Konstantinopolis’i yani İstanbul’u fetheden ünlü Müslüman komutan Fatih Sultan Mehmet Han, Hıristiyan mıydı? Ayasofya konusu gündeme geldiği günden beri Fatih, İstanbul ve Ayasofya üzerine tartışmalar gündemden düşmüyor. Fatih’in üvey annesinin Sırp Prenses Mara Despina Brankoviç Hatun olması, Hıristiyanlara tanıdığı geniş imtiyazlar ve Rum papazlarla sık sık Rumca Hıristiyanlık üzerine münazaraları, birçok kişiyi Fatih’in Hıristiyan olduğu yönünde bir iddiaya itmiştir. Fatih Farsça ve Arapça’nın yanı sıra Latince ve Rumca’yı çok iyi konuşuyordu.

Sultan Fatih’in üvey annesi Mara Despina Hatun’a yakınlığı ve onun Balkanlar’da Hıristiyan kiliselere ve vakıflara yaptığı yardıma destek olması tüm tarihçilerin bildiği konulardan biridir. Topkapı’daki tarihi bir belgede Fatih’in Selanik’teki Küçük Ayasofya manastırı ile çevresindeki geniş bir araziyi bir fermanla annesine tahsis etmiştir. Ferman’da Fatih şöyle demektedir: “Bu devrin Hıristiyan kadınlarının en yücelerinden olan anam Mara Despina Hatun, Selanik’te Küçük Ayasofya adıyla ünlü manastırı şeriat kurallarına göre satın almış, gerekli belgesi de varmış. Durumu bana ilettiler. Ben de uygun bulup bu fermanı verdim ki bu manastıra sahip olsun. Dilerse satsın, dilerse bağışlasın. Hiç kimse engel olmasın, bozmasın, değiştirmesin. İçindekilerden vergi alınmasın.” Fatih tahta çıktıktan sonra memleketi Sırbistan’a dönmek isteyen annesi Mara Despina’yı hediyelerle Sırbistan’a gönderir ve ölünceye dek üvey annesiyle ilişkisini kesmez, onun tüm taleplerine de cevap verir.

Müslümanların İstanbul’u fethi öncesi, İstanbul’a giren Haçlı orduları her yeri yerle bir etmiş ve Ortodoks mezhebini Katolik mezhebi ile birleştirmiş ve Roma’daki Papa’ya bağlamıştı. Buna karşı çıkan Ortodoks mezhebine bağlı olanlar ise İstanbul’dan sürülmüşlerdi. Fatih İstanbul’u fethettikten sonra ilk işi, hemen yeni bir patrik seçtirip atayarak Ortodoksluğu ihya etmek olmuş, kendisini de Ortodoksluğun hamisi ilan etmiştir. Böylece Osmanlı himayesindeki Doğu Hıristiyanlığı Katolik Batı Hıristiyanlığına karşı varlığını sürdürmeye devam edecekti. Ortodoksların patriği olarak Gennadios Scolarios seçildi, Fatih tarafından onanarak huzura kabul edildi ve her türlü saldırıdan masun olduğuna dair bir de berat verildi. Patriğe Fatih tarafından resmi protokollerde vezir derecesi verildi ve her zaman Divan-ı Hümayun’a katılma ve burada söz hakkına sahip oldu. Berat’ta ayrıca Ortodoks kiliselerinin camiye çevrilmeyeceği yazıldı.

Fatih sadece Ortodokslara değil Yahudi ve Ermenilere de destek verdi. Yahudi cemaatine havralarına sahip olma hakkı tanındı. Hahambaşı Rabbi Moşe Fatih’in iltifatlarına mazhar oldu. Ermenilerin başına da Ovahim adında bir patrik seçildi. Fatih döneminde Balkanlar’daki Hıristiyanlara da geniş imtiyazlar verildi. Fatih Sultan Mehmed Ortodoks Patriği Gennadios’u makamında ziyaret etti ve Hıristiyanlık hakkında onunla iyi bildiği dillerden Rumca ile sohbet etmişti. Roma’daki Katoliklerin Papası II. Pius Fatih’e Hıristiyanlara duyduğu yakınlıktan dolayı Hıristiyanlığa davet etmiş, hatta Fatih’in ağzından bir de cevapname uydurmuştur. Bugün halen İstanbul’daki patrikhane’nin girişinde Sultan Fatih’i ve dönemin patriği II. Gennadios’un görüşmesini betimleyen bir tablo gelen ziyaretçileri karşılamaktadır.

Ayasofya inşa edildiği günden beri ne Patrikliğin ne de Hıristiyanların bir vakıf malıdır. Bizans İmparatoru onu kendi uhdesine almış ve kendi malları arasında saymıştır. Fatih İstanbul’u fethettiğinde bunu bildiği için de Ayasofya onun uhdesine geçmiştir. Fatih uhdesine geçen Ayasofya’nın karşılığını da ödemiştir. Fatih Sultan Mehmed, Arapça kaleme aldığı “Ayasofya Vakfiyesi” ile Ayasofya Camii’ni ümmete vakfetmiştir. Birkaç sahifelik vakfiyede Fatih özetle şunları not düşer: “Kim ki bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse (…) Allah’ın, meleklerin, peygamberlerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun.” Camiye dönüştürülen fethin sembolü Ayasofya nübüvvetten önce yapıldığı için Müslümanlar nezdinde “Hak Din”in mabedi muamelesi görmüş ve bu dini sıcaklık içerisinde bağırlarına basılmıştır.

Hâsılı kelam, tüm bunlar bize bir hakikati bir daha ortaya koymaktadır. Geçen yüzyıllarda Haçlılar, kendileri gibi düşünmeyen diğer Hıristiyan mezheplerinin yanı sıra Yahudileri ve diğer dinlere sahip olanları katlederken Müslümanlar, Ehli kitabın tüm mezheplerini ve diğer din mensuplarını korumaya almıştır. Müslümanlar güçlü oldukları dönemlerde Hıristiyan, Yahudi, Hindu, Budist tüm din mensuplarına adaletle hükmetmiştir. Abbasi, Endülüs, Mali, Osmanlı ve Hind İslam medeniyeti tarihi bugün tüm yönleriyle ortada ve bunların inkârı namümkün hakikatlerdir. Müslümanların zayıfladığı, darmadağın olduğu ve emperyalistlerin tüm topraklarını işgal edip, azınlıkları Müslümanlara karşı kışkırttığı, son yüzyılda yaşanan ise hepimizi üzen birer tarih sahifesi olarak ortada duruyor…