzarası olan Mescidi Aksa, fakru zaruret içinde yaşadıkları için her kareleri en az on saniye “vicdan” yaptıran Filistin’in çocukları, ölümleri normalleşen ve nasıl hayatta kaldıkları daha çok merak uyandıran insanların efsaneleri ile Filistin çok verimli bir saha gerçekten!

Böylesi bir hazine dururken, neden insanlarımız Doğu Türkistan’la kafa yorsunlar? Neden Keşmir’i kafaya taksınlar? Neden Suriye’yle ilgilensinler? Arakan gibi uzak bir diyarda neler olduğunun ne önemi olabilir, Filistin’in yanında?

Evet biliyorum; ana cephemiz Filistin! Kudüs’e sahip olan dünyayı yönetir, ya da dünyayı yöneten Kudüs’e sahip olur. Evet biliyorum, kanımız aksa da zafer İslam’ın ve biliyorum Filistin davası namıyla özel bir davamız var bizim…

İşgalin genişletilmesinden endişe mi duyuyorsunuz? Her sabah kontrol noktasında bekleyen ve kurşunlanmadan işgal altındaki topraklara girip bir işte çalışma umuduyla ve tabi akşam evine ekmekle dönebilme niyetiyle yaşayan Filistinlilere sormak lazım belki de.

İşgal altında yaşamakla ilgili hiçbir fikri olmayanların, hariçten gazel okumasının kime ne faydası olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Nasılsa kimse üzerine vazife olmayan işlere kafa yormaktan vazgeçmeyecek.

Sahi, yarın işgal genişlediğinde kim ne yapabilir?

Cümle Arap alemi birleşip, tıpkı 1967’deki 6 gün savaşlarında olduğu gibi sonu hezimetle sonuçlanacak bir savaşa daha cesaret edebilirler mi?

Kocaman bir hayır!

Belki çoğu kınamaya bile cesaret edemez, bırakın fiili müdahaleyi.

Türkiye ne yapabilir?

Diplomatik ilişkileri indirebileceği bir seviye daha varsa, oraya indirir ve sert bir kınama yayınlar. Daha fazlasını beklemek hayalcilikten başka bir şey değildir.

Bırakın işgalin genişletilmesini; yarın sabah uyandığımızda Mescidi Aksa’nın yer ile yeksan edildiğini duysak, ekranlarımızda yıkıntıları seyretmekten ve kendini kurşunların üstüne atan birkaç babayiğitten başka kimsenin meydanlara bile çıkamadığına şahit olmaktan başka ne yapabiliriz?

Heyecanlı söylemler ve hamasi sloganlar bir işe yaramıyor. Bunu uzun zamandır deneyerek öğrenmiş olmamız gerekiyordu.

Dünyanın kanunu, bizimle onlar arasında bir ayrım yapmıyor. Onlar nasıl aldıysa ancak o yolla geri alabileceğimizi bilmemiz ve hiç unutmamız gerekiyor.

Baksanıza; İslam dünyasının herhangi bir yerinde, fethedildiğinde Kudüs’e gönderilmek üzere bir minber inşa eden marangoz haberi duydunuz mu? Ben duymadım.